Nasrallah'tan Açıklama (Tam Metin)
Hizbullah genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, İmam Hüseyinin şahadetinin kırkıncı günü dolayısıyla Balbekte Perşembe günü düzenlenen Erbain merasimlerinde...
Hizbullah genel sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, İmam Hüseyin'in şahadetinin kırkıncı günü dolayısıyla Balbek'te Perşembe günü düzenlenen Erbain merasimlerinde halka konuştu. Bismillahirrahmanirrahim
Hamd alemlerin rabbi Allah'a, salat ve selam peygamberlerin sonuncusu peygamberimiz Muhammed'e, ehli beytine, ashabına ve gönderilmiş tüm peygamberlere olsun.
Değerli alimler, değerli milletvekilleri, değerli kardeş ve bacılarım. Allahın selamı rahmeti ve bereketi hepinizin üzerine olsun.
Selam Hüseyin'e, Hüseyin'in oğlu Ali'ye ve Hüseyin'in çocuklarına ve ashabına olsun.
Sözün başında; Lübnan'ın her bir yanından bu büyük olayı ihya etmek için gelen kadın, erkek, küçük, büyük herkese teşekkür ediyorum. Uzak yerlerden gelip saatlerce yürüyen ve geceyi buralarda geçirenlere teşekkürü bir borç biliyorum.
Peygamber(s.a.v) in torunu Seyyidüşşüheda'nın başına gelen bu büyük musibetten dolayı Peygamber'e olan taziyelerinizin en güzel bir şekilde kabul edilmesi için cenabı Allah'a niyaz ediyorum. Siz Peygamber'in ve torununun bütün çağrılarına her zaman ve her yerde, her sahada, her karşılaşmada icabet edip hiçbir zaman ne malda, ne kanda, ne çığlıkta, ne duruşta ve bedeli ne olursa olsun hiçbir fedakarlıkta cimrilik yapmadınız.
Bu gün, bu yürüyüşün olduğu, bu kalabalıkların bulunduğu bu yerde hicretin 61. yılında zor bir durumda, elem ve keder verici bir şekilde kesik başlar ve esir alınan Peygamber torunları şu an sizin bulunduğunuz mekana geldi. Bu gün siz aynı yolculuğu yapmakla ve coğrafi olarak aynı yolda yürümekle bütün insanlara bu manevi, imani, ruhi, cihadi yolun Peygamber(s.a.v) bisetinden uhuda, bedire ve kerbela'ya yetişene kadar bu yolun diri, kuvvetli, sürekli ilerleyen, ümmeti inşa etmeye muktedir ve ümmetin gurur, onur ve şanını yüceltecek bir yol olduğunun mesajını verdiniz.
Bu gün sizin yüzlerinize, iradenize, kalabalığınıza, ısrarınıza, azminize bakınca hicretin 61. yılında kerbela'da kimin yendiğini ve zafer kazandığını görüyoruz.
Bu gün Kerbela'da şu saatlerde Hz. Hüseyin ve kardeşi Ebu El Fadl Abbas'ın makamları etrafında milyonların ziyarete gittiğini görünce kimin ve hangi mantığın sonsuz zafer kazandığını anlıyoruz. ''Tuzağını kur ve hamleni yap, gayretini göster. Vallahi bizim şanımızı silemezsin ve söylediklerimizi yok edemezsin'' mantığı mı? Yoksa '' Haşim oğulları iktidarla oyalandı, onlardan ne bir haber geldi nede vahiy nazil oldu''. Mantığımı zafer kazandı?
Yani Zeyneb'in mantığımı yoksa Yezid'in mantığımı? Hüseyin'in mantığımı yoksa Yezid'in mantığımı? İslam'ın mantığımı yoksa cahiliyenin mantığı mı?
Bu gün ve asırlar boyunca bütün dünyada şahit olduğumuz üzüntü kafilesinin başkanı, azmin, iradenin, vefa'nın başkanı imam Zeynelabidin'inde bahsettiği gibi Medine'ye girdiğinde onu aşağılamak kastıyla biri kim kazandı? Diye sorar. İmam(a.s): Ezanı işitirsen kimin galip olduğunu anlarsın. Ezanda'' Eşhedü en la ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah'' dediğini duyarsan kimin kazandığını anlarsın.
