Nasrallah'tan Açıklama

Nasrallah'tan Açıklama

Bu belge Hizbullah’ın siyasi görüşünü açıklamayı hedeflemektedir. Bu siyasi görüş algılamaları, tutumları ve beslediğimiz ümitleri, endişeleri ve istekleri içermektedir.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Hizbullah'un yeni siyasi manifestosunu dün açıkladı.

Seyyid Hasan Nasrullah'ın "Hizbullah'ın yeni siyasi manifestosu"nu ilan ettiği konuşmanın birinci bölümü:

Alemlerin rabbine hamd olsun, peygamberlerin sonuncusu efendimiz Muhammed'e onun temiz ehline ve bütün peygamberlere selem olsun.

Allah kitabında şöyle buyuruyor: {Bizim uğrumuzda cihat edenleri mutlaka yolumuza irşad ederiz. Allah şüphesiz ki iyilik edenlerle beraberdir}Ankebut/69

{Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Sizi ona yaklaştıracak vesile arayın ve onun yolunda cihat edin ki kurtuluşa eresiniz} Maide/35

Bu belge Hizbullah'ın siyasi görüşünü açıklamayı hedeflemektedir. Bu siyasi görüş algılamaları, tutumları ve beslediğimiz ümitleri, endişeleri ve istekleri içermektedir. Bu görüş –her şeyden önce- daha önce iyice tecrübe ettiğimiz eylem ve fedakarlığın sonucunda oluşmuştur.

İstisnai ve değişimlerle dolu siyasi bir aşamada direnişimizin bulunduğu özel konumu ya da yürüyüşümüzün gerçekleştirdiği başarıları yorumlamaksızın bu değişimleri uzlaştırmak mümkün değildir. Bu değişimlerin, birbiriyle çelişen ve aralarında ters orantı bulunan iki yürüyüşle karşılaştırma bağlamına dahil edilmesi gerekmektedir.

1-Direniş ve radikallik yürüyüşü çokça hedef alınması ve ona yapılan meydan okumaların büyüklüğüne rağmen gerginliği tırmandırıcı tavrında askeri zaferler ve siyasi başarılara dayanmakta, halk ve siyaset olarak direniş modelinde, siyasi konum ve tavrında sebat etmiştir. Güç dengeleri bölgesel denklemlerde direniş ve destekçilerinin lehine çevrilmiştir.

2-Amerika-İsrail kibri ve hakimiyeti farklı boyutları, doğrudan ya da dolaylı ittifakları ve uzantılarıyla askeri yenilgilere, kırılmalara ve siyasi başarısızlıklara tanık olmaktadır. Bu, Amerikan stratejisinde ve projelerinde peş peşe başarısızlıkları gün yüzüne çıkarmaktadır. Bütün bunlar Arap ve İslam dünyasındaki olay ve gelişmelerin gidişatına yön verme gücünde azalma ve gerileme haline sebep olmaktadır.

Bu veriler büyük uluslar arası bir çerçevede bütünleşmekte ve Amerikan çıkmazının ve tek kutuplu dünyanın hegemonyasının, henüz çehresi belli olmayan çoğulculuk lehine gerilemesini sağlamaktadır.

Uluslar arası kibir rejiminin krizini daha da derinleştiren şey, Amerikan para borsalarındaki çöküş, Amerikan ekonomisinin acziyet ve kendini kaybetme haline girmesidir. Bu hal kibirli kapitalist modelin yapısında oluşan krizin geldiği son noktayı ifade etmektedir.

