Nasrullah, İsrail tatbikatını analiz etti
Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah'ın 18.05.2009 tarihinde yaptığı konuşmanın tam metni:
İlk olarak bu geceki konuşmama başlamadan önce bütün Müslümanlara, İslam alemi, bütün yetkili makamlar özellikle İmam Hamanei ve ilim havzalarına Ayetullah Uzma Muhammed Taki Behcet'in rabbine kavuşmuş olması hasebiyle başınız sağ olsun diyor, özellikle ailesi, öğrencileri ve takipçilerine Allah'tan sabır diliyor, Hizbullah olarak bizim de manevi, kültürel olarak değerlerimizin yanında yer alan, bize manevi destek veren, bu direniş ve onun mücahitlerini dualarıyla bereketlendiren, Temmuz savaşında ilk defa bize zafer müjdesini veren bu Rab aşığını kaybetmekten duyduğumuz derin üzüntüyü dile getiriyoruz.
Bu başlangıçla, bu büyük alimi kaybetmekten duyduğumuz derin hüznü ifade etmek, Allah'ın onu rahmetine katması, onu hak ettiği derecelere yükseltmesi ve alimlerimizin onun gidişiyle oluşan büyük boşluğu doldurması için dua etmek istedim.
Ey Kardeşler! Bahsetmek istediğim ilk başlık ikinci konuya girmeme de yardımcı olacak. İlk konu Filistin felaketi hatta bütün ümmetin başına gelen felaketin 61. yıldönümüdür.
Tabi biz burada delil getirmek zorunluluğu duymuyoruz. Çünkü geçen bunca senede basın, konuşmalar, konferanslar kanalıyla bu gerçekleri yaşadık özellikle bölgede yaşayan halk doğrudan bu meselelerin gerçekliğini yaşıyor.
İsrail İşgalle Kurulmuş Bir Devlettir, Meşruluğu Yoktur
Fakat felaketin yıldönümünde hızlıca üzerinde durulması ve hatırlatılması gereken gerçekler olduğuna inanıyorum. İlk olarak; bu düşmanın başkalarının topraklarını gasp ederek, insanları özellikle de kadın ve çocukları kıyımdan geçirerek, toplu göç ve işgalle varolduğu hala da işgal temeli üzerinde ayakta durduğu gerçeğini vurgulamamız gerekiyor. Gasp, kıyım, tehcir ve işgal üzerine kurulmuş bir devlet yasal olmaz, olamaz.
İkinci olarak; özellikle şimdiki ve gelecek nesillerin bu devletin 61 seneden beri bu topraklarda bulunmasının bütün savaşların, musibet, bela, gerginlik ve krizlerin sebebi olarak görmeleri gerekmektedir. Geçmiş, şimdiki ve gelecek nesillerin bu kanserli yapının bölgeye ekilmesini, orada bulunmasının sonuçlarını, etki ve oluşumlarını taşıması gerekmektedir.
Yine herkesin bilmesi ve hiç kimsenin bölgede çıkan savaşların bu devletin zorlaması, isteği, burnu büyüklüğü, ve düşmanlığı yüzünden çıktığı gerçeğini inkar etmemesi gerekiyor. Bölge halkının, hükümetler ve Arap ordularının yaptığı şey, 1948'de temellerini atan, 67'de genişleyen, 82'de Lübnan'a kadar uzanan bu işgalciye verilen tepkilerdir.
Üçüncü olarak; bölgedeki gerçeği olduğu gibi söylemeliyiz: çatışmanın sebebi Filistin meselesidir. Bundan sonra meydana gelenler bu çatışmanın gerekleri, etkileri ve sonuçlarıdır. Yapılan bahisler her zaman Filistin davasının tasfiye edilmesi ve Filistin'in kendi halkı, Müslüman halklar ile dünya halkları tarafından unutulması yönündeydi. Planlama ve çabalar, Filistin halkını gerçeği kabul etmeye, ümitsizliğe gark olma, vatanı, toprağı ve meşru haklarından vazgeçmeye sevk etme yönünde harcanıyordu.
Gizli ve Israrlı Çalışma
50'li yılların başlarından itibaren başka yurt edinme, özerk yönetim, Gazze, Batı Yaka ve hatta Filistin dışında yurt edinme projesi ortaya atıldı. Buna ek olarak; Filistin halkı ve Filistin davası diye bir şey kalmasın diye onları aile ve fert fert dünyanın farklı ülkelerine göçe zorlama, kolaylıklar sunma, göç ettikleri toplumlara entegre olmalarını sağlama gibi hesaplı, gizli ve ısrarlı bir çalışma yürütüldü.
Filistin halkına karşı kurulan 61 yıllık komplo döneminden ve Filistin halkının direnişinden sonra bugün Filistin halkını, silahlı direnişini, intifadasını, değer ve sabrını övmek gerekiyor. Şehitlerini, şehit yakınlarını, hala demir parmaklıklar ardında olan 11 bin esiri, Lübnan'daki kamplarda olduğu gibi bazı kamplarda çok kötü insani yaşam koşulları altında yaşayan mültecileri ve göçmenlerini övmek gerekiyor.
Bütün zor şartlara rağmen başka vatan edinmeyi reddedişi övülmeli. Bu halk teslim olmadı, geri adım atmadı, zayıf düşmedi, ümitsizliğe kapılmadı ve hatta herkesin ondan ümitsiz olmasını, teslim bayrağını çekmesini beklediği bir zamanda Aksa İntifadasını başlattı. Bu büyük halk intifadası ve silahlı direniş İsrail'i Siyonist liderlerin 2. bağımsızlık savaşı olarak adlandırdıkları bir durumla karşı karşıya bıraktı.
61 yıl boyunca Arap ve Müslüman halkların yaptıkları fedakarlıklar da övülmeli. Arap ordularının özellikle civar ülkelerin ordularının, Siyonistlerle uzun süreli yıpratma ve zorlu savaşlara girip tarih boyunca unutulmayacak kahramanlık örnekleri sunan Mısır ve Suriye ordularının fedakarlıkları övgüye değer.
Dördüncü olarak; bu münasebetle Arap ve İslam aleminin özellikle Arap hükümetleri ile halklarının Filistin karşısındaki, özellikle bugün Filistin halkının direniş ve reddetme cesaretine rağmen Gazze'de son savaşın izleri, ambargo ve baskılardan yana maruz kaldıkları, Batı Yaka'da tutuklamalar, yerleşim birimleri, parçalanmalar, Kudüs'te Yahudileştirme, evlerin yıkılması, Filistinli ailelerin göçe zorlanması, Filistin içinde ve dışındaki mülteci kamplarındaki ya da 11 bin esirin ömür tükettiği hapishanelerdeki zor şartlar karşısındaki sorumluluklarını hatırlatmak gerekir.
Filistin Teslim Olmadı, Olmayacak
Burada tabiiki öncelikli mesuliyet Filistin halkına düşmektedir. Ama bütün bir ümmet bu halkın yanında yer alma, onu elindeki bütün imkanlarla her şekilde destekleme sorumluluğunu yüklenmelidir. Bu, destek olunmayı, ümmetin onun yanında yer almasını hak eden bir halktır. Bunun en büyük delili de uzun senelerdir teslim olmayı reddetmesi, direnişin bütün acılarına katlanması ve bu düşmanla olan mücadelesine devam etmesidir.
Bahsedeceğimiz ikinci başlık, felaketin oluşundan bu güne cereyan eden olaylar kanalıyla muhatap olduğumuz "değişim 3" noktası adındaki Siyonist tatbikattır. Siyonist düşman bu ayın sonundan 4 Haziran'a kadar bunu uygulamaya çalışacak. Bu benim konuşmak istediğim asıl konudur. Vakit elverirse casusluk şebekelerine de değinmek istiyorum.
Tatbikat konusu ayrıntılarıyla anlatmamız gereken çok önemli ve hassas bir konudur.
Başlığı kısımlara ayırdım. İlk olarak; "değişim 3" noktası tam olarak nedir? İsrailli şimdi ne yapmaktadır? İkinci olarak; tatbikatın okunması, analiz edilmesi ve ihtimallerin neler olduğu? Üçüncü olarak; istenen nedir ve nasıl davranmalıyız? İlk önce Temmuz savaşının bitmesinden bu yana İsrail kanadında hükümet, ordu, güvenlik güçleri, uzmanlar, gazeteciler ve kamuoyunda Lübnan savaşının tam bir fiyasko olduğu yönünde bir görüş birliği olduğunu hatırlatmalıyız.
İster yenilgi ister zafer olarak adlandırılsın İsrail'de Lübnan'daki hiçbir hedefini gerçekleştiremediği yönünde bir anlayış oluştu. Winograd raporunu okuduk, düş kırıklığını, hükümet, parlamento, hükümet başkanı, savunma bakanı, ordu komutanları ve güvenlik güçlerinin işlerindeki boşlukları, noksanlıkları, kusurları ortaya çıkaran bir rapordu.
Temmuz savaşından sonra açıkları ortaya çıkarmak için Winograd komisyonunu kurdular. Tabii her şey açıklanmadı. Ama ordu ve İsrail savaş bakanlığı teknik ve uzmanlık konularında 40 heyet oluşturdu. Ama Winograd büyük ölçüde temelleri ele aldı ve 40 heyetin çıkarımlarıyla kapatılması gereken bir çok açığın olduğu ortaya çıktı.
Düşman Nasıl Çalışıyor?
Fakat burada düşmanın bir özelliğini itiraf etmek gerekir ki o da ciddiliğidir. Düşman çıkarları, illegal ve düşmanca projeleri için sorumluluk duygusuyla dolu bir şekilde çalışmaktadır. Bu yüzden ordunun yeniden yapılandırılması, eksiklerin kapatılması, kusurların giderilmesi, yeni silah ve teknolojilerin kullanılması, uzun eğitim ve büyük manevra zincirinin başlatılması için plan yapmaya başladı. Burada yaptıkları bütün eğitimleri anlatmaya vakit yetmez. Bu eğitim geniş kapsamlıydı ve manevralar kuzey bölgelerine saldırı yapısındaydı.