Biz bu gün, bu merasimler aracılığıyla bu anlama vurgu yapıyoruz, bu projenin ümmetin
yaşamında ne anlama geldiğini, bu dinin yaşanmasında ne anlama geldiğini vurguluyoruz. Aynı zamanda Allah Rasulune, ehli beytine, sahabelerine, kerbela'da Hz. Hüseyin'le şehit olanlara vefamızı, teşekkürlerimizi bildiriyor ve Onların fedakarlıklarıyla bu ilahi mesaj nesiller boyu korunarak bu zamanda ona iman eden, ona bağlanan, onunla amel eden ve onunla geçmişimizi, tarihimizi ve geleceğimizi ve ümmetin birliğini ve halkımızın haysiyetini kazandıran ve onunla zaferler yazmamızı sağlayanlara sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.
Ey kardeş ve bacılarım: Özellikle bu yıllarda tarihteki bu büyük olayı yaşatmamızın tarihte bazı süreçlerde olduğu gibi bu günde özel bir anlamı var.
A.B.D. Tekfircileri kullanarak bölgede kardeş katlini teşvik ediyor.
Bu gün kerbela'ya yürüyüşü, A.B.D. nin kullandığı tekfirci felsefe aracılığıyla bombalı eylemler, intihar bombacıları, toplu katliamlarla insanları tehdit etmesine rağmen engelleyememiştir.
Bu gün Amerika'nın, etnik ve mezhep farklılıklarına rağmen ümmetin evlatları arasında patlamalar ve intihar bombacıları aracılığıyla yıllarca kanlı bir fitne oluşturma girişimleri, milyonların Hüseyin'e ve onun dedesine olan aşkı dolayısıyla makamlarına yürüyerek gitmelerini engelleyebildi mi?
Ne, Kerbela ziyareti yolculuğunda otobüsleri patlatılan Pakistanlıları, ne de suikastlar ve patlamalar dolayısıyla İranlıları, Iraklıları ve Lübnanlıları veya dünyanın neresinden gelirse gelsin Hz. Hüseyin'in makamına ziyarete gelenlere bütün bunlar engel olamadı. Ziyaretçilerin rehin alınması, tarih boyunca bu olayın ihyası için bu uğurda binlerce şehit vermiş bu insanların ziyaretini engelleyemez.
Ben, bu katillere ve canilere şunu söylüyorum. Bu yöntem fayda sağlamaz yanlış bir yöntemdir. Bu yöntem insanların daha fazla bağlanmasını ve yolda ısrarla daha bir kalabalıkla yürümesini sağlar. Bu yöntem kimsenin düşüncesini ve kanaatini değiştirmez. Bu yöntemi gerek İslam dairesi içinde kendileriyle farklı düşüncelere ve farklı görüşlere sahip olunan tekfircilerle ve gerek Sünni ve Şii çerçevede tekrar gözden geçirilmesi lazım.
Hıristiyanların kiliselerine yapılan saldırıların dini hiçbir dayanağı yoktur
Son yıllarda ve özellikle bu yıl içinde birçok Arap ve Müslüman ülkede kiliselerin bombalanması veya yılbaşı kutlamalarını engellemek için kilisede Hristiyanların boğazlanması ne anlama geliyor? İslami ve fıkhi açıdan bunun caiz olduğunu kim size söylüyor?
İslam'ın bu bölgelere girdiği günden itibaren bu kiliseler bayramlarını yapar ve ibadetlerini yerine getirirler, İslam tarih boyunca bu kutsalların yaşanmasına saygı duymuştur.
Öyleyse yeni bir din getiriyorsunuz, yeni bir bidat getiriyorsunuz. Düşüncelerinizi adam kesmeyle, katliamlarla ve bombalamalarla dayatmaya çalışıyorsunuz. Bu yol sizi bir sonuca ulaştırmaz, bu yol çıkmaz bir yoldur ve her halukarda durması gerekir.
Bölgemizde fitne iklimini hakim kılmaya çalışıyorlar.
Ey kardeşler: Biz Lübnan'da ve bölgede çok önemli ve tehlikeli bir süreçten geçiyoruz. Bölgeye genel anlamda fitne iklimi hakim oluyor. Maalesef birçoklarının pusulası kayboldu ve öncelikleri değişti. Birçoğunun ölçü ve terazisi şaşırarak yerini duygusallık, kin ve öfkeye bıraktı.
