Nasrallah:Tekfirciler Ümmetin Yeni Büyük Felaketi
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, şu an tekfircilerin yarattığı felaketin, 1948’deki ‘nekbe’den çok daha büyük ve tehlikeli olduğunu söyledi.
Asıl meselelere geçmeden önce izin verirseniz kişisel bir meseleye değinmek istiyorum. Zaman zaman bazı medya organlarında ve sosyal medyada benim öldüğümden, kalp krizi ya da beyin kanaması geçirdiğimden, kanser olduğumdan söz ediliyor. Ben öncelikle bu tür şeylere kulak verilmemesini istiyorum. Bunlar kesinlikle doğru değil.
Bunlar morallerin bozulması için yürütülen psikolojik savaşın bir parçası olarak ortaya atılan söylentiler. Şüphesiz ölüm Allah’ın elinde olan bir şey; ancak sağlığımla ilgili olarak şunu söyleyeyim ki hiçbir hastalığım yok. Hatta Allah’a şükürler olsun ki hiçbir ilaç kullanma ihtiyacı da duymuyorum. Ama bir insanın şehadeti, katledilmesi veya ölümü Allah’ın elindedir. Bir insanın ölümünün gizlenmesi mümkün değildir. Bazı yerlerde bu iş yapılmaya çalışılsa da biz böyle bir şey yapmıyoruz.
Bazı sosyal medya hesapları benim konuşmalarım sırasında meyve suyu içiyor olmama işaret ediyorlar. Meyve suyu içmemin sağlığımla bir ilgisi yok. Bir saatlik bir konuşmada ağız kuruluğunu önlüyor. Konuşma yapan herkese de meyve suyu, limonata tavsiye ederim.
Şimdi izninizle bugünkü konuşmanın konusuna geçelim. Öncelikle içinde bulunduğumuz günlerdeki bazı münasebetleri tebrik edeyim. Peygamberimizin biset günü (peygamberlikle görevlendirilmesi) ve miraç kandili bunlar arasındadır. Ayrıca taziyelerimizi bildirmemiz gereken bir münasebet olarak da İmam Musa Kazım’ın şehadeti söz konusu.
Ayrıca bu zorlu şartlarda ibret almamız gereken bir münasebet olarak Filistin’deki nekbe gününün, ümmetin 1948’deki nekbesinin (büyük felaket) 67. Yıldönümü ve Lübnan’da Siyonist düşmanla yapılan 7 Mayıs 1983 anlaşmasının yıldönümü var.
Lübnan halkı şehitlerinin kanı ve mücadelesiyle bu anlaşmayı ortadan kaldırdı. Konuşma sürem bir saat ve ben bu süreye bağlı kalacağım. İzin verirseniz öncelikle konuşmamın ana başlıklarını açıklayayım. Bu konuşmamda bunların hepsine değinemezsem geri kalanları inşallah bir başka konuşmaya bırakırım.
Öncelikle Nekbe günüyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Daha sonra konuşmamın asli bölümü olarak Kalamun savaşı var. Üçüncü mesele Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Mişel Aun’un dünkü basın toplantısındaki açıklamaları, dördüncü olarak Bahreyn ve beşinci olarak da Yemen meselesine değineceğim.
Nekbe günü
Nekbe için öncelikle şunu söylemeliyim ki Filistin halkının ve bu ümmetteki birçok kişinin 67. Yıldönümü münasebetiyle düzenlediği törenler ümmet açısından bir yenilgidir. Bu mesele bir gerçekliktir. Bölge halkları o dönemde, Siyonist-İngiliz komplosu ile karşı karşıyaydı. 1948’de topraklar işgal edildi ve gasıp Siyonist rejim kuruldu. Yüz binlerce Filistinli mülteci oldu. Bu bölgeye yönelik yeni bir saldırganlığın ve tehlikenin öncülüydü.
İsrail daha sonra 1967’de yayıldı. Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Mısır’da Ürdün’de hükümetlere, ordulara, halklara yönelik saldırganlığın ve savaşın etkeni oldu. Bu rejimin sürekli saldırganlığından en büyük pay, Filistin ve Lübnan halklarına düştü; bu hala da devam ediyor.