Lübnan'daki bazı insanlar Lübnan ve Lübnanlılar olarak bu durumun bizi ilgilendirmediğini söylüyorlar. Peki ama kuzeydeki bu tatbikatlar Gazze'yi mi ilgilendiriyor? İsrail iç cephe ve ordu güçleri üzerinde yoğunlaşan -yani ordu kuvvetleri nasıl çalışıyor- bir değişim noktası tatbikatı yaptı. Bu manevra sadece sınırlı bir bölgede değil bütün İsrail çapında yapıldı. Aynı şekilde "ilkbahar çiçekleri" ve "kuzey rüzgarları" tatbikatları kuzey bölgesinde ortak saldırı tatbikatlarıydı. "Ateşin taşları" tatbikatı genel kurmay düzeyinde ve farklı kara, hava ve deniz silahlarının kullanıldığı temel bir tatbikattı. Kuzey, güney ve orta kesimlerdeki güçlerin cüzi katılımıyla komutanlığa ait bölgelerde temel bir tatbikat, sancak saldırı tatbikatı, 14 sistematik sancak tatbikatı. Uzak menzilli hava saldırı tatbikatları..
Birkaç gün önce Fransız basını ve dün sabah da İsrail televizyonu İsrail hava silahı düzeyinde tatbikatlar yapıldığını ve bu tatbkatlarda İsrail hava silah üssünde alarm sesi duyulduğunu ifade etti. Eğitim çalışmaları ise saymakla bitmez. Şimdi onları ele almaya gerek yok. Ortak tatbikatlarla ek olarak Amerikan güçleriyle birlikte gerçekleştirilen füzelere karşı koyma ya da başka farklı yapılarda tatbikatlar var. Bu uzun tatbikat silsilesinin tamamlanması bağlamında "değişim 3" olarak adlandırılan 31 Mayıs-4 Haziranda yapılacak tatbikattan bahsedelim.
Değişim1 2007'de, değişim 2 2008, değişim 3'de 2009'da yapıldı. Siyonistler bunları dev tatbikatlarlar olarak tanımlıyorlar. Bunların hedefinin, askeri bir çatışma olması durumunda iç cephenin savaş alanının bir kısmını oluşturması için milli donanımı güçlendirmek olduğunu söylüyorlar. Yani tatbikatı bütün iç alanların; şehir, köy, koloniler, Filistin'deki İsrail merkezleri ve tesislerinin bu çatışmanın merkezi olduğunu farz ederek yönetecekler. İsrail savaş bakanı yardımcısı bu tatbikatların amacının insanları olağanüstü hal kültürüne alıştırmak olduğunu söyledi.
Ben şimdi sizinle etrafım çevrili bir şekilde konuşuyorum. Lübnanlıların çoğunun da etrafı çevrilecek. Bölge halkı ve Lübnanlılar üzerinde korkuya sebep olacağı için bu hikayeyi anlatmaya gerek yok. Konuyu nesnel ve uygun bir şekilde ele alacağız. Fakat buna mukabil İsrailliye bakın ne konuşacak, ne yapacak? 31 Mayıs-4 Haziran arası bütün hastaneler, okul, yetimhane, silahlı kuvvetler, hükümet ve basın organları alarm halinde olacak. Burada İsrailliden manevi ve kişisel düşüncelerini bir tarafa bırakıp görevini yerine getirmesi isteniyor. Bu konuda İsrail halkı nasıl davranacak? Bu tatbikatın, yapacağımız bu okumada bahsedeceğimiz boyutları var. Mitan Velnai bu tatbikatın amacının insanları olağanüstü hal ortamına sokma olduğunu söylüyor. Sanki yarın sabah savaş çıkacakmış gibi.
Genelkurmay Başkanı ise 2009 yılı içinde çetrefilli güvenlik kışkırtmaları olgunlaşacak diyor. Biz İsraillileri bütün bu hazırlıkları yapmaya sevk eden kışkırtmaların ne olacağını Allah bilir. Bu hazırlıklar tatbikatın önemini açıklıyor.
Gelişmiş devlet 5 gün boyunca siyasi liderler, ordu, halk, güvenlik, bakanlıklar, sivil toplum kuruluşları, düzeyinde eğitim yapacak. Her halükarda onların sivil bir toplumu yok. Değişim 3 manevrasının kapsayacağı alanlar; İsrail savaş bakanı yardımcısının emri altında bulunan ve bütün unsurlarıyla tatbikatı yönetecek olan olağanüstü haller yönetimi, alarm durumunda olacak İsrail hükümeti, savaş zamanında olduğu gibi toplantılar düzenleyecek olan parlamento, bütün teşkilatı, silahları ve üsleriyle İsrail ordusu, bakanlıklar, kamu yönetimleri, yerel meclisler, -yani 258 belediye- bütün eğitim kurumları, İsrail'in 10 bölgeye karşılık gelen 27 bölgeye ayırdığı yeni uyarı planını uygulayan iç cephe birimleri. Bu bölgeler daha önceden 10 birim olarak ayrılmışlardı.
Faraziye Üzerinden Tatbikat
Bahsettikleri senaryo bir düşmanın ve çatışmanın olduğudur. Batı Yaka'da gerginliğin tırmandığı bir süreçte eş zamanlı olarak Lübnan, Suriye, İran ve Gazze'den gelecek füze saldırısına nasıl karşılık verilecek? Onlar bu varsayımı benimsemişler.
Konvansiyonel olmayan füzelerle saldırıya karşı koymak, Hayfa Körfezinde tehlikeli maddelerin patlaması, Eylat şehrinde peş peşe gelen olaylar zinciri, birçok şehir ve yerleşim birimine füze düşmesi.
Onlar tatbikat için askeri hedef belirliyorlar. Bu tatbikatların bakanlıklar, devlet güçleri, erken uyarı istasyonları ve hükümetin görevini yerine getirmesiyle alakası var.
Hükümet Temmuz savaşından farklı bir şekilde siyasi, askeri, güvenlik güçleriyle koordineli bir şekilde, halkı füze tehdidine karşı çıkmada eğiterek, 15 saniye ile 3 dakika arasında değişen kısa bir sürede sığınaklara ulaşarak bunu yönetebilecek mi?
Bunu düşünün. Hastanelerin kapasitesini, yaralıların tedavisini kontrol altında tutabilecek mi?
İsrail 5 gün boyunca bu tatbikatla meşgul olacak. Bununla birlikte onlar halkın şahsi güvenlik duygusunda meydana gelen gerilemeyle alakalı olarak oluşan olumsuz gelişmeleri çok net bir şekilde aşıyor ve "sorun değil insanlar, savaş, ölüm, bombalama, toprakların hedef alınmasından yana endişelenebilir" diyorlar. Neden? Bunun nedenini biraz sonraki okumamızda açıklayacağım. Bu, İsraillinin gerçekleştirmeye niyet ettiği en büyük hedefler için katlanması gereken bir durumdur. Bu, İsraillinin yapmaya karar verdiği ve 5 gün boyunca bütün İsrail ve çevresinde İsrail hava silahı kanalıyla hazırlıklarına başlanan bir tatbikattır. Bu tatbikatı okumak istediğimizde onun düşmanın yaptığı savaş eğitimi, tatbikatlar, bölgedeki olaylar ve gelişmelerden ayrı tutulamayacağını görürüz. Bu eylemi okumak ve ihtimalleri değerlendirmek istiyoruz:
Stratejik Çevreye Bakış
Genel olarak, okuma yapılırken düşmanın onunla düşünüp, ona göre karar verdiği ve uygulamalarda bulunduğu halihazırdaki stratejik çevrenin okunması gerekir. Bölge düzeyinde bir dizi gelişme ve provokasyonlar meydana geldi. Bu iş 2-3 senelik bir iş değil. Biz buna daha uzun bir zaman diliminden bakıyoruz. Eğer baştan, bu önemli günlerden başlayacak olursak mayıs günleri- İsrail ordusunun 2000 yılındaki yenilgisini 25 Mayıs'ta yediğini ve Lübnan'dan zelil bir şekilde, kayıtsız şartsız, anlaşma ve güvenlik düzenlemesi yapılmadan, hediyesiz, kazançsız olarak çıktığını görürüz.
Lübnanlıların ve dünyanın hatırladığı bu zelil edici tablo, İsrail ordusu ve devleti için o dönem üst düzey İsrailli yetkililerin kabul ettiği çok önemli ve tehlikeli oluşumlar hazırladı. 2000'deki yenilgi ve onun oluşumlarından sonra ikincisırada Aksa İntifadası yer alıyor. İlk defa bu intifada, işgal altındaki topraklarda bu potansiyel ve bu güç ile silahlı direnişe dönüştü. Hatta İsrailli liderler intifada ve silahlı direnişle mücadeleyle 2. bağımsızlık savaşına girdiklerini düşündüler.
İsrail 48'de devletin kurulmasını 1. bağımsızlık olarak kabul eder. Üçüncü sırada Temmuz yenilgisi yer alıyor. Winograd heyeti, onun çıkarımları, bu savaşın İsrail ordusu ve hükümeti üzerinde meydana getirdiği oluşumlar ve etkiler bir yana heyetin çıkardığı hükümler, buna ilaveten direniş hareketinin ivme kazanması v.s. stratejik çevre içinde değerlendirilmesi gereken konulardır. Barış anlaşmalarının imzalandığı ülkelerle bile ilişkilerin normalleştirilememesi, bu anlaşmaların kağıt üzerinde kalması onu özellikle Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkelerinin halklarıyla ilişkileri normalleştirme seviyesine getirememeleri de bu stratejik çevre içine dahil edilebilir.
Başka bir konu daha bu çerçeveye girer ki o da; Arap kamuoyunda artan bir bilinçlilik ve Siyonist projeyi reddetme havasının oluşması, direnişe geniş bir halk desteğinin olmasıdır. Bu destek Amerikalı, İsrailli ve onlara destek olanların direniş hareketlerini tecrit etmek ve kuşatmak için yaptıkları bütün çalışmaları geride bırakmıştır.
Bu çerçeveye dördüncü olarak İran'ın son senelerde her alanda özellikle de teknolojik ve sivil ve barışçı maksatlarla yürüttüğü nükleer teknoloji alanındaki gücü, İsrail'in onu nükleer silah üretmeye çalışmakla suçlaması eklenebilir. İran, kesin bir şekilde nükleer silah elde etmek için çalışmadığını söylese de İsrail bunu devletin bekası için bir tehdit olarak görmektedir.
Beşinci olarak; Suriye'nin askeri gücünün artması, İran ile arasındaki stratejik yardımlaşma, Lübnan ve Filistin'deki direniş hareketlerinin yanında yer alması, geçen senelerde Suriye'yi zayıflatma ve tecrit etme çalışmalarının başarısız olması.
Altıncı olarak; Amerikan projesinin gerilemesi, Afganistan ile Irak savaşlarında olduğu gibi geniş kapsamlı ve yeni savaşlar aşamasında gücünü kaybetmesi.