Hatta değişik minberlerden ve uydu kanallarından maalesef artık tartışma programları duymaz olduk, tartışma yok bilakis karşılıklı hakaretler var. İstisnalar hariç genelde iki kişi karşı karşıya oturup saatlerce birbirine hakaret ediyor.
Bu çok tehlikeli bir süreçtir. Bu şu anlama geliyor, bu süreçte insanın daha sakin, daha tahammülkar ve sorumluluğu gereği karşıdakini daha fazla dinlemesi gerekiyor. Çünkü süreç çok hassas ve her şey birbirine girmiş.
Ümmetimizin ve bölgemizin bu süreçte, özellikle son yıllarda karşılaştığı en tehlikeli durum bölgenin tekrar bölünme projesidir. Daha önce bölünmüş devletler tekrar mezhep, ırk ve aşiret temelli küçük devletçiklere bölünmek isteniyor. Hatta dini ve mezhebi aynı olan devletleri dahi batı-doğu, kuzey-güney diye tekrar bölmek istiyorlar.
Biz bu gün İslam ve ümmetin diriliş gününde itikadi ve ilkesel bağlamda, bölünmenin her çeşidine karşı olduğumuzu belirtiriz. Arap ve İslam ülkelerinin hepsinde ayrılık çağrılarına karşı olduğumuzu ve fedakarlıklar hangi boyutta olursa olsun, gerekçeler ne kadar haklı olursa olsun bütün zorluklara, zulümlere rağmen her ülkenin birliğinin korunması gerektiğinde ısrarcı olduğumuzu söylüyoruz.
Bu gün evham veya hayallerden bahsetmiyoruz. Bu gün bu durum Fitnenin alevlendirilmek istendiği Yemen'den Irak'a, Suriye'ye, Mısır'a, Libya'ya hatta Suudi Arabistan'a kadar birçok Arap ve İslam ülkesini tehdit eden bir durumdur.
Bölme projeleri ve bölme programlarını içeren bu programlara karşı çıkılması lazım. Evet, her ülkede, ülke halkı kendilerinin yönetilecekleri yönetim şeklini ve yöneticileri ayrılığa düşmeden, vatan çatısı altında anlaşarak seçebilirler.
Özellikle Lübnan'ın birliği, toprak bütünlüğü ve kurumlarına halk olarak her zamandan fazla sarılmamız lazım. Lübnan devletçiklere ve emirliklere bölünemeyecek kadar küçük bir ülkedir dolayısıyla oradan, buradan sunulacak programlara Lübnanlıların hepsinin karşı çıkması gerek. Çünkü bu programların başka ülkelerde yaşama şansı olsa bile bu Lübnan'da kesinlikle mümkün değil.
Bütün Lübnanlıları bu gün halkın birliği, toprak bütünlüğü ve kurumlarının korunmasına ve bölünmenin her çeşidine karşı çıkmaya davet ediyoruz.
Ey kardeş ve bacılarım: Lübnan'ın demografik yapısı ve etnik, siyasi, mezhebi çeşitliliği sebebiyle etrafında olanlardan ve özellikle Suriye'de olanlardan en fazla etkilene ülke olduğunu parmağımızın arkasına saklanmadan itiraf etmemiz gerek. Lübnan'da sağlanan fikir özgürlüğü ve siyasi özgürlükler sebebiyle bölgedeki olan olaylardan çok özellikle tek komşusu Suriye'de olan olaylardan etkilenmekte.
Beka ve kuzey bölgesi doğal sınır olmakla beraber sınırın her iki tarafında bulunanların akrabalık ve tarihi bağlara sahip olması( belki de diğer bölgelerde yaşayanlar, bu bölgede yaşayanların durumunu anlayamayabilir) dolayısıyla ortada bir gerçek var.
Suriye'de birçok gerekçeyi barındıran gerçek bir savaş var. Lübnan'da Suriye'nin komşusu olduğu için bu durumdan etkileniyor.
Lübnan'da bu olayların başladığı ilk günden itibaren olaylara farklı bakan iki görüş bulunuyordu.