Bu nedenle şöyle denebilir: Biz hegemonyal bir güç olarak Amerika'nın gerilediğinin haberini veren, tek kutuplu rejimi dağıtan ve Siyonist varlığın çöküşünü hızlandıran tarihi değişimler içindeyiz. Direniş hareketleri bu değişimlerin özünde yer alıyor, bölgemizdeki değişimlerin oluşmasında merkezi bir rol oynadıktan sonra bu uluslararası sahnede temel stratejik bir veri olarak ortaya çıkıyor. Lübnan'daki direniş ve onun kapsamında bizim İslami direniş hareketimiz 25 yılını doldurmadan işgal ve hegemonyayla mücadelede ön safta yer aldı. Direniş hareketleri bir dönemin Amerika'ya hasredildiği ve tarihin sonuymuş gibi gösterilmeye çalışıldığı bir zamanda bu yöntemi benimsedi. O dönemin şartları ve hakim güç dengelerinin gölgesinde bazıları direniş seçeneğini bir hayal, siyasi umursamazlık ve akıl ile realitenin gereklerine ters bir eğilim olarak gördüler. Buna rağmen direniş, davasında haklı olduğunun ve Allah'a iman , ona tevekkül, ulusa aidiyet , Lübnan'ın ulusal çıkarlarına bağlılık, halkına güven ve hak, adalet ve hürriyet gibi insani değerleri yücelterek zafer kazanabileceğinin yakin bilgisi içinde mücadele yolculuğuna devam etti.

Uzun cihat yolculuğu boyunca ve işgalci İsrail'in Beyrut ve Cebel'den kovulmasından, Sayda ve Sur'dan kaçışına, Temmuz 1993 saldırısı, Nisan 1996 saldırısı, Mayıs 2000'deki kurtuluş ve Temmuz 2006'daki savaşa kadar kazandığı zaferler aracılığıyla bu direniş dürüstlüğünü ve örnekliğini perçinlemiş oldu. Direniş projesi kurtuluş gücünden savaşma ve denge gücüne sonrasında ise savunma ve caydırma gücüne dönüştü. Bütün bunlar adil ve kudretli bir devletin inşasında etkin bir köşe taşı olarak iç siyasette oynadığı role ek olarak gerçekleşti.

Bununla eş zamanlı olarak, direniş siyasi ve insani konumunu güçlendirdi. Lübnanlı ulusal bir değerken parlak bir İslami Arap değeri olmaya kadar yükseldi. bugün ise modelinden, dünyanın farklı yerlerinde hürriyet için çalışan herkesin tecrübesi ve edebiyatındaki başarılarından ilham aldığı uluslar arası insani bir değer oldu.

Hizbullah bu umut verici değişikliklerin ve düşmanın savaş stratejisinden yoksun olmasıyla kendi şartlarıyla çözümü dayatamaması arasında gidip geldiğini bilmesine rağmen hâlâ gündemde olan meydan okumaları ve tehlikeleri küçümsemiyor, direniş yolculuğunun zorluklarını, yapması gereken fedakarlıkları, hakların geri alınmasını ve ümmetin kalkınmasına katkıda bulunmayı azımsamıyor. Bununla birlikte direniş seçeneklerinde netleşiyor, rabbine, kendine ve halkına daha fazla güvenerek kararlı adımlarla yoluna devam ediyor.

Hizbullah bu bağlamda siyasi-fikri çerçeveyi ve ortaya atılan tehditler karşısındaki konumunu oluşturan temel planların neler olduğunu açıklıyor.

Hegemonya ve Kalkındırma

İlk olarak: Dünya, Batı ve Amerikan Hegemonyası

İkinci Dünya savaşından sonra Amerika, merkezi ve birincil hegemonya projesinin sahibi oldu ve bu proje onun elinde tarihte benzeri görülmemiş bir boyun eğdirme ve tahakküm mekanizmasının içinde korkunç bir gelişme gösterdi. Amerika burada farklı alanlardan, ilmi, kültürel, teknolojik, ekonomik ve askeri düzeylerdeki başarı hasılatından istifade etti. Siyasi ekonomik projeyle destekli Amerika, dünyaya onun kanunlarına göre hareket eden açık bir pazar olarak bakar.

Genel olarak Batı'nın özel olarak Amerika'nın hegemonyal mantığının en tehlikeli yanı, temelden dünyaya sahip olduğunu ve birçok alandaki üstünlüğünden yola çıkarak hegemonya hakkı olduğunu düşünmesidir. Bu nedenle Batı'nın özellikle de Amerika'nın genişleme stratejisi kapitalist ekonomi projesiyle kıyaslandığında uluslar arası yapıda bir strateji olmuştur. İsteklerinin ve açgözlülüğünün sınırı yoktur.