Yedinci olarak; dünyanın ilk sırada ekonomik krizin yer aldığı farklı yerlerde türeyen kriz ve musibetlerle uğraşması. Stratejik çevrede bütün bunları dikkate almamız gerekir. Lübnan ve Filistin'deki direniş hareketlerinin anlayış, planlama, uygulama, taktik ve ekol olarak güç kazanması da bu konuya dahildir. İsrail başlangıçta küçük çetelerle muhataptı şimdi ise kendisini Temmuz ve son Gazze savaşında kanıtlamış yeni bir ekolle muhatap. Yine düşmanın, direniş hareketleriyle olan mücadelesinde yeni bir olgu olan işgal altındaki Filistin topraklarını gelecekte olacak bir savaşın parçası olarak görmesi. Artık savaş birkaç yerleşim birimiyle sınırlı olmayacak. İsrail'in özellikle direnişle girmek istediği bir savaşta, savaştığı alan sadece işgal altındaki Filistin'in kuzey kesimiyle sınırlı kalmayıp bütün topraklarda olacak.
İsrail isterdi ki bölgesel bir savaşa girsin ve direniş hareketlerini vatandaşların güvenliğine bir tehdit olmaktan çıkarıp stratejik tehdit haline getirsin. İsrail varlığına tehdit olarak direniş hareketlerini değil İran'ı görür. Direniş hareketlerini stratejik tehdit olarak kabul eder.
Bu çevre ve gelişmeler özellikle de Temmuz savaşından sonra yeni İsrail hükümetinin gölgesinde Filistinlilerin dediği gibi başladığı noktaya geri döndü. Yani dünya Netanyahu'dan iki devletli çözümü kabul etmesini dilenecek.
Birinci İhtimal: Bu tatbikatların, yenilmeyen ordunun kendine ve siyasi liderler ile hükümete olan güveninin sarsılması, peş peşe hükümetlerin düşmesi, çok sayıda erken genel seçiminin yapılması ve İsrail kamuoyunun yaşadığı krizden sonra birinci derecede hedefi güven tazelemektir. Çünkü bilindiği gibi Temmuz savaşından sonra generaller suçu askerlere askerler generallere atmışlardı. Amaç İsrail halkının ordu ve hükümete, bunlarında birbirlerine olan güvenlerinin tazelenmesidir. Bu açıdan bunun manevi ve psikolojik bir amaç olduğunu söyleyebiliriz. İsrail buna ihtiyacı olduğu için bu tatbikatları yapıyor.
İkinci ihtimal: İsrail gerçekten varlığı üzerinde ciddi bir endişe duyuyor. Ya da en azından stratejik ve ulusal güvenliği için endişeleniyor. Bu yüzden gücünü, kudretini, üstünlüğünü, yetkinliğini ve herhangi bir tehlike karşısında teçhizatını koruması gerektiğini düşünüyor. Yani bütün tatbikatları savunma çerçevesine dahil ediyor.
Üçüncü ihtimal: İşin korku boyutudur ve bütün dünya ile bölgeye, Filistin, Lübnan, Suriye, İran, Arap halkları ve rejimlerinin hepsine güçlü bir mesaj vermektedir. Bu mesaj İsrail'in zayıf, dağılmış, tedirgin olmadığını aksine güçlü, üstün, zorba olduğunu, herkesle başa çıkabileceğini, ezip geçebileceğini ve hiç tereddüt etmeksizin bölgesel düzeyde bir savaşa girebileceğini söylemektedir.
Mesaj birinci derecede Filistinlilere, Netanyahu hükümetiyle olan bu durumu kabullenmeleri gerektiğini söylüyor. Çünkü Netanyahu ile Liberman iki devletli çözümü kabul etmiyor, sınırlı özerk yönetim ile Filistinlilerin ekonomik ve yaşamsal durumu ve İsrail'in Yahudi devleti projesine önem verilmesini istiyorlar. Böylece Filistinlilere şunu söylemiş oluyorlar: Kudüs yok, Filistin göçüne ve yerleşime devam. Bugün haberlerde Batı Yaka'da yeni yerleşim birimleri için müzayede düzenlendiği ilan edildi. Bu Filistinlilere "Bizim, size vermeyi istediğimizden başka seçeneğiniz yok" demek oluyor . Aynı şekilde geçmişte de Bush size Şaron'un size verdiklerini alın diye tavsiye etmişti. Şimdi de Netanyahu'nun verdikleriyle yetinin.
Bu aynı zamanda Suriye'ye ve bütün Arap hükümetlerine de bir mesajdır. Siz Ey Arap hükümetleri, orduları, halkları! Gidin ve elinizden geleni arkanıza koymayın yine de istediğinizi elde edemeyeceksiniz. Eğer birisi bizi engellemeye ya da Siyonist projesinin önüne takoz koymaya çalışırsa hem konvansiyonel hem nükleer silahla baştan ayağa donanmış İsrail, sizinle savaşmaya hazırdır mesajı verilmektedir.
Bu, Lübnanlılara da bir göz dağıdır. Sanki İsrail, "biz, sizinle savaştık ve savaşımıza da devam edeceğiz" demektedir. Bunu ben söylüyor değilim. Resmi güvenlik çevreleri Lübnan'da İsrail'in üzerine atılacağı büyük bir güvenlik olayının olmasından korkmaktadırlar. İsrail Lübnanlılara, "uçaklarım semanızı gasp ettiği, casusluk ağlarım ailelerinizi, köy, şehir, kurum ve gruplarınızın her yaptığını kaydettiği sürece kendinizi savunmayı ya da tepki vermeyi düşünmeyin. Siz benim yapacağım bütün saldırılara boyun eğmek zorundasınız. Çünkü siz savaşa hazır olan bir düşmanla karşı karşıyasınız" demektedir.
İsrail bu mesajla İran'a nükleer program konusunda müsamahakar davranmayacağını göstermektedir. Çünkü bu onun için tehlikelidir. Ve siz İranlılar! Bizi saldırımıza karşılık vermekle tehdit ediyordunuz. Eğer size saldırırsak işte İsrail, onun ordusu, hükümeti ve halkı hepsi birden karşılık vermeye hazırdır.
O halde elimizde 3 ihtimal var: Birincisi manevi ve psikolojik boyut, ikincisi savunma boyutu, üçüncüsü göz dağı verme yani psikolojik savaş. Hiçbir şey bu üç ihtimalin birbiriyle var olmasını ve bu tatbikatın ortak hedefleri olmasını engelleyemez.
Dördüncü ve son ihtimal görmezden gelinemeyecek bir ihtimal. İsrail yeni ve sürpriz bir savaşa girmek istiyor. Halkı tatbikatlara hazırlamak için yapılan bütün konuşmalarda sürpriz tepkilerden bahsediliyor. Bununla birlikte onlar en azından bu aşamada hiçbir ülkenin füze ve geniş kapsamlı askeri savaş düzeyinde İsrail'e cephe açmayacağını biliyorlar. Öyleyse neden şimdi bundan bahsediyorlar? Bu, İsraillinin herhangi bir alanda askeri ve güvenlik saldırısına hazırlandığının sinyalidir. Bu saldırının sürpriz ve beklenmedik tepkilere sebep olacağı düşünülebilir. Bu yüzden birkaç dakika içinde karşılık verecek şekilde hazır olmak istiyorlar. Çünkü saldırıyı ilk başlatacak olan o ve gelecek sürpriz tepkilerden korktuğu için bu tatbikatları yapıyor.
Böyle bir ihtimal var ve bu ihtimal üzerinde her yönde açık tez ortaya atılabilir. Bizim bu konuda bilgimiz yok ve kesin çıkarımlarda bulunmaya da yetkimiz yok. Fakat bu ihtimalin ne olursa olsun akılda kalması gerekmektedir. Tatbikatlar için yapılan bu okuma ve olası ihtimaller, bunun güven tazelemek, savunma hazırlığı yapmak, psikolojik savaş ve İsraillilerin bu alanda tepkiye sebep olacağını düşündükleri güvenlik ve askeri saldırı hazırlığı amacıyla yapıldığını göstermektedir.
Ne Yapmalı?
Bu ihtimal, okuma ve tezler karşısında bizim sorumluluğumuz nedir, nasıl davranmalı, ne yapmalıyız? İlk olarak ortamı biraz yumuşatmak için elimizde bilgi olmadığını söylemek istiyorum. Fakat analiz bakımından biz Siyonist düşmanın askeri alanda sürpriz bir saldırı yapacağını düşünmüyoruz. Ama güvenlik konusu 31 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında gündemde olacak. Güvenlik her an varolan bir konudur. Fakat bu 5 günlük tatbikat süresince yapılacak askeri hazırlıklardan faydalanmak İsrail'in askeri saldırıda bulunmasına sebep olabilir. Bütün bu okuma ve ihtimallere bakarak bunun düşük bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Fakat biz burada ihtimal hesabı üzerinden gidiyoruz. Elimizde bilgi yok ama bu analiz bir veridir. İhtiyat ve sorumluluk farklı bir şekilde davranmamızı gerektirir. Bu da en kötü ihtimaller üzerinden gitmektir. Siyasette istediğimiz gibi analiz yapabiliriz. İyimser ya da kötümser olabilir, hiçbir şey olmayacağına dair kesin hüküm verebiliriz. Fakat bu siyasi analiz savaş anında bir ülkeyi korumaz ya da onun karnını doyurmaz. Bu yüzden biz sorumlu, tedbirli ve uyanık olmak zorundayız. Ve ilk önce biz olmalıyız. Çünkü Temmuz savaşından beri bilgi kapasitemize göre İsrail'in tatbikat ve eğitimlerini takip ediyoruz. Bu tatbikatlara ilk ışık tutan biz olduk.
Temel konusu savunma stratejisi olan ulusal diyalog oturumuna katıldık. Direnişe Vefa Bloğu Başkanı kardeşimiz Muhammed Ra'd konuyu oturuma taşıdı ve beraberinde bir metinle geldi. Size okuduğum bölümler bu metinden alınmıştı. Ra'd 31 Mayıs konusu şudur, boyutları şunlardır gibi açıklamalarda bulundu. Biz devlet ve halk olarak bu düşmanın komşusuyuz. Bu sebeple sorumluluğumuzu biliyoruz. Açıkça ifade edeyim ki; bu metni diyalog masasına kimseye delil göstermek ya da kimseyi listeye almak için getirmedik. Amacımız sadece bu tatbikatlarla ve ilerde buna benzer olacaklarla ilişkide ulusal politika geliştirmekti. Çünkü bu İsrail hareketinin son noktası değildir.