Birinci görüş diyor ki: Biz Lübnanlılar, Suriye konusunda farklı düşünelim, problem yok. Herkesin bir bakış açısı, kanaati, olayları okuma tarzı ve duruşu var. Bu durumu değişik şekilde ve medya aracılığıyla yorumlayabilir, tartışabiliriz. Siyasi duruş açısından tartışabiliriz ama gelin Lübnan'da savaşmayalım, savaşı Lübnan'a taşımayalım, bu bir yöntem.
İkinci görüş: İlk günden itibaren ve hala şimdiye kadar bu savaşı Lübnan'a taşımak için acele ediyor ve savaşı birden fazla alana taşımaya çalışıyor. Bazı bölgeler bundan etkilenmiş durumda, ben burada isim vermeyeceğim. Çatışmayı bu alanlara taşımayı başaramazsa Suriye'de gerçekleşecek sonuca bağlı olarak yakın zamanda savaşacağı tehdidinde bulunuyor.
Bu yöntem yanlış bir yöntemdir, biz baştan beri birinci yöntemi savunuyoruz. Dedik ki: Lübnan hükümeti üzerinde bile ayrılığa düşelim. Sorun nerde? Lübnan hükümetinde bazılarının Suriye olayında farklı duruşları var bazılarının da bakış açısında, duruşta, içerikte, söylemde ve üslupta 180 derece farklı düşünceleri var. Bu bizim birbirimizle savaşmamızı veya Lübnan'da birinin diğeriyle savaşmasını gerektirmez.
Bizim duruşumuz buydu. Bütün bunlar yetmez gibi diğer taraftan bazıları etnik ve mezhep kışkırtıcılığı yaparak, hakaretlerle tahrikte bulunup diğer tarafı sokağa çekerek savaşmak istedi. Fakat önce Allah'ın izni sonra da Lübnan hükümetinin gayretleriyle iç savaşın Lübnan'a sıçraması önlendi. Bu hassas süreçte ülkeyi diğer taraf yönetiyor olsaydı ülkeyi sadece iç savaşa değil Suriye'yle bile savaşa sokardı. Bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz.
Ben, bütün Lübnanlılara özellikle olayların etkisin yaşandığı Beka ve Kuzeyde daha fazla sabır ve sükunet içinde olmaya ve çatışma ortamı oluşmaması için kışkırtmalardan uzak durmalarını vurguluyorum.
Bu gün bizler, bütün etnik guruplar, mezhepler ve siyasi güçler farklılıkların olduğu bölgelerde, illerde, beldelerde ve köylerde ortak yaşamda ısrar etmeliyiz. Bu zor zamanda insanların birbirinden uzaklaşması caiz değildir. Bilakis bu gün her zamankinden daha fazla alimler, din adamları, etnik guruplar, mezhepler, siyasiler, kültür adamları, seçkinler, sivil toplum kuruluşları, şehir halkı, köy halkı, komşular birbirleriyle her zamankinden daha fazla diyaloğa girip olayların birikip kötü sonuçlara doğru gitmesini engellemek için fitne girişimlerini boşa çıkarmamız gerek.
Bu sorumluluk istisnasız herkesin sorumluluğudur. Şehrimizi, halkımızı ve ortak yaşamı korumak, yaşadığımız bölgede barış ve istikrarın oluşması için bu yönteme göre hareket etmeliyiz.
Tabii herkesi sorumluluk almaya davet ederken, diğer taraftan kışkırtmalara devam edilmesine ve gece gündüz hakaret etmelerine rağmen kimse kılını kıpırdatmıyor. Biz çağrıda bulunup bu çağrıya da bağlı kalmalıyız, ben sizin bu çağrılara bağlı kalmanızı talep ediyorum.
Kimse bunu kesinlikle zayıflık olarak algılamasın. Bu zayıflık değil bilakis gücün kendisidir. Bu gün güç aklın öfkeye hakim olmasıdır, iradenin duruşa hakim olmasıdır. Basiretini çalıştırarak sorumluluk duygusuyla hareket etmendir. Herkesten istenilen de budur.
Suriyeli mültecilerin sorunu büyük bir insanlık sorunudur ve Suriyeli mültecilere kucak açmanızı talep ediyorum.