Sonraları devam eden temmuz savaşı ya da Gazze savaşları bu meseleyi ortaya koyuyor. 1948’deki nekbe gününün yıldönümünde ibret almaya ihtiyacımız var. Bugünkü kuşaklara o dönemlerin şartlarını anlatmak gerekiyor. 1948’deki o olayların niçin yaşandığını çok iyi incelememiz ve sonra bunu bugünkü kuşaklara anlatmamız gerekiyor. Bugünkü kuşaklar hala o dönemin şartlarının ve hatalarının sonuçlarına katlanıyorlar.
O dönemdeki sorumluluklar hakkında, Arap devletlerinin, liderlerinin, krallarının, emirlerinin ve siyasi güçlerinin, aydınlarının bireysel sorumluluklarının ölçüsü hakkında konuşmalıyız. O dönemin kuşaklarının tehlike ve tehditler konusundaki anlayış düzeyi hakkında konuşmalıyız.
Heder edilen fırsatlar hakkında, gösterilen ihmaller, bunların sebepleri ve yapılan yanlış hesalar hakkında konuşmalıyız. Grupsal çıkarlar ve bir ülkenin çıkarlarına, tüm ümmetin çıkarlarından öncelik verilmesi hakkında konuşmalıyız. Yanlış öncelikler hakkında konuşmalıyız.
İktidar koltuklarının korunması için yapılan ihanetler ya da krallık yahut iktidar koltuklarının oluşturulması için yapılan pazarlıklar hakkında konuşmalıyız.
Bunlara karşın o dönemin liderlerinin, aydınların, mücadelecilerinin, direniş hareketlerinin kahramanca tutumlarını da hatırlamalıyız. O dönemdeki birçok direniş hareketi ve örgütü mazlum bırakıldı, aşağılandı ve bu ümmet içerisinde garip kaldı. Burada son kurşununa ve kanının son damlasına kadar savaşan şehitleri de hatırlamalıyız. Yani her iki tarafı da görmeliyiz. Kuşkusuz birinci taraf daha tehlikeli ve daha büyüktü ve büyük felakete (nekbe) sebep oldu.
Nekbe günü faciasının sonucu Filistin’in, Filistin’deki ümmetin kutsallarının kaybedilmesi, Filistin halkının parçalanması oldu ve bu sonuçlar hepimizi de etkiledi. Bunların tümünü incelemeliyiz. Elbette burada bunun için zaman yok, ama bu işin yapılası için herkese çağrı var. Ümmetin geçmişinin sorumluluğunu, bugünün şartlarını ve geleceğinin sorumluluğunu omuzlarında hisseden herkes bu incelemeyi yapmalıdır.
Tekfirciler yeni nekbe
Bugün bu gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Zira biz şu anda yeni bir büyük felaket (nekbe) ile karşı karşıyayız. Bu çok daha büyük ve tehlikeli felaket tekfircilerdir.
Birinci nekbenin faili Siyonist-İngiliz komplosuydu. Bugün ise ABD-tekfircilik-siyonizm komplosuyla karşı karşıyayız. ABD, bu komployla ümmeti zayıflatmaya, parçalamaya ve ona hakim olmaya çalışıyor. Bugün bizler geçmişteki sorunların aynısıyla karşı karşıyayız.
Tehlike ve tehdidi anlama, sorumluluk üstlenme, fırsatları kaybetme, yanlış hesaplar, etnik, grupsal veya mezhebi çıkarları ulusal çıkarların ve ümmetin çıkarlarının önünde tutma… Bütün bunlar, yeni bir tarih ve yeni başlıklar altında bir kez daha gündemdedir, geçmişteki mazmunlarıyla yeniden tekrar etmektedir. Tüm bu sorunlara karşı bilinci, basireti ve direnişi güçlendirmek için çaba göstermek gerekir.