Biz bu meseleyle ilişkide ulusal özellikle de resmi bir politika olmasını istiyorduk. Çünkü bu sadece Hizbullah'ı değil her bir Lübnanlıyı hatta bütün bölgeyi ilgilendirmektedir. Ama ne yazık ki; bu mesele gerekli ilgiyi görmedi. Diyalog masasındaki bazı yetkililer konuya eğilip soru sordular bazısı ise konuştu ve devlet düzeyinde siyasi bir tavır içine girdi. Diyalog masası bu konuyu tartışmadı ya da ciddi bir şekilde tartışılacağını düşünmedi. Bir sonraki oturumda bu tatbikat başlamış olacak ve o zaman ne yapacağımızı bilemeyeceğiz. Lübnan hükümeti de bu konuyu ortaya atıp tartışmadı. Bakanlık komisyonu da oluşturmadı. Yüksek savunma meclisi de bu konuyu tartışmak için toplanmayı gerekli görmedi.
En azından toplanmaları, konuyu inceleyip analiz etmeleri ve sonra da Lübnan aleyhinde bir şey bulamadıklarını söylemeleri gerekirdi. Ey Lübnanlılar! Sakin olun. Bu devlet ya da bu ülkeden sorumlu olduğunu söyleyen rejim için tehlike gözükmüyor demeliydi. Bu sorumluluğu yerine getirmeliydiler. Biz onlara engel olmadık. Dedik ki buyurun bu sorumluluğu siz yerine getirin, Lübnan halkına, bize ve herkese nasıl davranmamız gerektiğini söyleyin. Hiçbir şey olmamış gibi davranacak ve sadece birkaç basit koruyucu önlem mi alacağız yoksa alarm durumuna mı geçeceğiz? Ne yapacağız? Cevap da yok cevap veren de. Bazıları kendilerini mesul görmeyebilir. Biz ne yazık ki savaş ve barış kararının devlet sorumluluğu olduğu sloganları duyuyoruz. Bu devlet, savaş ya da barış kararını Lübnan'ın çıkarı, istikrarı, güvenliği, saygınlığı ve topraklarını geri alması için mi verdi? Lübnan halkı ve direniş bu kararın karşısında durmuştur.
Konu, savaş ya da barış kararını bazılarına bırakma ve sonra çekilme konusu değil. Bu yüzden dik durmalısın. Bu bizim güçlü bir devletten istediğimiz duruştur. Güçlü devletin manası nedir? Bu sadece silah sahibi olmak demek değildir. Siyasi liderlik olmalıdır. İsrail'in Temmuz savaşındaki sorunu ordunun, nasıl davranacağını bilmeyen siyasi liderliğin sorunu muydu? Biz, bakanlık açıklaması, öncesinde ise Taif anlaşmasında olduğu gibi İsrail'i düşman kabul ettiğini söyleyen bir yönetim ve güçlü bir devlet istiyoruz. Bu düşman 61 yıllık tarihinde görülmediği kadar büyük bir tatbikat yapmak istiyor. Lübnan devletinde İsrail düşman olarak görülüyorsa tarihindeki en büyük tatbikatı yaptığında nasıl davranacağın tartışacak zaman neden bulamıyor?
Acil Çağrı
Hepimiz hükümetin ve rejimin farklı bir şekilde davranmasını isterdik. Her halükarda tatbikata birkaç gün kaldı. Biz burada Lübnan'ı, geleceğimizi, ülkemizin saygınlığını ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız. Bu bir iç siyaset meselesi değildir. Hala vaktimiz var. Diyalog masası olağanüstü bir şekilde toplansın, hükümet bu konu için bir oturum düzenlesin ya da iç işleri, dış işleri ve savunma bakanlarının katıldığı bir bakanlık komisyonu oluştursun. En azından çıkıp Lübnanlıların içine su serpin. Fakat bizim her zaman bizden istendiği gibi tedbirli olmamız gerekiyor.
Bu belirli bir makam ya da kendisini direniş ve en çok hedef alınacağı düşünülen bölgelerden sorumlu tutan belirli makamların davranışıdır. Bu yüzden bu konuyla ilgili ulusal bir politika geliştirilsin diyoruz. Ne yazık ki, bu konuyla ilgili bir davranış görmediğimiz gibi bazılarının bu konunun Lübnan'ı ilgilendirmediğini söylediklerini duyuyoruz. Öte yandan İsrail kuzey cepheden bahsediyor ve bunun Lübnan'ı ilgilendirdiğini söylüyor. Diyalog masasında bazıları çıkıp bu konunun bizi ilgilendirmediğini söylediler. Ben tabiiki meselenin arka planını anlıyorum. Aslında biz İsrail'i resmi açıklamayla düşman olarak kabul etmişiz. Ama Lübnanlı bazı siyasi güçler kültürel, duygusal ve psikolojik olarak İsrail'e gerçek bir düşmanmış gibi davranıyor mu?
Yani düşman dediğinde bu kötü düşündüğün ya da onun ülkene saldırma ihtimalinin olduğu anlamına gelir. Ne olursa olsun bu bir düşman. Üstelik silahlı ve tatbikat yapmak istiyor. Ve bazı Lübnanlılar çıkıp bunun bizi ilgilendirmediğini söylüyorlar. Ya da bazısı bunu Hizbullah'ın uydurup diyalog masasına attığını söylüyor Allah bilir amaçları ne? Hizbullah seçimler öncesi bir şey kuruyor ve İsrail'le çatışma ortamı oluşturuyor olabilir. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bizim seçimlerde çıkarımız var. 7 haziran'ı bekliyoruz. Bu bütün Lübnanlılar için önemli. Bu seçimlerin yapılması gerekiyor. Seçimlerin güven ortamında yapılmasından en kazançlı çıkacak kişiler muhalefet ve özellikle de direniştir. Çünkü direniş geçen 4 sene boyunca çektiği acıları biliyor ve bir 4 sene daha aynı acıları çekmek istemiyor. Ne yazık ki bu işe ciddiyetle eğileceklerine bu suçlamalarda bulunuyorlar.
Şimdi devlet sorumluluğunu yükleniyor. Biz hazırız. En nihayetinde biz bu halkın ve bu hedef almanın bir parçasıyız. 1982'den bu yana olduğu gibi devlet bir çok dosyayla ilgili hiçbir girişimde bulunmadı. Uzun seneler devlet siyasi ve basın alanında dahi meydanda görünmedi. Daha sonra bir şekilde ortaya çıktı. Ama insanlar sorumluluklarından vazgeçmediler. Ne özgürlüklerinden, esirlerinden, sularından ne de saygınlık, izzet ve egemenliklerini savunmaktan geri durdular.
Şunu söylemek istiyorum: Biz direniş olarak ilerde Hizbullah'ın yaptıkları hakkında bilgiler sızsa bile- tatbikat sırasında Lübnan'ı hedef alması mümkün olan herhangi bir askeri ya da güvenlik operasyonuna karşı bir takım ihtiyati önlemler almak zorundayız.
Lübnan'ı ilgilendiren konularda biz bu uygulamaları normal bir şekilde yerine getirmek zorundayız. Ben bu konuyu şimdiden açıklıyorum ki insanlar kendilerini güvende hissetsinler. Çünkü bu mesaj İsraillilere ulaştığında eğer bu 5 gün içinde düşünecek bir şeyi varsa ve sürpriz yapmak istiyorsa biz ona bu sürpriz saldırı sonuçsuzdur demiş olacağız. Belki de bir şey yapamazlar ama bizim görevimiz en kötü şartları hesaba katmaktır. Düşman Lübnan'daki tecrübesiyle bu direnişin zayıflamadığını ve halkını, ülkesini, saygınlığını, izzetini savunmak için görevini yapmaktan çekinmeyeceğini biliyor.
İsrailli bu mesajı biliyor. Tehdit savurmamı gerektirecek bir durum yok ortada. Ama ben düşmana sürpriz saldırı yok demek istiyorum. Ona diyorum ki; ne 31 Mayıs'tan sonra ne de önce böyle bir şey olmayacak. Biz tetikte bekliyoruz, başımızı toprağa gömmeyeceğiz çünkü biz bir nesiliz. Ne yazık ki bu kaderimize yazılmış, bunu kabul ediyoruz. Biz, etrafına, kutsal topraklarla olan sınırlarına dünyadaki ve tarih sürecindeki en azılı, en kanlı terörist varlığın ekildiği bir ülkede yaşıyoruz. bu yüzden bu kaderimiz. Bununla mücadele edeceğiz. Ne yapalım ülkemizi terk edip göç mü edelim? Başımızı toprağa mı gömelim? İsrail'e teslim mi olalım? Onun casusu mu olalım? Yoksa projesine ortak mı olalım?
1982'den beri böyle bir şey yapmadık. Bizim dışımızdaki Lübnanlı, Filistinli, Mısırlı, Ürdünlü ve Suriyelilerin çoğu da 48'den beri böyle bir şey yapmadı. Biz bunu yapmadık ve hiçbir zaman da yapmayacağız.
Normal Yaşantıya Devam
Ben insanların normal hayatlarına devam etmelerini ümit ediyorum. Korkmasınlar, endişelenmesinler. Ama bizim görevimiz, içinde bulunulan durumdan onları haberdar etmektir. Aynı zamanda sorumluluk tedbirli olmayı gerektiriyor. İşimize, okulumuza gidip normal yaşantımıza devam edeceğiz ve seçimlerimizi yapacağız. Fakat biz seçimlere giderken 24 saat her alanda tetikte olacak insanlar olacağına size söz veriyorum.
Son olarak ordu ve güvenlik güçlerinin kararını bekliyorum. Bir ordu liderinin birkaç gün önce güney bölgesini ziyaret ettiğini ve çok özel bir tavır sergilediğini keza güvenlik güçlerinin de bilinçli bir şekilde davrandığını duydum. Hepsinin sorumluluklarını üstlenmelerini temenni ediyorum. Çünkü bu konu ulusal güvenlik sorunudur. Casusluk şebekeleriyle ilgili olarak bu dönemde hepimiz tetikteyiz ve durumu takip ediyoruz diyoruz. Hepimiz seçimlerde görev almayacağız. Seçimleri erteleyelim de demiyorum. Ama orman kanunlarının hakim olduğu, güçlünün zayıfı yediği, bir hükümetin kadınları ve çocukları öldüren, 1. ve 2. Kana katliamlarını daha sonrada Gazze'deki katliamı gerçekleştiren düşmanı suçlayamadığı, insanın varlığını, izzetini, onurunu, egemenliğini savunmak için Allah'tan ve kişisel güçlerden başka bir şey bulamadığı bir dünyada herkes istediği yorumu yapabilir. Biz ise açıkladığımızdan başka çıkar yol bilmiyoruz.