Azgın, trans-ulusal ya da kıtalararası tekelleşmiş şirket ağlarının, farklı uluslar arası kuruluşların özellikle de mali ve askeri olarak büyük güçlerle desteklenen kuruluşların liderlerini taklit eden kapitalist güçlerin tahakkümü daha fazla çelişki ve çekişmeye yol açtı. Bugün fakirlik-zenginlik çekişmelerinin yanı sıra en çok kimlik, kültür ve medeniyet modeli üzerinde çekişme yaşanmaktadır.

Global vahşi kapitalizm; ayrılık çıkarma, parçalanmışlık ekme, kimlikleri yok etme ve en tehlikeli kültürel, ekonomik, toplumsal ve medeni yozlaşma çeşitlerini dayatma mekanizmasına dönüştü.

Globallik, Batı hegemonya projesini taşıyanların ellerinde askeri globalliğe dönüşmesiyle çok tehlikeli bir noktaya geldi. Bu globalliğin en çok Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan'dan başlayarak Ortadoğu'da kullanıldığına tanık olduk. Lübnan'ın bu askeri globallikten payına düşen İsrail'in Temmuz 2006'daki kapsamlı saldırısı oldu.

Hegemonya ve Amerikan tahakküm projesi son zamanlarda özellikle de 1990'lardan günümüze kadar olan dönemde çok tehlikeli bir noktaya geldi. Daha sonraki yükseliş yolculuğunda ise; Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve parçalanmasını hareket noktası olarak gördü. Amerika bunu global hegemonya projesinin liderliğini tek başına elinde bulundurmak için yaptığı hesaplarda tarihi bir fırsat olarak değerlendirdi. Bu liderliği tarihi sorumluluk ve dünya ile Amerika'nın çıkarı arasında fark olmayışı adıyla ele geçirdi. Yani hegemonyayı hiçbir surette Amerikan çıkarı olarak pazarlamadı diğer ülke ve halkların çıkarı olarak pazarladı.

Bu yürüyüş zirveye yeni muhafazakarların Bush yönetiminin kilit noktalarını ele geçirmesiyle ulaştı. Bu akım kendine has görüşlerini 2000 yılındaki Amerika seçimlerinden önce, Bush Amerikan yönetimini teslim aldıktan sonra uygulanma imkanı bulsun diye yazılan "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi" belgesiyle açıkladı.

Bu belgenin –çabucak Bush yönetiminin eylem rehberi olan- en çok vurguladığı şeyin Amerikan güçlerinin yeniden inşası meselesi olması şaşırtıcı ya da garip değildir. Bu belge Amerikan ulusal güvenliğinin yeni stratejik bakışını yansıtıyordu. Net olarak anlaşıldı ki; bu belge sadece caydırıcı güç olmasıyla değil eylem ve müdahale gücü olması itibariyle –ister önleyici saldırılar yoluyla "koruyucu" operasyonlar düzenleyerek ister krizlerle mücadele ederek tedavi etme amaçlı olsun- askeri güçlerin inşası üzerinde yoğunlaşmaktaydı.

Bush yönetimi 11 Eylül sonrası "terörizme karşı küresel savaş" sloganı altında dünya üzerindeki münferit hegemonyasının stratejik bakışını uygulamaya koyarak en büyük etkiyi yapabileceği uygun bir fırsat bulmuş oldu. İşte bu yönetim başlangıçta başarılı kabul edilen ve şimdi zikredeceğim çalışmalarla kuruldu:

1-İlişkilerinin ve dış siyasetinin olabildiğince askerileşmesi.

2-Çok taraflı çerçevelere itimat etmekten kaçınmak, stratejik kararların alınmasında münferit davranmak, gerekli olduğunda güvenilebilecek müttefiklerle koordinasyon kurmak.