Lübnan'a iltica edenlerin durumu ile ilgili: İltica edenlerden bahsederken ister Suriyeli aileler, ister Filistinli aileler, isterse daha önce Suriye'de yaşayıp ülkesine dönen Lübnanlılar olsun; Bu mültecilerin durumu bu gün büyük bir insanlık sorunudur. Tabi bunların sayısını tam olarak kimse bilmiyor, son olarak içişleri bakanlığı 200 bin mültecinin Lübnan'a giriş yaptığını söylüyor. Rakamlar belki bundan daha fazla.
Bu mülteci olayına sadece insani açıdan yaklaşılması ve bu meselenin yakından uzaktan siyasi olaylara alet edilmemesi gerek. Lübnan'a iltica eden bu halka, Suriye'de İster rejim yanlısı, ister rejim karşıtı veya ortada olsun Lübnan halkı ve hükümetinin bunlara titizlikle yaklaşması gerek.
Bu insani durumun hiç kimse tarafından siyasi olaylara alet edilmesi caiz değildir. Eğer bununla ilgili sorun varsa hemen tedavi edilmesi gerek.
Aynı zamanda Lübnan olarak bizler bu yoğun mülteci akınından dolayı oluşan güvenlik, iktisadi, siyasi ve toplumsal problemleri anlamakla beraber, başta değindiğim sebeplerden dolayı Suriye'yle sınırı kapatamayız. Biz hangi gerekçeyle olursa olsun buyurun sınırı kapatalım diyemeyiz. Bu insani durumu kabullenip, oluşan toplumsal, iktisadi ve güvenlik sorunları tedavi etmeye çalışalım. Olumsuz bir tercihe gitmeyelim çünkü bunun tehlikeleri her seçenekten daha kötüdür.
Ben bu gün daha önce de yaptığımız gibi, sizlere ve bütün Lübnanlılara bu ailelere değişik bütün bölgelerde kucak açmanız için çağrıda bulunuyorum. Evlerimizde, toplumsal alanlarda, kurumlarımızda bu ailelere kucak açalım. Lübnan'da birçok aile zor yaşam koşulları altında olmasına rağmen insani ve ahlaki sorumluluk gereği bu sorumluluğumuzu ihmal etmeyelim. Biz kendi açımızdan bütün gayretlerimizi gösteriyoruz. Resmi yetkililer ve halkta gayret göstersinler.
Mülteci sorununun gerçek çözümü sınırları kapatmakta değil, gerçek çözüm asıl nedeni tedavi etmektir.
Yani Suriye'de siyasi çözüme kavuşmak için çabalamaktır. Bu insanların evlerine, yurtlarına, vatanlarına, topraklarına dönmesi için kan akmasını durdurmak, ölümleri durdurmak ve her tarafı saran savaşı durdurmak gerekir.
Suriyelilerin kanının akmaya devam etmesinin ve iltica etmeye zorlanmasının sorumluluğu, ister Suriye içinden ister bölge ülkelerinden veya uluslararası toplum tarafından olsun Suriyelilerin siyasi çözüme gitmesine engel olanlardır.
Bu kesimler kendi menfaatleri ve hesaplarından başkasını düşünmezler. Suriye olayları başladığı günden beri önce iki ay, sonra iki ay daha, sonra iki ay daha şimdi iki sene oldu. Bütün veriler askeri seçeneklerde ısrar edilmesi durumunda, bu savaşın çok uzun, kanlı ve yıkıcı bir savaş olacağı yönünde.
Burada hala çözüm için fırsatlar var ancak çözümü engellemek isteyen kesimler var. Tekrar diyorum ki asıl katil, zalim, akan kanın sorumlusu, Lübnan'a, Türkiye'ye, Ürdün'e, Irak'a ve başka yerlere iltica edenlerin asıl sorumlusu Suriye'de siyasi çözümü, siyasi görüşmeleri ve siyasi diyaloğu istemeyenlerdir.