Bugünlerin hayırla son bulmasını temenni ediyorum. Ben, direniş ve ona olan geniş tabanlı halk desteği, ulusal inancıyla Lübnan ordusu ve güvenlik güçleriyle güçlenip çıkarmak istediği her savaşın sonuçlarının garanti altına alınmış olması gerektiğini bilen İsrailli düşman için caydırıcı bir etken oluşturacağımızı düşünüyorum.
* İsrail'in 5 gün sürecek tatbikatını değerlendiren Seyyid Hasan Nasrullah'ın konuşmasının tam metni, Gülşen Topçu tarafından İsra Haber için tercüme edilmiştir.
Bu başlangıçla, bu büyük alimi kaybetmekten duyduğumuz derin hüznü ifade etmek, Allah'ın onu rahmetine katması, onu hak ettiği derecelere yükseltmesi ve alimlerimizin onun gidişiyle oluşan büyük boşluğu doldurması için dua etmek istedim.
Ey Kardeşler! Bahsetmek istediğim ilk başlık ikinci konuya girmeme de yardımcı olacak. İlk konu Filistin felaketi hatta bütün ümmetin başına gelen felaketin 61. yıldönümüdür.
Tabi biz burada delil getirmek zorunluluğu duymuyoruz. Çünkü geçen bunca senede basın, konuşmalar, konferanslar kanalıyla bu gerçekleri yaşadık özellikle bölgede yaşayan halk doğrudan bu meselelerin gerçekliğini yaşıyor.
İsrail İşgalle Kurulmuş Bir Devlettir, Meşruluğu Yoktur
Fakat felaketin yıldönümünde hızlıca üzerinde durulması ve hatırlatılması gereken gerçekler olduğuna inanıyorum. İlk olarak; bu düşmanın başkalarının topraklarını gasp ederek, insanları özellikle de kadın ve çocukları kıyımdan geçirerek, toplu göç ve işgalle varolduğu hala da işgal temeli üzerinde ayakta durduğu gerçeğini vurgulamamız gerekiyor. Gasp, kıyım, tehcir ve işgal üzerine kurulmuş bir devlet yasal olmaz, olamaz.
İkinci olarak; özellikle şimdiki ve gelecek nesillerin bu devletin 61 seneden beri bu topraklarda bulunmasının bütün savaşların, musibet, bela, gerginlik ve krizlerin sebebi olarak görmeleri gerekmektedir. Geçmiş, şimdiki ve gelecek nesillerin bu kanserli yapının bölgeye ekilmesini, orada bulunmasının sonuçlarını, etki ve oluşumlarını taşıması gerekmektedir.
Yine herkesin bilmesi ve hiç kimsenin bölgede çıkan savaşların bu devletin zorlaması, isteği, burnu büyüklüğü, ve düşmanlığı yüzünden çıktığı gerçeğini inkar etmemesi gerekiyor. Bölge halkının, hükümetler ve Arap ordularının yaptığı şey, 1948'de temellerini atan, 67'de genişleyen, 82'de Lübnan'a kadar uzanan bu işgalciye verilen tepkilerdir.
Üçüncü olarak; bölgedeki gerçeği olduğu gibi söylemeliyiz: çatışmanın sebebi Filistin meselesidir. Bundan sonra meydana gelenler bu çatışmanın gerekleri, etkileri ve sonuçlarıdır. Yapılan bahisler her zaman Filistin davasının tasfiye edilmesi ve Filistin'in kendi halkı, Müslüman halklar ile dünya halkları tarafından unutulması yönündeydi. Planlama ve çabalar, Filistin halkını gerçeği kabul etmeye, ümitsizliğe gark olma, vatanı, toprağı ve meşru haklarından vazgeçmeye sevk etme yönünde harcanıyordu.
Gizli ve Israrlı Çalışma
50'li yılların başlarından itibaren başka yurt edinme, özerk yönetim, Gazze, Batı Yaka ve hatta Filistin dışında yurt edinme projesi ortaya atıldı. Buna ek olarak; Filistin halkı ve Filistin davası diye bir şey kalmasın diye onları aile ve fert fert dünyanın farklı ülkelerine göçe zorlama, kolaylıklar sunma, göç ettikleri toplumlara entegre olmalarını sağlama gibi hesaplı, gizli ve ısrarlı bir çalışma yürütüldü.
Filistin halkına karşı kurulan 61 yıllık komplo döneminden ve Filistin halkının direnişinden sonra bugün Filistin halkını, silahlı direnişini, intifadasını, değer ve sabrını övmek gerekiyor. Şehitlerini, şehit yakınlarını, hala demir parmaklıklar ardında olan 11 bin esiri, Lübnan'daki kamplarda olduğu gibi bazı kamplarda çok kötü insani yaşam koşulları altında yaşayan mültecileri ve göçmenlerini övmek gerekiyor.
Bütün zor şartlara rağmen başka vatan edinmeyi reddedişi övülmeli. Bu halk teslim olmadı, geri adım atmadı, zayıf düşmedi, ümitsizliğe kapılmadı ve hatta herkesin ondan ümitsiz olmasını, teslim bayrağını çekmesini beklediği bir zamanda Aksa İntifadasını başlattı. Bu büyük halk intifadası ve silahlı direniş İsrail'i Siyonist liderlerin 2. bağımsızlık savaşı olarak adlandırdıkları bir durumla karşı karşıya bıraktı.
61 yıl boyunca Arap ve Müslüman halkların yaptıkları fedakarlıklar da övülmeli. Arap ordularının özellikle civar ülkelerin ordularının, Siyonistlerle uzun süreli yıpratma ve zorlu savaşlara girip tarih boyunca unutulmayacak kahramanlık örnekleri sunan Mısır ve Suriye ordularının fedakarlıkları övgüye değer.
Dördüncü olarak; bu münasebetle Arap ve İslam aleminin özellikle Arap hükümetleri ile halklarının Filistin karşısındaki, özellikle bugün Filistin halkının direniş ve reddetme cesaretine rağmen Gazze'de son savaşın izleri, ambargo ve baskılardan yana maruz kaldıkları, Batı Yaka'da tutuklamalar, yerleşim birimleri, parçalanmalar, Kudüs'te Yahudileştirme, evlerin yıkılması, Filistinli ailelerin göçe zorlanması, Filistin içinde ve dışındaki mülteci kamplarındaki ya da 11 bin esirin ömür tükettiği hapishanelerdeki zor şartlar karşısındaki sorumluluklarını hatırlatmak gerekir.
Filistin Teslim Olmadı, Olmayacak
Burada tabiiki öncelikli mesuliyet Filistin halkına düşmektedir. Ama bütün bir ümmet bu halkın yanında yer alma, onu elindeki bütün imkanlarla her şekilde destekleme sorumluluğunu yüklenmelidir. Bu, destek olunmayı, ümmetin onun yanında yer almasını hak eden bir halktır. Bunun en büyük delili de uzun senelerdir teslim olmayı reddetmesi, direnişin bütün acılarına katlanması ve bu düşmanla olan mücadelesine devam etmesidir.
Bahsedeceğimiz ikinci başlık, felaketin oluşundan bu güne cereyan eden olaylar kanalıyla muhatap olduğumuz "değişim 3" noktası adındaki Siyonist tatbikattır. Siyonist düşman bu ayın sonundan 4 Haziran'a kadar bunu uygulamaya çalışacak. Bu benim konuşmak istediğim asıl konudur. Vakit elverirse casusluk şebekelerine de değinmek istiyorum.
Tatbikat konusu ayrıntılarıyla anlatmamız gereken çok önemli ve hassas bir konudur.
Başlığı kısımlara ayırdım. İlk olarak; "değişim 3" noktası tam olarak nedir? İsrailli şimdi ne yapmaktadır? İkinci olarak; tatbikatın okunması, analiz edilmesi ve ihtimallerin neler olduğu? Üçüncü olarak; istenen nedir ve nasıl davranmalıyız? İlk önce Temmuz savaşının bitmesinden bu yana İsrail kanadında hükümet, ordu, güvenlik güçleri, uzmanlar, gazeteciler ve kamuoyunda Lübnan savaşının tam bir fiyasko olduğu yönünde bir görüş birliği olduğunu hatırlatmalıyız.
İster yenilgi ister zafer olarak adlandırılsın İsrail'de Lübnan'daki hiçbir hedefini gerçekleştiremediği yönünde bir anlayış oluştu. Winograd raporunu okuduk, düş kırıklığını, hükümet, parlamento, hükümet başkanı, savunma bakanı, ordu komutanları ve güvenlik güçlerinin işlerindeki boşlukları, noksanlıkları, kusurları ortaya çıkaran bir rapordu.
Temmuz savaşından sonra açıkları ortaya çıkarmak için Winograd komisyonunu kurdular. Tabii her şey açıklanmadı. Ama ordu ve İsrail savaş bakanlığı teknik ve uzmanlık konularında 40 heyet oluşturdu. Ama Winograd büyük ölçüde temelleri ele aldı ve 40 heyetin çıkarımlarıyla kapatılması gereken bir çok açığın olduğu ortaya çıktı.
Düşman Nasıl Çalışıyor?
Fakat burada düşmanın bir özelliğini itiraf etmek gerekir ki o da ciddiliğidir. Düşman çıkarları, illegal ve düşmanca projeleri için sorumluluk duygusuyla dolu bir şekilde çalışmaktadır. Bu yüzden ordunun yeniden yapılandırılması, eksiklerin kapatılması, kusurların giderilmesi, yeni silah ve teknolojilerin kullanılması, uzun eğitim ve büyük manevra zincirinin başlatılması için plan yapmaya başladı. Burada yaptıkları bütün eğitimleri anlatmaya vakit yetmez. Bu eğitim geniş kapsamlıydı ve manevralar kuzey bölgelerine saldırı yapısındaydı.
Lübnan'daki bazı insanlar Lübnan ve Lübnanlılar olarak bu durumun bizi ilgilendirmediğini söylüyorlar. Peki ama kuzeydeki bu tatbikatlar Gazze'yi mi ilgilendiriyor? İsrail iç cephe ve ordu güçleri üzerinde yoğunlaşan -yani ordu kuvvetleri nasıl çalışıyor- bir değişim noktası tatbikatı yaptı. Bu manevra sadece sınırlı bir bölgede değil bütün İsrail çapında yapıldı. Aynı şekilde "ilkbahar çiçekleri" ve "kuzey rüzgarları" tatbikatları kuzey bölgesinde ortak saldırı tatbikatlarıydı. "Ateşin taşları" tatbikatı genel kurmay düzeyinde ve farklı kara, hava ve deniz silahlarının kullanıldığı temel bir tatbikattı. Kuzey, güney ve orta kesimlerdeki güçlerin cüzi katılımıyla komutanlığa ait bölgelerde temel bir tatbikat, sancak saldırı tatbikatı, 14 sistematik sancak tatbikatı. Uzak menzilli hava saldırı tatbikatları..