3-Hegemonya projesinin bir sonraki ve daha önemli adımıyla meşgul olmak için hemen Afganistan savaşını sonlandırmak. Bu önemli adım 11 Eylül'den sonra dünyanın isteklerine uyum sağlayabilecek yeni Ortadoğu'nun kurulabilmesi için temel yoğunlaşma noktası olan Irak'a hakim olmaktır. Bu yönetim, savaşlarını özellikle de Irak savaşını meşru göstermek için ve ülke, hareket, güç ya da kişi kim olursa olsun emperyalist projesine karşı çıkanlara karşı hiçbir yalan, kandırmaca ve kamuflaj yöntemine başvurmaktan kaçınmadı. Bu çerçevede bu yönetim "terör argümanıyla" direniş argümanı" arsında benzerlik kurmaya çalıştı ki direnişin insani ve kanuni hiçbir meşruluğu kalmasın. Bundan sonra da ona karşı başlatılan bütün direnişlere savaş açtı. Halkların onur, izzet ve özgür yaşama hakkının, tam egemenlik hakkı, özel deneylerde bulunma, kültürel ve medeniyet alanında insanlık tarihindeki rolünü ve konumunu alma hakkının son kalesini de yok etti.

"Terörizm" başlığı takibat, yakalama, keyfi gözaltılar ve en basit adil yargılama unsurlarının bile olmaması sebebiyle –Guantanamo'da gördüğümüz gibi- Amerika'nın hegemonya kurma bahanesine dönüştü. Amerika, devletlerin egemenliğine doğrudan müdahale ettikten ve devletleri halklarıyla birlikte cezalandıracak ve keyfi suçlamalarda bulunacak bir markaya dönüştürdükten sonra yıkıcı, yok edici, suçluyla masumu, kadınla genci, çocukla ihtiyarı birbirinden ayırmayan savaşlar çıkarma hakkını kendinde bularak terörizmi hegemonyaya dönüştürdü.

Şu ana kadar Amerika'nın terörizm savaşlarının bilançosu; sadece altyapıyı değil toplum yapısını ve unsurlarını da hedef alan yıkım görüntülerine ek olarak milyonlarca insanın ölmesi oldu. Tarihi gelişiminin aksine toplumun unsurları sonu gelmeyen mezhebi ve ırkçı boyutları olan sivil çatışmaları yeniden körükleyen yozlaşma operasyonuyla parçalandı. Tabi burada bu halkların kültürel ve medeniyet birikimlerinin hedef alındığını da unutmuyoruz.

Şüphesiz ki; Amerikan terörizmi dünyadaki bütün terörizmin kaynağıdır. Bush yönetimi Amerika'yı dünyayı bütün düzey ve alanlarda tehdit eden bir tehlikeye dönüştürdü. Bugün dünyada bir kamuoyu yoklaması yapılsa Amerika en sevilmeyen devlet olarak çıkar karşımıza.

Irak savaşında başarısız olunması, direnme halinin gelişmesi, bu savaşın sonuçlarından bölgesel ve uluslar arası düzeyde duyulan memnuniyetsizlik, terörizmle savaşın özellikle Afganistan'da başarısız olması ve Taliban'ın güçlü bir şekilde geri dönüşü, onun rolünün kabul görmesi, onunla uzlaşmaya çalışılması ve yine Amerika'nın Filistin ve Lübnan'daki direnişe karşı İsrail eliyle açtığı savaşta başarısız olması; Amerika'nın uluslar arası heybetini iki paralık etti ve yeni maceralara girme gücünde stratejik gerilemeye yol açtı.

Ama bu olanlar Amerika'nın meydanı kolay kolay bırakacağı anlamına gelmiyor. Aksine "stratejik çıkarlarını" korumak için gerekli olan her şeyi yapacaktır. Çünkü hegemonyal Amerikan siyaseti; açgözlülüğü ve isteklerinin sınırı olmayan askeri-endüstriyel tersanesiyle ittifak kuran radikal eğilimlerin beslediği fikri projeler ve ideolojik kabuller üzerinde yükselir.

İkinci olarak: Bölgemiz ve Amerikan Projesi

Aciz bırakılmış dünya tümüyle bu kibirli hegemonyanın boyunduruğu altına girmişse bu, tarihi ve kültürel unsurları, kaynakları ve coğrafi konumu sebebiyle bundan en büyük payı alan kesimin Arap ve İslam dünyası olduğu anlamına gelir.