Yeni nekbe, yıldönümlerinde törenler düzenleyip rahatsızlığımızı dile getirdiğimiz 1948’deki nekbeden çok daha büyük ve tehlikelidir. 1948’deki nekbede Filistin kaybedildi; ama Filistin halkı kaldı. İşgal altında olsa da Filistin’in kutsalları kaldı ve Filistin davası söz konusu edildi.
Tekfircilerin ümmet içinde yarattığı yeni nekbe, Filistin davasının kaybedilmesine, kutsallarının kaybedilmesine; bütün bunlardan çok daha tehlikeli olmak üzere ülkelerin ve halkların kaybolmasına neden olacak. Lübnan’a, Suriye’ye, Irak’a, Yemen’e Bahreyn’e, Mısır’a, Libya’ya, Pakistan’a, Afganistan’a tüm Arap ve İslam dünyasına yayılacak.
Tekfircilerin bayrağının, liderlerinin, savaşçısının fikri, kültürel, askeri, mali ya da enformasyon desteğinin olduğu her yere bu nekbe yayılacak. Bu nekbe, nerde olursa olsun onları destekleyen ve örgütleyenlerin de başına bela olacak.
Bu sebeple 1948’deki nekbenin tecrübesinden yararlanarak herkesten tarihten ders almasını ve ibret çıkarmasını istiyorum. Bizim, babalarımızın ve evlatlarımızın sonuçlarından acı çektiğimiz bu tarihten torunlarımız da acı çekecek. Bu Amerikan-tekfirci komplosu karşısında hepimiz sorumlu davranmalıyız.
Onlar daha büyük bir nekbe yaratıp, ülkeleri, halkları, orduları ve kutsalları yok etmek istiyorlar. Bizim 6 ay, 1 sene, 2 sene, 3 sene önce sözünü ettiğimiz şartlara bugün birçok ülkede karşı karşıyayız.
Yıkım, tahrip, katliam, kafa kesme, parçalanma, bölünme ümmeti bekliyor. Eğer bu tekfirci komploya karşı sessiz kalınırsa, Siyonist komploya karşı koymada olduğu gibi geç kalınmış olur
Seyyid Hasan Nasrullah, konuşmasının devamında Kalamun’daki silahlı gruplara yapılan operasyonlarla ilgili konuştu:
Kalamun meselesiyle ilgili olarak da özetle yaşanan gelişmelere, sonuçlara ve gelecek perspektifine değinmek istiyorum. Birkaç gün önce Kalamun bölgesinde iki taraf arasında kapsamlı çatışmalar başladı.
Birinci taraf; Suriye ordusu, onun yanında halk savunma güçleri, halk komiteleri, Kalamun bölgesinde yaşayanların oluşturduğu gönüllü güçler ve Lübnan Direniş güçleri bulunuyor. İkinci tarafta ise başta Nusra ve IŞİD olmak üzere o bölgedeki silahlı gruplar var.
Bu savaşın sahası, büyük bir bölümü Lübnan sınırlarının içinde olan Şarkiya dağının etekleri ve Suriye’deki Kalamun dağlık bölgesi. Burası, sizlerin de televizyonlarda gördüğünüz gibi tamamen dağlık ve tepelik bölgelerden oluşuyor. Tepe derken küçük tepelerden söz etmiyoruz. Yüksek dağlardan söz ediyoruz bunlardan bazılarının örneğin Musa tepesinin denizden yüksekliği 2500 metreye ulaşıyor.
Tüm bölge birbirine birleşik tepelerden ve dağlardan oluşuyor. Savaş, yüzlerce kilometrekarelik dağlık ve uzak bir alanda devam ediyor. Suriye’nin Kalamun bölgesindeki ya da Lübnan’ın Baalbek ve Hermel bölgesindeki yerleşim alanlarına hakim tepelerde askeri mevziler ve üsler vardı.
Silahlı grupların birçok eğitim kampı, toplanma merkezi, silah ve mühimmat deposu, çalınmış araçlara bomba yerleştirilen birkaç atölye, operasyon odaları, Arsel ile Kalamun arasında Zebedani’ye ve Şam kırsalına kadar uzanan alanda silah ve militan intikalinin sağlandığı geçiş güzergahları bu savaş bölgesinde yer alıyor.