Birkaç gün önce Fransız basını ve dün sabah da İsrail televizyonu İsrail hava silahı düzeyinde tatbikatlar yapıldığını ve bu tatbkatlarda İsrail hava silah üssünde alarm sesi duyulduğunu ifade etti. Eğitim çalışmaları ise saymakla bitmez. Şimdi onları ele almaya gerek yok. Ortak tatbikatlarla ek olarak Amerikan güçleriyle birlikte gerçekleştirilen füzelere karşı koyma ya da başka farklı yapılarda tatbikatlar var. Bu uzun tatbikat silsilesinin tamamlanması bağlamında "değişim 3" olarak adlandırılan 31 Mayıs-4 Haziranda yapılacak tatbikattan bahsedelim.
Değişim1 2007'de, değişim 2 2008, değişim 3'de 2009'da yapıldı. Siyonistler bunları dev tatbikatlarlar olarak tanımlıyorlar. Bunların hedefinin, askeri bir çatışma olması durumunda iç cephenin savaş alanının bir kısmını oluşturması için milli donanımı güçlendirmek olduğunu söylüyorlar. Yani tatbikatı bütün iç alanların; şehir, köy, koloniler, Filistin'deki İsrail merkezleri ve tesislerinin bu çatışmanın merkezi olduğunu farz ederek yönetecekler. İsrail savaş bakanı yardımcısı bu tatbikatların amacının insanları olağanüstü hal kültürüne alıştırmak olduğunu söyledi.
Ben şimdi sizinle etrafım çevrili bir şekilde konuşuyorum. Lübnanlıların çoğunun da etrafı çevrilecek. Bölge halkı ve Lübnanlılar üzerinde korkuya sebep olacağı için bu hikayeyi anlatmaya gerek yok. Konuyu nesnel ve uygun bir şekilde ele alacağız. Fakat buna mukabil İsrailliye bakın ne konuşacak, ne yapacak? 31 Mayıs-4 Haziran arası bütün hastaneler, okul, yetimhane, silahlı kuvvetler, hükümet ve basın organları alarm halinde olacak. Burada İsrailliden manevi ve kişisel düşüncelerini bir tarafa bırakıp görevini yerine getirmesi isteniyor. Bu konuda İsrail halkı nasıl davranacak? Bu tatbikatın, yapacağımız bu okumada bahsedeceğimiz boyutları var. Mitan Velnai bu tatbikatın amacının insanları olağanüstü hal ortamına sokma olduğunu söylüyor. Sanki yarın sabah savaş çıkacakmış gibi.
Genelkurmay Başkanı ise 2009 yılı içinde çetrefilli güvenlik kışkırtmaları olgunlaşacak diyor. Biz İsraillileri bütün bu hazırlıkları yapmaya sevk eden kışkırtmaların ne olacağını Allah bilir. Bu hazırlıklar tatbikatın önemini açıklıyor.
Gelişmiş devlet 5 gün boyunca siyasi liderler, ordu, halk, güvenlik, bakanlıklar, sivil toplum kuruluşları, düzeyinde eğitim yapacak. Her halükarda onların sivil bir toplumu yok. Değişim 3 manevrasının kapsayacağı alanlar; İsrail savaş bakanı yardımcısının emri altında bulunan ve bütün unsurlarıyla tatbikatı yönetecek olan olağanüstü haller yönetimi, alarm durumunda olacak İsrail hükümeti, savaş zamanında olduğu gibi toplantılar düzenleyecek olan parlamento, bütün teşkilatı, silahları ve üsleriyle İsrail ordusu, bakanlıklar, kamu yönetimleri, yerel meclisler, -yani 258 belediye- bütün eğitim kurumları, İsrail'in 10 bölgeye karşılık gelen 27 bölgeye ayırdığı yeni uyarı planını uygulayan iç cephe birimleri. Bu bölgeler daha önceden 10 birim olarak ayrılmışlardı.
Faraziye Üzerinden Tatbikat
Bahsettikleri senaryo bir düşmanın ve çatışmanın olduğudur. Batı Yaka'da gerginliğin tırmandığı bir süreçte eş zamanlı olarak Lübnan, Suriye, İran ve Gazze'den gelecek füze saldırısına nasıl karşılık verilecek? Onlar bu varsayımı benimsemişler.
Konvansiyonel olmayan füzelerle saldırıya karşı koymak, Hayfa Körfezinde tehlikeli maddelerin patlaması, Eylat şehrinde peş peşe gelen olaylar zinciri, birçok şehir ve yerleşim birimine füze düşmesi.
Onlar tatbikat için askeri hedef belirliyorlar. Bu tatbikatların bakanlıklar, devlet güçleri, erken uyarı istasyonları ve hükümetin görevini yerine getirmesiyle alakası var.
Hükümet Temmuz savaşından farklı bir şekilde siyasi, askeri, güvenlik güçleriyle koordineli bir şekilde, halkı füze tehdidine karşı çıkmada eğiterek, 15 saniye ile 3 dakika arasında değişen kısa bir sürede sığınaklara ulaşarak bunu yönetebilecek mi?
Bunu düşünün. Hastanelerin kapasitesini, yaralıların tedavisini kontrol altında tutabilecek mi?
İsrail 5 gün boyunca bu tatbikatla meşgul olacak. Bununla birlikte onlar halkın şahsi güvenlik duygusunda meydana gelen gerilemeyle alakalı olarak oluşan olumsuz gelişmeleri çok net bir şekilde aşıyor ve "sorun değil insanlar, savaş, ölüm, bombalama, toprakların hedef alınmasından yana endişelenebilir" diyorlar. Neden? Bunun nedenini biraz sonraki okumamızda açıklayacağım. Bu, İsraillinin gerçekleştirmeye niyet ettiği en büyük hedefler için katlanması gereken bir durumdur. Bu, İsraillinin yapmaya karar verdiği ve 5 gün boyunca bütün İsrail ve çevresinde İsrail hava silahı kanalıyla hazırlıklarına başlanan bir tatbikattır. Bu tatbikatı okumak istediğimizde onun düşmanın yaptığı savaş eğitimi, tatbikatlar, bölgedeki olaylar ve gelişmelerden ayrı tutulamayacağını görürüz. Bu eylemi okumak ve ihtimalleri değerlendirmek istiyoruz:
Stratejik Çevreye Bakış
Genel olarak, okuma yapılırken düşmanın onunla düşünüp, ona göre karar verdiği ve uygulamalarda bulunduğu halihazırdaki stratejik çevrenin okunması gerekir. Bölge düzeyinde bir dizi gelişme ve provokasyonlar meydana geldi. Bu iş 2-3 senelik bir iş değil. Biz buna daha uzun bir zaman diliminden bakıyoruz. Eğer baştan, bu önemli günlerden başlayacak olursak mayıs günleri- İsrail ordusunun 2000 yılındaki yenilgisini 25 Mayıs'ta yediğini ve Lübnan'dan zelil bir şekilde, kayıtsız şartsız, anlaşma ve güvenlik düzenlemesi yapılmadan, hediyesiz, kazançsız olarak çıktığını görürüz.
Lübnanlıların ve dünyanın hatırladığı bu zelil edici tablo, İsrail ordusu ve devleti için o dönem üst düzey İsrailli yetkililerin kabul ettiği çok önemli ve tehlikeli oluşumlar hazırladı. 2000'deki yenilgi ve onun oluşumlarından sonra ikincisırada Aksa İntifadası yer alıyor. İlk defa bu intifada, işgal altındaki topraklarda bu potansiyel ve bu güç ile silahlı direnişe dönüştü. Hatta İsrailli liderler intifada ve silahlı direnişle mücadeleyle 2. bağımsızlık savaşına girdiklerini düşündüler.
İsrail 48'de devletin kurulmasını 1. bağımsızlık olarak kabul eder. Üçüncü sırada Temmuz yenilgisi yer alıyor. Winograd heyeti, onun çıkarımları, bu savaşın İsrail ordusu ve hükümeti üzerinde meydana getirdiği oluşumlar ve etkiler bir yana heyetin çıkardığı hükümler, buna ilaveten direniş hareketinin ivme kazanması v.s. stratejik çevre içinde değerlendirilmesi gereken konulardır. Barış anlaşmalarının imzalandığı ülkelerle bile ilişkilerin normalleştirilememesi, bu anlaşmaların kağıt üzerinde kalması onu özellikle Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkelerinin halklarıyla ilişkileri normalleştirme seviyesine getirememeleri de bu stratejik çevre içine dahil edilebilir.
Başka bir konu daha bu çerçeveye girer ki o da; Arap kamuoyunda artan bir bilinçlilik ve Siyonist projeyi reddetme havasının oluşması, direnişe geniş bir halk desteğinin olmasıdır. Bu destek Amerikalı, İsrailli ve onlara destek olanların direniş hareketlerini tecrit etmek ve kuşatmak için yaptıkları bütün çalışmaları geride bırakmıştır.
Bu çerçeveye dördüncü olarak İran'ın son senelerde her alanda özellikle de teknolojik ve sivil ve barışçı maksatlarla yürüttüğü nükleer teknoloji alanındaki gücü, İsrail'in onu nükleer silah üretmeye çalışmakla suçlaması eklenebilir. İran, kesin bir şekilde nükleer silah elde etmek için çalışmadığını söylese de İsrail bunu devletin bekası için bir tehdit olarak görmektedir.
Beşinci olarak; Suriye'nin askeri gücünün artması, İran ile arasındaki stratejik yardımlaşma, Lübnan ve Filistin'deki direniş hareketlerinin yanında yer alması, geçen senelerde Suriye'yi zayıflatma ve tecrit etme çalışmalarının başarısız olması.
Altıncı olarak; Amerikan projesinin gerilemesi, Afganistan ile Irak savaşlarında olduğu gibi geniş kapsamlı ve yeni savaşlar aşamasında gücünü kaybetmesi.
Yedinci olarak; dünyanın ilk sırada ekonomik krizin yer aldığı farklı yerlerde türeyen kriz ve musibetlerle uğraşması. Stratejik çevrede bütün bunları dikkate almamız gerekir. Lübnan ve Filistin'deki direniş hareketlerinin anlayış, planlama, uygulama, taktik ve ekol olarak güç kazanması da bu konuya dahildir. İsrail başlangıçta küçük çetelerle muhataptı şimdi ise kendisini Temmuz ve son Gazze savaşında kanıtlamış yeni bir ekolle muhatap. Yine düşmanın, direniş hareketleriyle olan mücadelesinde yeni bir olgu olan işgal altındaki Filistin topraklarını gelecekte olacak bir savaşın parçası olarak görmesi. Artık savaş birkaç yerleşim birimiyle sınırlı olmayacak. İsrail'in özellikle direnişle girmek istediği bir savaşta, savaştığı alan sadece işgal altındaki Filistin'in kuzey kesimiyle sınırlı kalmayıp bütün topraklarda olacak.