Bu meseleyle ilgili, Lübnan devleti ve halkını siyasi duruşunu gözden geçirmesini talep ediyorum. Bu durum devletin tarafsız politikasıyla çelişmez. Yani Lübnan devleti bu gün Amerikalılara, Avrupalılara, birleşmiş Milletlere ve Arap Birliğine şöyle demesi lazım: Siz bu şekilde Lübnan'a siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan taşıyamayacağı yükü yüklüyorsunuz. Lübnan'da sadece nutuk atarak eli kolu bağlı duramayız, ciddi siyasi bir girişim olması gerekir. Yani siyasi duruşunu geliştirip, siyasi diyalog ve siyasi çözüm isteyen ülkelerin yanında yer almak ve onlara destek vermek için Lübnan'ın baskı yapması gerekir. Tarafsız kalıp eli kolu bağlı bu olayların sonucuna katlanamayız.
Suriye'de rehin alınan Lübnanlıların asıl sorumlusu Türkiye, Suudi ve Katar'dır.
Hizbullah'ta bulunan ben ve kardeşlerim dikkat ederseniz geçen bu süre zarfında herhangi olumsuz bir duruş, olumsuz söz kullanılmaması için bu meseleden uzak durmaya çalıştık. Ancak maalesef bütün bu süre zarfında anlaşılıyor ki bu mesele ve bu sorun siyasi, ahlaki, medyatik açıdan çok kötü bir şekilde kullanılıyor. Bir takım ülkeleri ve siyasi güçleri kışkırtmak maksadıyla kullanılıyor. Lübnan toplumunda çatlaklar oluşturmak ve insanları birbirine düşürmek maksadıyla kullanılıyor.
Biz ilk günden rehin ailelerine şunu söyledik: Sorumluluğu devlete yükleyin, devletin kendisi sorumluğu taşımakla yükümlüdür. Yolları kapatmamalarını ve olumsuz şeyler yapmamalarını söyledik, bu da genel milli bir duruştu.
Bu gün bu kadar zaman geçmesine rağmen herhangi bir sonuca ulaşılmadığı için rehin aileleri Hizbullah ve Emel hareketiyle koordineye girmeden harekete geçtiler bu da onların doğal hakkı.
Fakat aileler devlet yetkililerinden ciddi bir adım atıldığını görürlerse o zaman sokaklara inme ihtiyacı hissetmezler.
Ben, bütün devletlerin çabalarının, bu konuyla ilgili yapılan girişimlere ve çabalara saygı duymakla beraber, yetersiz olduğunu ve tatminkar olmadığını düşünüyorum.
Bu gün devlet olduğunu iddia eden bir devlet vatandaşlarının sorumluluğunu üstlenir.
Bütün bir açıklıkla Lübnan devletini ve hükümetini rehin alan tarafla direk pazarlığa girmeye çağırıyorum. Sorun nerde? Bu tür girişimler bütün devletlerde olur. Kimse bize bu hususta değersiz siyasi mülahazalarda bulunmasın.
Sürünceme de kaldığı sürece Lübnanlı, Türkiyeliyle görüşür, Türkiyeli belki de Arapça olarak anlar ve yavaş hareket eder böylece nereye varacağımızı kestiremeyiz, herhangi bir sonuca da ulaşamayız. Ben yetkililerden direk görüşme yapmalarını talep ediyorum.
Ya da Lübnan hükümeti rehin alan tarafa tesir edecek ülkelere baskı yapar. Kimse kimseyi kandırmasın Suriye'de etki altında olmayan gurup var mı? Burada para desteğinde bulunan ülkeler var, silah desteğinde bulunan ülkeler var ve sınırını açan ülkeler var. Daha açık bir ifadeyle burada etki edebilecek üç ülke var. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar.
Niye oturup mırıldanarak zaman kaybediyoruz? Bu üç ülke para ve finans sağlıyor, silahı da veriyor, savaşan guruplarla da irtibat halinde. Türkiye sınırda ki bütün kolaylıkları sağlıyor. Lübnan devleti buyursun. Arap birliğinde üye, İslam birliğinde üye, rehineler hususunda hiçbir yetkili sorumluluğu üzerinden atamaz.
Bu gün önümüzde kendisine büyük ümitlerin bağlandığı ve Lübnanlıların ekonomik, yaşamsal ve toplumsal sorunlarını giderecek bir olay, o da petrol ve gaz kaynakları.