Arap ve İslam dünyası asırlardır sonu gelmez barbar emperyalist savaşlara maruz kalmıştır. Ancak bu savaşların ilerleme kaydettiği aşama, Siyonist varlığın bölgeye ekilmesi ve farklı başlıklar altında çekişen küçük varlıklara parçalanması projesiyle başlamıştır. Bu emperyalist aşama Amerika'nın bölgedeki eski emperyal mirası devralmasıyla zirveye ulaşmıştır.

Amerikan kibrinin en bariz ve temel hedefi; bütün şekilleri; siyasi, ekonomik, kültürel, zenginliklerin yağmalanması –bu zenginliklerin başında petrol gelmektedir ve uluslar arası ekonomi ruhuna tahakküm eden temel araçtır- ve hiçbir ahlaki-insani değer ve disipline bağlı olmayan yöntemleri kullanarak halklar üzerinde hakim olmada ifadesini bulmaktadır. Bu yöntemlerin arasında doğrudan ya da aracı vasıtasıyla aşırı askeri güç kullanımı yer almaktadır.

Amerika hedeflerini gerçekleştirmek için genel politikalar ve eylem stratejilerine baş vurmuştur. Bunların en önemlileri şunlardır:

1-Siyonist varlığın istikrarını garanti edecek bütün yolların oluşturulması, –İsrail, emperyalist ve bölgeyi parçalayacak Amerikan projesinin ileri ayağı ve yoğunlaşma noktasıdır- bu varlığa her türlü güç ve devam etkenleriyle destek verilmesi, ümmetin gücünü ve enerjisini tüketen, imkanlarını saçıp savuran, istek ve ümitlerini parçalayan kanserli yapı rolünü oynamasını kolaylaştıracak güvenlik ağının sağlanması.

2-Halkımızın kültürel potansiyeli ve manevi imkanlarının kısıtlanması, direniş ve cihat sembolleri ve değerlerine dil uzatan psikolojik ve medya savaşları çıkararak maneviyatının zayıflatılması.

3-Bölgedeki istibdat ve bağımlı rejimlerin desteklenmesi.

4-Bölgenin kara, deniz ve hava olarak ayırma ve birleştirme noktası olan jeo-stratejik mevkilerinin tutulması, savaşlarına hizmet etmesi ve mekanizmalarına destek sağlaması için kilit noktalarında askeri üslerin kurulması.

5-Bölgede ilerleme ve güç kaynaklarına sahip olmayı sağlayacak herhangi bir atağa ya da dünya düzeyinde tarihi bir rol oynamaya engel olunması.

6-Bütün çeşitleriyle özellikle de Müslümanlar arasında sonu gelmez iç çekişmelere sebep olacak mezhep fitnesi ve parçalanmışlık ekilmesi.

Anlaşılan o ki; bugün dünyanın hiçbir bölgesindeki hiçbir savaşa evrensel strateji aynasının dışından bakılamaz. Amerikan tehdidi yerel ya da bir bölgeyle sınırlı bir tehlike değildir. Bu nedenle bu tehlikeye karşı koyacak cephenin de evrensel olması gerekmektedir.

Bu mücadelenin zor ve hassas olduğunda şüphe yoktur. Bu tarihi boyutu olan, nesiller arası bir savaştır ve her türlü güç kullanımını gerekli kılar. Lübnan'da yaşadığımız tecrübe bize, zorluğun imkansızlıkla eş anlamlı olmadığını aksine canlı ve etkin halkların, bilinçli, hikmetli ve her türlü ihtimale açık olan liderliklerin peş peşe başarı kazanma iddiasına girdiğini öğretti. Bu iş tarih boyunca dikey olduğu kadar coğrafi ve jeo-siyasi uzantısıyla yatay olarak da doğrudur.

Amerikan kibri daha iyi bir hayat, daha insani bir gelecek; tıpkı peygamberlerin ve salihlerin tarih boyunca gösterdiği ve yüce insan ruhunun özlemlerinde olduğu gibi kardeşlik ilişkilerinin, çeşitlilik ve karşılıklı anlaşmanın, barış ve uyumun hakim olduğu bir gelecek için ümmetimiz ve halkımıza direnişten başka seçenek bırakmamıştır.

velfecr