İsrail isterdi ki bölgesel bir savaşa girsin ve direniş hareketlerini vatandaşların güvenliğine bir tehdit olmaktan çıkarıp stratejik tehdit haline getirsin. İsrail varlığına tehdit olarak direniş hareketlerini değil İran'ı görür. Direniş hareketlerini stratejik tehdit olarak kabul eder.
Bu çevre ve gelişmeler özellikle de Temmuz savaşından sonra yeni İsrail hükümetinin gölgesinde Filistinlilerin dediği gibi başladığı noktaya geri döndü. Yani dünya Netanyahu'dan iki devletli çözümü kabul etmesini dilenecek.
Birinci İhtimal: Bu tatbikatların, yenilmeyen ordunun kendine ve siyasi liderler ile hükümete olan güveninin sarsılması, peş peşe hükümetlerin düşmesi, çok sayıda erken genel seçiminin yapılması ve İsrail kamuoyunun yaşadığı krizden sonra birinci derecede hedefi güven tazelemektir. Çünkü bilindiği gibi Temmuz savaşından sonra generaller suçu askerlere askerler generallere atmışlardı. Amaç İsrail halkının ordu ve hükümete, bunlarında birbirlerine olan güvenlerinin tazelenmesidir. Bu açıdan bunun manevi ve psikolojik bir amaç olduğunu söyleyebiliriz. İsrail buna ihtiyacı olduğu için bu tatbikatları yapıyor.
İkinci ihtimal: İsrail gerçekten varlığı üzerinde ciddi bir endişe duyuyor. Ya da en azından stratejik ve ulusal güvenliği için endişeleniyor. Bu yüzden gücünü, kudretini, üstünlüğünü, yetkinliğini ve herhangi bir tehlike karşısında teçhizatını koruması gerektiğini düşünüyor. Yani bütün tatbikatları savunma çerçevesine dahil ediyor.
Üçüncü ihtimal: İşin korku boyutudur ve bütün dünya ile bölgeye, Filistin, Lübnan, Suriye, İran, Arap halkları ve rejimlerinin hepsine güçlü bir mesaj vermektedir. Bu mesaj İsrail'in zayıf, dağılmış, tedirgin olmadığını aksine güçlü, üstün, zorba olduğunu, herkesle başa çıkabileceğini, ezip geçebileceğini ve hiç tereddüt etmeksizin bölgesel düzeyde bir savaşa girebileceğini söylemektedir.
Mesaj birinci derecede Filistinlilere, Netanyahu hükümetiyle olan bu durumu kabullenmeleri gerektiğini söylüyor. Çünkü Netanyahu ile Liberman iki devletli çözümü kabul etmiyor, sınırlı özerk yönetim ile Filistinlilerin ekonomik ve yaşamsal durumu ve İsrail'in Yahudi devleti projesine önem verilmesini istiyorlar. Böylece Filistinlilere şunu söylemiş oluyorlar: Kudüs yok, Filistin göçüne ve yerleşime devam. Bugün haberlerde Batı Yaka'da yeni yerleşim birimleri için müzayede düzenlendiği ilan edildi. Bu Filistinlilere "Bizim, size vermeyi istediğimizden başka seçeneğiniz yok" demek oluyor . Aynı şekilde geçmişte de Bush size Şaron'un size verdiklerini alın diye tavsiye etmişti. Şimdi de Netanyahu'nun verdikleriyle yetinin.
Bu aynı zamanda Suriye'ye ve bütün Arap hükümetlerine de bir mesajdır. Siz Ey Arap hükümetleri, orduları, halkları! Gidin ve elinizden geleni arkanıza koymayın yine de istediğinizi elde edemeyeceksiniz. Eğer birisi bizi engellemeye ya da Siyonist projesinin önüne takoz koymaya çalışırsa hem konvansiyonel hem nükleer silahla baştan ayağa donanmış İsrail, sizinle savaşmaya hazırdır mesajı verilmektedir.
Bu, Lübnanlılara da bir göz dağıdır. Sanki İsrail, "biz, sizinle savaştık ve savaşımıza da devam edeceğiz" demektedir. Bunu ben söylüyor değilim. Resmi güvenlik çevreleri Lübnan'da İsrail'in üzerine atılacağı büyük bir güvenlik olayının olmasından korkmaktadırlar. İsrail Lübnanlılara, "uçaklarım semanızı gasp ettiği, casusluk ağlarım ailelerinizi, köy, şehir, kurum ve gruplarınızın her yaptığını kaydettiği sürece kendinizi savunmayı ya da tepki vermeyi düşünmeyin. Siz benim yapacağım bütün saldırılara boyun eğmek zorundasınız. Çünkü siz savaşa hazır olan bir düşmanla karşı karşıyasınız" demektedir.
İsrail bu mesajla İran'a nükleer program konusunda müsamahakar davranmayacağını göstermektedir. Çünkü bu onun için tehlikelidir. Ve siz İranlılar! Bizi saldırımıza karşılık vermekle tehdit ediyordunuz. Eğer size saldırırsak işte İsrail, onun ordusu, hükümeti ve halkı hepsi birden karşılık vermeye hazırdır.
O halde elimizde 3 ihtimal var: Birincisi manevi ve psikolojik boyut, ikincisi savunma boyutu, üçüncüsü göz dağı verme yani psikolojik savaş. Hiçbir şey bu üç ihtimalin birbiriyle var olmasını ve bu tatbikatın ortak hedefleri olmasını engelleyemez.
Dördüncü ve son ihtimal görmezden gelinemeyecek bir ihtimal. İsrail yeni ve sürpriz bir savaşa girmek istiyor. Halkı tatbikatlara hazırlamak için yapılan bütün konuşmalarda sürpriz tepkilerden bahsediliyor. Bununla birlikte onlar en azından bu aşamada hiçbir ülkenin füze ve geniş kapsamlı askeri savaş düzeyinde İsrail'e cephe açmayacağını biliyorlar. Öyleyse neden şimdi bundan bahsediyorlar? Bu, İsraillinin herhangi bir alanda askeri ve güvenlik saldırısına hazırlandığının sinyalidir. Bu saldırının sürpriz ve beklenmedik tepkilere sebep olacağı düşünülebilir. Bu yüzden birkaç dakika içinde karşılık verecek şekilde hazır olmak istiyorlar. Çünkü saldırıyı ilk başlatacak olan o ve gelecek sürpriz tepkilerden korktuğu için bu tatbikatları yapıyor.
Böyle bir ihtimal var ve bu ihtimal üzerinde her yönde açık tez ortaya atılabilir. Bizim bu konuda bilgimiz yok ve kesin çıkarımlarda bulunmaya da yetkimiz yok. Fakat bu ihtimalin ne olursa olsun akılda kalması gerekmektedir. Tatbikatlar için yapılan bu okuma ve olası ihtimaller, bunun güven tazelemek, savunma hazırlığı yapmak, psikolojik savaş ve İsraillilerin bu alanda tepkiye sebep olacağını düşündükleri güvenlik ve askeri saldırı hazırlığı amacıyla yapıldığını göstermektedir.
Ne Yapmalı?
Bu ihtimal, okuma ve tezler karşısında bizim sorumluluğumuz nedir, nasıl davranmalı, ne yapmalıyız? İlk olarak ortamı biraz yumuşatmak için elimizde bilgi olmadığını söylemek istiyorum. Fakat analiz bakımından biz Siyonist düşmanın askeri alanda sürpriz bir saldırı yapacağını düşünmüyoruz. Ama güvenlik konusu 31 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında gündemde olacak. Güvenlik her an varolan bir konudur. Fakat bu 5 günlük tatbikat süresince yapılacak askeri hazırlıklardan faydalanmak İsrail'in askeri saldırıda bulunmasına sebep olabilir. Bütün bu okuma ve ihtimallere bakarak bunun düşük bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Fakat biz burada ihtimal hesabı üzerinden gidiyoruz. Elimizde bilgi yok ama bu analiz bir veridir. İhtiyat ve sorumluluk farklı bir şekilde davranmamızı gerektirir. Bu da en kötü ihtimaller üzerinden gitmektir. Siyasette istediğimiz gibi analiz yapabiliriz. İyimser ya da kötümser olabilir, hiçbir şey olmayacağına dair kesin hüküm verebiliriz. Fakat bu siyasi analiz savaş anında bir ülkeyi korumaz ya da onun karnını doyurmaz. Bu yüzden biz sorumlu, tedbirli ve uyanık olmak zorundayız. Ve ilk önce biz olmalıyız. Çünkü Temmuz savaşından beri bilgi kapasitemize göre İsrail'in tatbikat ve eğitimlerini takip ediyoruz. Bu tatbikatlara ilk ışık tutan biz olduk.
Temel konusu savunma stratejisi olan ulusal diyalog oturumuna katıldık. Direnişe Vefa Bloğu Başkanı kardeşimiz Muhammed Ra'd konuyu oturuma taşıdı ve beraberinde bir metinle geldi. Size okuduğum bölümler bu metinden alınmıştı. Ra'd 31 Mayıs konusu şudur, boyutları şunlardır gibi açıklamalarda bulundu. Biz devlet ve halk olarak bu düşmanın komşusuyuz. Bu sebeple sorumluluğumuzu biliyoruz. Açıkça ifade edeyim ki; bu metni diyalog masasına kimseye delil göstermek ya da kimseyi listeye almak için getirmedik. Amacımız sadece bu tatbikatlarla ve ilerde buna benzer olacaklarla ilişkide ulusal politika geliştirmekti. Çünkü bu İsrail hareketinin son noktası değildir.
Biz bu meseleyle ilişkide ulusal özellikle de resmi bir politika olmasını istiyorduk. Çünkü bu sadece Hizbullah'ı değil her bir Lübnanlıyı hatta bütün bölgeyi ilgilendirmektedir. Ama ne yazık ki; bu mesele gerekli ilgiyi görmedi. Diyalog masasındaki bazı yetkililer konuya eğilip soru sordular bazısı ise konuştu ve devlet düzeyinde siyasi bir tavır içine girdi. Diyalog masası bu konuyu tartışmadı ya da ciddi bir şekilde tartışılacağını düşünmedi. Bir sonraki oturumda bu tatbikat başlamış olacak ve o zaman ne yapacağımızı bilemeyeceğiz. Lübnan hükümeti de bu konuyu ortaya atıp tartışmadı. Bakanlık komisyonu da oluşturmadı. Yüksek savunma meclisi de bu konuyu tartışmak için toplanmayı gerekli görmedi.