Gaz'la ilgili temel bazı aşamalara gidelim: Şunu sormamız lazım, Gasıp ve işgalci düşmanımız, Filistin halkının kaynaklarını çalan ve talan eden düşman İsrail medyanın söylediğine göre gaz çıkarmak için gerekli bütün aşamaları üç ayda tamamladı ve yakında gazı çıkarıp, ihracatını yapacak. Biz Lübnanlılar ise hala mukaddimelerle meşgulüz.
Burada bu hususla ilgili cevaplanması gereken diğer bir soru; Bu zenginlik kaynakları özellikle deniz altında veya bazı bölgelerde yakın olduğu için birbirine girebilir ve İsrail tarafından bir tehdit veya tehlikeyle karşı karşıya kalabilir. Hatta Lübnan'ın bu zenginliklerden faydalanmaması için İsrail veya onun efendileri tarafından arama yapacak şirketler tehdit edilerek el çektirilmek istenebilir. Lübnan devleti bu meseleyi nasıl çözecek?
Burada milli bir strateji uygulamaya çağrıda bulunuyoruz. Eğer devlet bize bu konuyu bırakmak isterse biz hazırız.
Ey kardeş ve bacılarım İsrail'in önünde net bir strateji var, İsrail sadece denizde petrol ve gaz kuyularını bulduğu için donanma gücünü, füze gücünü, hava savunma gücünü arttırarak tatbikatlar yapıyor. Petrol zenginliğini koruyacak askeri, güvenlik, teknolojik ve istihbaratla ilgili her şeyi İsrail yaptı. Aynı zamanda platformlar kurarak kuyuları açmaya başladı.
Lübnan'da biz ne yaptık? Elimizde ülkeyi savunacak birkaç silah ve füze için sabah akşam direnişin silahı, sabah direnişin silahı! Bu şekilde Lübnan'ı sorunlarından kurtarıp petrol zenginliğini korumayı mı düşünüyorsunuz?
Bu gün İmam Hüseyin'in Erbain merasimleri dolayısıyla Muharrem'in onuncu gününü hatırlayarak bizi yok etmeye çalışan bütün dünyaya şunu söylemek istiyoruz: 1985 yılında direnişin sahip olduğu imkanlar neydi, ancak bölgede ki en güçlü devlet olan İsrail'i hezimete uğrattı. 2000 yılı ve 2006 yılında imkanlar daha fazlaydı ancak İsrail'in sahip olduğu imkanlarla kıyas bile edilemez.
Siz bizim gücümüzü sayı ve silahla değerlendirdiğinizde hata yapıyorsunuz. Bizim gerçek gücümüz imanımızdadır, irademizdedir, azmimizdedir, Allah'a, Resulüne ve Seyyidüşşüheda'ya olan aşkımızdadır. Şerefli bir hayata olan isteğimiz ve irademizdedir.
''Sizin ölümünüz bizi yaşatır ve sizin yaşamınız bizi öldürür'' sözü bizim kültürümüzdür. Siz bizim her saat ve her gün tekrarladığımız ve kerbela'dan aldığımız gerçek gücümüzü anlamakta hata ediyorsunuz.
O evlatlık oğlu evlatlık tarih boyunca iki tercihte bıraktı. Ya ölüm ya da zillet! Heyhat zillet bizden uzaktır.
Dolayısıyla dosta ve bütün sevenlere dediğim gibi düşmana da şunu söylemek istiyorum: Direnişe korkmayın çünkü bu direnişin gücünün kaynağı başka yerden.
Biz buradan direnişin İmamı İmam Musa Sadra, direnişin seyyidi Abbas Musavi'ye, Lübnan'da direnişin ilk başladığı şu alandan Peygamberimize ve bütün peygamberlere, imamlarımıza ve seyyidüşşüheda'ya, bütün şehitlere, bütün özgürlük aşıklarına, bütün şerefli insanlara, bütün mukaddeslere, zulme, zillete ve işgale karşı olan herkese şunu söylüyoruz:
Biz Hz. Hüseyin'in kerbela'sında kalmaya devam edeceğiz.
Bizimle onun arasına ne şiddetli soğuk ne de yakıcı sıcak, ne ölüm ne de öldürülme, ne tehdit ne de fedakarlık, fedakarlıklar hangi seviyede olursa olsun çağrı aynı çağrı kalır: Lebbeyk Ya Hüseyn.
Vesselam'u aleykum ve rahmatullahi ve berekatuhu.
KUDÜS HABER