Televizyonlardan, bomba yerleştirilmiş birçok aracın olduğunu gördük. Bu sahada her aşamasında birçok yüz yüze şiddetli çatışma yaşandı ve bunların tümünde silahlı gruplar yenildi ve geri çekildi. Bir tepeden diğer tepeye, bir vadiden diğer vadiye çatışmalar oldu.
İnsaflı konuşmak gerekir, düşmanlarımızın toplu halde kaçtığı veya geri çekildiği söylenemez. Onlar tüm bölgelerde güçleri yettiğince savaştılar. Ağır insani ve mali kayıplar verip yenilince de geri çekildiler.
Şimdi bu savaşın sonuçlarından söz edelim. Elbette ben savaşta bir aşamanın bitip başka bir aşamanın başladığını kastetmiyorum. Biz hala çatışmaların merkezindeyiz. Ben sahadaki çatışmaların doğrudan sonuçlarına değinmek istiyorum. Dolayısıyla daha kapsamlı ve önemli sonuçlarına değinmiyorum.
Örneğin Kalamun’daki zaferin, Suriye’deki tüm savaşa veya bölgedeki tüm çatışmalara yönelik etkisinden söz etmiyorum. Düşman İsrail bu savaş sürecini yakından izliyor. Dolayısıyla bu savaşın İsrail’le olan savaşa da etki var. Ben burada askeri stratejik meselelere değinmiyorum; yalnızca bu savaşın doğrudan sonuçlarına işaret ediyorum.
300 kilometrekarelik bir alan silahlı gruplardan temizlendi
Bu savaşın doğrudan sonucu, silahlı grupların ağır bir yenilgi alarak tüm çatışma bölgelerinden çekilmesidir. Onlar tüm çatışma bölgelerinde yenildiler ve buralardan çekildiler. Suriye ve Lübnan topraklarındaki yaklaşık 300 kilometrekarelik bir alan silahlı grupların hakimiyetinden kurtarıldı. Elbette bu alanın büyük bir çoğunluğu Suriye topraklarında.
Silahlı grupların bu bölgedeki varlığı tamamen ortadan kaldırıldı. Tüm kampları, askeri merkezleri, araçlara bomba yerleştirdikleri tüm atölyeler yok edildi. Kardeşlerimiz bomba yerleştirilmiş araçları patlatıyorlar. Bombaları etkisiz hale getirme macerasına girip risk almıyorlar. Bugün Lübnan plakası taşıyan bir araca 500 kilo patlayıcı yerleştirilmiş olduğuna tanık olduk.
Bu araç Lübnan veya Suriye içerisinde patlatılabilirdi. Araçta Lübnan plakası olduğuna göre bunun Lübnan içerisinde patlatılmasının düşünüldüğü söylenebilir.
Silahlı gruplar bu savaşta ağır kayıplar verdiler, ben rakam vermek istemiyorum. Suriye ve Lübnan kentlerini birbirine bağlayan dağlık bölgeler temizlendi. Asel el-Vard, el-Cuba, Ras el-Ma’rra, Flita (Suriye’de); Brital, Baalbek ve Nahle’ye (Lübnan’da) bağlandı ve tüm bu bölgeler silahlı gruplardan temizlendi.
Zebedani bölgesi, Kalamun ve Arsel bölgesindeki silahlı grupların varlığının olduğu bölgelerden tamamen ayrıldı. Silahlı grupların Şam kırsalı ile olan geçiş güzergahları kesildi.
Silahlı grupların Şam kırsalı da dahil olmak üzere Zebedani’deki en büyük silah, militan intikali ve mali desteği, Lübnan sınırındaki diğer bölgeler ile Arsel’deydi, Lübnan ordusu tüm tedbirlerine rağmen bu şartlara engel olamamıştı. Silah, mühimmat, para ve diğer yardımlar Arsel’e ve oradan Arsel’deki mülteci kamplarına, oradan Arsel’in dağlık bölgelerine ve oradan da Kalamun ve Şam kırsalına naklediliyordu. Şu an tüm bu güzergah kesilmiş oldu.