En azından toplanmaları, konuyu inceleyip analiz etmeleri ve sonra da Lübnan aleyhinde bir şey bulamadıklarını söylemeleri gerekirdi. Ey Lübnanlılar! Sakin olun. Bu devlet ya da bu ülkeden sorumlu olduğunu söyleyen rejim için tehlike gözükmüyor demeliydi. Bu sorumluluğu yerine getirmeliydiler. Biz onlara engel olmadık. Dedik ki buyurun bu sorumluluğu siz yerine getirin, Lübnan halkına, bize ve herkese nasıl davranmamız gerektiğini söyleyin. Hiçbir şey olmamış gibi davranacak ve sadece birkaç basit koruyucu önlem mi alacağız yoksa alarm durumuna mı geçeceğiz? Ne yapacağız? Cevap da yok cevap veren de. Bazıları kendilerini mesul görmeyebilir. Biz ne yazık ki savaş ve barış kararının devlet sorumluluğu olduğu sloganları duyuyoruz. Bu devlet, savaş ya da barış kararını Lübnan'ın çıkarı, istikrarı, güvenliği, saygınlığı ve topraklarını geri alması için mi verdi? Lübnan halkı ve direniş bu kararın karşısında durmuştur.
Konu, savaş ya da barış kararını bazılarına bırakma ve sonra çekilme konusu değil. Bu yüzden dik durmalısın. Bu bizim güçlü bir devletten istediğimiz duruştur. Güçlü devletin manası nedir? Bu sadece silah sahibi olmak demek değildir. Siyasi liderlik olmalıdır. İsrail'in Temmuz savaşındaki sorunu ordunun, nasıl davranacağını bilmeyen siyasi liderliğin sorunu muydu? Biz, bakanlık açıklaması, öncesinde ise Taif anlaşmasında olduğu gibi İsrail'i düşman kabul ettiğini söyleyen bir yönetim ve güçlü bir devlet istiyoruz. Bu düşman 61 yıllık tarihinde görülmediği kadar büyük bir tatbikat yapmak istiyor. Lübnan devletinde İsrail düşman olarak görülüyorsa tarihindeki en büyük tatbikatı yaptığında nasıl davranacağın tartışacak zaman neden bulamıyor?
Acil Çağrı
Hepimiz hükümetin ve rejimin farklı bir şekilde davranmasını isterdik. Her halükarda tatbikata birkaç gün kaldı. Biz burada Lübnan'ı, geleceğimizi, ülkemizin saygınlığını ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız. Bu bir iç siyaset meselesi değildir. Hala vaktimiz var. Diyalog masası olağanüstü bir şekilde toplansın, hükümet bu konu için bir oturum düzenlesin ya da iç işleri, dış işleri ve savunma bakanlarının katıldığı bir bakanlık komisyonu oluştursun. En azından çıkıp Lübnanlıların içine su serpin. Fakat bizim her zaman bizden istendiği gibi tedbirli olmamız gerekiyor.
Bu belirli bir makam ya da kendisini direniş ve en çok hedef alınacağı düşünülen bölgelerden sorumlu tutan belirli makamların davranışıdır. Bu yüzden bu konuyla ilgili ulusal bir politika geliştirilsin diyoruz. Ne yazık ki, bu konuyla ilgili bir davranış görmediğimiz gibi bazılarının bu konunun Lübnan'ı ilgilendirmediğini söylediklerini duyuyoruz. Öte yandan İsrail kuzey cepheden bahsediyor ve bunun Lübnan'ı ilgilendirdiğini söylüyor. Diyalog masasında bazıları çıkıp bu konunun bizi ilgilendirmediğini söylediler. Ben tabiiki meselenin arka planını anlıyorum. Aslında biz İsrail'i resmi açıklamayla düşman olarak kabul etmişiz. Ama Lübnanlı bazı siyasi güçler kültürel, duygusal ve psikolojik olarak İsrail'e gerçek bir düşmanmış gibi davranıyor mu?
Yani düşman dediğinde bu kötü düşündüğün ya da onun ülkene saldırma ihtimalinin olduğu anlamına gelir. Ne olursa olsun bu bir düşman. Üstelik silahlı ve tatbikat yapmak istiyor. Ve bazı Lübnanlılar çıkıp bunun bizi ilgilendirmediğini söylüyorlar. Ya da bazısı bunu Hizbullah'ın uydurup diyalog masasına attığını söylüyor Allah bilir amaçları ne? Hizbullah seçimler öncesi bir şey kuruyor ve İsrail'le çatışma ortamı oluşturuyor olabilir. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bizim seçimlerde çıkarımız var. 7 haziran'ı bekliyoruz. Bu bütün Lübnanlılar için önemli. Bu seçimlerin yapılması gerekiyor. Seçimlerin güven ortamında yapılmasından en kazançlı çıkacak kişiler muhalefet ve özellikle de direniştir. Çünkü direniş geçen 4 sene boyunca çektiği acıları biliyor ve bir 4 sene daha aynı acıları çekmek istemiyor. Ne yazık ki bu işe ciddiyetle eğileceklerine bu suçlamalarda bulunuyorlar.
Şimdi devlet sorumluluğunu yükleniyor. Biz hazırız. En nihayetinde biz bu halkın ve bu hedef almanın bir parçasıyız. 1982'den bu yana olduğu gibi devlet bir çok dosyayla ilgili hiçbir girişimde bulunmadı. Uzun seneler devlet siyasi ve basın alanında dahi meydanda görünmedi. Daha sonra bir şekilde ortaya çıktı. Ama insanlar sorumluluklarından vazgeçmediler. Ne özgürlüklerinden, esirlerinden, sularından ne de saygınlık, izzet ve egemenliklerini savunmaktan geri durdular.
Şunu söylemek istiyorum: Biz direniş olarak ilerde Hizbullah'ın yaptıkları hakkında bilgiler sızsa bile- tatbikat sırasında Lübnan'ı hedef alması mümkün olan herhangi bir askeri ya da güvenlik operasyonuna karşı bir takım ihtiyati önlemler almak zorundayız.
Lübnan'ı ilgilendiren konularda biz bu uygulamaları normal bir şekilde yerine getirmek zorundayız. Ben bu konuyu şimdiden açıklıyorum ki insanlar kendilerini güvende hissetsinler. Çünkü bu mesaj İsraillilere ulaştığında eğer bu 5 gün içinde düşünecek bir şeyi varsa ve sürpriz yapmak istiyorsa biz ona bu sürpriz saldırı sonuçsuzdur demiş olacağız. Belki de bir şey yapamazlar ama bizim görevimiz en kötü şartları hesaba katmaktır. Düşman Lübnan'daki tecrübesiyle bu direnişin zayıflamadığını ve halkını, ülkesini, saygınlığını, izzetini savunmak için görevini yapmaktan çekinmeyeceğini biliyor.
İsrailli bu mesajı biliyor. Tehdit savurmamı gerektirecek bir durum yok ortada. Ama ben düşmana sürpriz saldırı yok demek istiyorum. Ona diyorum ki; ne 31 Mayıs'tan sonra ne de önce böyle bir şey olmayacak. Biz tetikte bekliyoruz, başımızı toprağa gömmeyeceğiz çünkü biz bir nesiliz. Ne yazık ki bu kaderimize yazılmış, bunu kabul ediyoruz. Biz, etrafına, kutsal topraklarla olan sınırlarına dünyadaki ve tarih sürecindeki en azılı, en kanlı terörist varlığın ekildiği bir ülkede yaşıyoruz. bu yüzden bu kaderimiz. Bununla mücadele edeceğiz. Ne yapalım ülkemizi terk edip göç mü edelim? Başımızı toprağa mı gömelim? İsrail'e teslim mi olalım? Onun casusu mu olalım? Yoksa projesine ortak mı olalım?
1982'den beri böyle bir şey yapmadık. Bizim dışımızdaki Lübnanlı, Filistinli, Mısırlı, Ürdünlü ve Suriyelilerin çoğu da 48'den beri böyle bir şey yapmadı. Biz bunu yapmadık ve hiçbir zaman da yapmayacağız.
Normal Yaşantıya Devam
Ben insanların normal hayatlarına devam etmelerini ümit ediyorum. Korkmasınlar, endişelenmesinler. Ama bizim görevimiz, içinde bulunulan durumdan onları haberdar etmektir. Aynı zamanda sorumluluk tedbirli olmayı gerektiriyor. İşimize, okulumuza gidip normal yaşantımıza devam edeceğiz ve seçimlerimizi yapacağız. Fakat biz seçimlere giderken 24 saat her alanda tetikte olacak insanlar olacağına size söz veriyorum.
Son olarak ordu ve güvenlik güçlerinin kararını bekliyorum. Bir ordu liderinin birkaç gün önce güney bölgesini ziyaret ettiğini ve çok özel bir tavır sergilediğini keza güvenlik güçlerinin de bilinçli bir şekilde davrandığını duydum. Hepsinin sorumluluklarını üstlenmelerini temenni ediyorum. Çünkü bu konu ulusal güvenlik sorunudur. Casusluk şebekeleriyle ilgili olarak bu dönemde hepimiz tetikteyiz ve durumu takip ediyoruz diyoruz. Hepimiz seçimlerde görev almayacağız. Seçimleri erteleyelim de demiyorum. Ama orman kanunlarının hakim olduğu, güçlünün zayıfı yediği, bir hükümetin kadınları ve çocukları öldüren, 1. ve 2. Kana katliamlarını daha sonrada Gazze'deki katliamı gerçekleştiren düşmanı suçlayamadığı, insanın varlığını, izzetini, onurunu, egemenliğini savunmak için Allah'tan ve kişisel güçlerden başka bir şey bulamadığı bir dünyada herkes istediği yorumu yapabilir. Biz ise açıkladığımızdan başka çıkar yol bilmiyoruz.
Bugünlerin hayırla son bulmasını temenni ediyorum. Ben, direniş ve ona olan geniş tabanlı halk desteği, ulusal inancıyla Lübnan ordusu ve güvenlik güçleriyle güçlenip çıkarmak istediği her savaşın sonuçlarının garanti altına alınmış olması gerektiğini bilen İsrailli düşman için caydırıcı bir etken oluşturacağımızı düşünüyorum.
* İsrail'in 5 gün sürecek tatbikatını değerlendiren Seyyid Hasan Nasrullah'ın konuşmasının tam metni, Gülşen Topçu tarafından İsra Haber için tercüme edilmiştir.