Ben abartmak istemiyorum, bu yüzden de diyorum ki bu bölgelerde ve Şam-Humus yolunda daha fazla güvenlik sağlandı. Ben burada tam bir güvenlikten söz etmiyorum. Zira silahlı gruplar, kentlerin etrafındaki dağlık bölgelerde var oldukça tam bir güvenlikten söz edemeyiz. Silahlı gruplar Arsel civarındaki dağlık bölgelerde ve Kalamun’un küçük bir bölümünde hala varlar.
Coğrafi konum açısından çok iyi bir menzil kazanıldı. Zira dağlar ve yüksek tepeler kontrol altına alındı. Dolayısıyla Musa, el-Bustan, Baruh ve Abdulhalık tepeleri kontrol altına alındıktan sonra daha fazla hakimiyet kazanıldı. Suriye ordusu ve Direniş mücahitleri geniş bir alanda görüş ve ateş altına alma üstünlüğü elde etti ve silahlı grupların hareketliliği sınırlandı.
Şimdiye kadar 13 şehit verdik
Biz savaş ve operasyonlarda genellikle şehitlerin sayısı hakkında konuşmuyoruz. Ama izin verirseniz Kalamun’u bundan istisna tutalım. Zira daha çatışmaların başladığı gün Lübnan’da ve diğer yerlerde silahlı grupları destekleyen medya, Hizbullah’ın 40 şehit verdiğini söylediler. Biz iki ya da üç gün sonra şehitlerimizin sayısının 3’e ulaştığını açıkladık.
Silahlı grupları destekleyen Lübnan ve Arap medyası, Hizbullah’ın şehitlerine her gün 10, 15 veya 30 ilave yaptılar ve on gün içinde şehit sayısını toplamda 150’ye çıkardılar.
Ama gerçek şu ki Hizbullah’ın bu savaşta şimdiye kadar verdiği şehit sayısı 13’tür. Gerçi bizim için tek bir şehit de değerli ve fazladır; yani ben 13 şehidin az olduğunu kastetmiyorum. Sadece bu medyanın kasıtlı yalancılığını rezil etmek istiyorum.
Suriye ordusundan ve Suriye halk güçlerinden de 7 kişi şehit oldu. Dolayısıyla biz şu ana kadar sahada büyük bir askeri başarı ve zaferle karşı karşıyayız. Askeri uzmanlar, askeri ve teknik açıdan bu zaferin önemini açıklayabilirler. Savaş dağlık bir bölgede yapılıyordu ve çok sayıda güce ihtiyaç vardı. Savaş sahası 30 kilometre uzunluğa ve 10 kilometre genişliğe sahipti.
İkinci bölüme geçmeden önce Lübnan’a, Suriye’ye ve tüm ümmete hizmet ederek yeni bir nekbeye karşı mücadele edenlere, savaşanlara ve şehitlere selam göndermek görevim. Aynı şekilde bu şerefli şehit ailelerine selam ediyorum. Hak olduğundan hiçbir kuşku olmayan bu savaşta oğullarının şehadetini tebrik ediyorum. Yakınlarını kaybedenlere taziyelerimi sunuyorum.
Savaşıp temiz kanını toprağa döken yaralılara selam gönderiyorum. Tüm ümmeti savunmak için tekfircilerle savaşta Lübnanlılarla Suriyelilerin kanı birlikte aktı. Yaralılar için dua ediyorum.
Büyük çabalarla ve zorluklara sabrederek bu büyük kahramanlığı yaratan tüm komutanlara, subaylara, askerlere ve mücahitlere selam ediyorum.
Bu kahramanlık ve yiğitlik, bu vefa ve fedakarlık karşısında saygıyla eğiliyoruz. Bizler böyle yiğitlere sahip oldukça bu ümmet yeni ‘nekbe’ler yaşamayacak.
Ayrıca kendi halkıma, özellikle de oğullarını bu savaşa gönderen, Lübnan, Suriye ve Filistin’in yeni zaferleri için bu mücadeleyi destekleyen tüm ailelere selam gönderiyorum.
Kaynak: YDH