Nasrullah'ın 1 Mayıs Konuşması

Nasrullah'ın 1 Mayıs Konuşması

Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah'ın 1 Mayıs İşçi bayramı münasebetiye Lübnanlı işçilere hitaben...

Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah'ın 1 Mayıs dolayısıyla yaptığı konuşmanın tam metni:


Esselamu Aleykum kardeşler!

İlk olarak mutluluğumu ve kardeşlerimle bir araya gelmeye duyduğum özlemi dile getirmek istiyorum. Ben de sizin gibi uzun zamandır bu buluşmayı bekliyordum. Bu buluşmayı hazırlıyorduk ama şartlar, olaylar, gelişmeler sürekli olarak ertelenmesine neden oluyordu ta ki Allah-u Teâlâ bunu kolaylaştırıncaya kadar. Bu mübarek ve iyi bir zamanlama. Çünkü biz mayıs ayının yani İslami direnişin Lübnan'da zafer kazandığı ayın ilk günlerindeyiz. Bu seneki buluşmamız ise çok önemli ve değerli bir buluşmadır. Çünkü biz bu sene direnişin zaferinin 10. yılını kutluyoruz.

Direnişten ve onun zaferinden bahsettiğimizde doğal olarak Direnişe Destek Derneğinden ve buluşmayla olan derin ve temel bağdan bahseder hale geliyoruz. Direnişin zaferinden bahsederken sizin de zaferinizden bahsediyoruz. Çünkü sizler direnişin bir parçasıydınız ve hala öylesiniz. Lübnan'daki İslami Direnişe Destek Derneği bünyesindeki bütün kardeşler bu direnişin bir parçasıdır.

NESİLLERİMİZİN ZAFER DOLU GÜNLER GÖRMESİNİ İSTİYORUZ

Bu sene inşallah istediğimiz şey bu bayramın, direniş ve özgürlük bayramının ulusal, resmi ve halk düzeyinde gereken ilgiyi görmesidir. Çünkü bu Lübnan ve millet için büyük ve önemli bir bayramdır. Bizler, direniş ve özgürlük bayramını kutlamada ısrar ediyoruz çünkü çocuklarımız, torunlarımız, nesillerimiz ve halklarımızın genç tarihinde zaferle dolu günler görmesini istiyoruz.

İnsanlar 62 yıldan bu yana felaket (İsrail'in kuruluşu) gününü, sonrasında 67 yenilgisini ve İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgalini kutluyorlar. Bizim günlerimiz felaketler, yenilgiler ve katliamlarla dolu. Lübnan'daki bu direniş; zafer günü, zafer tablosu ve bayramı, izzet ve onur, mutluluk ve tebessüm sunmaya geldi. Ama bazıları Lübnan'ın ve ümmetin hayatındaki bu tarihi ve ilahi günü, bu tarihi zafer ve başarıyı görmezden gelmekte ısrar ediyor. İnşallah sonraki buluşmalarımızda benim ve kardeşlerimin zafer bayramı münasebetiyle söyleyecek sözümüz olacak. Şimdi bu zaferin anlamına ve ona karşı sorumluluklarımızın neler olduğu konusuna değinelim.

2000 zaferinin ilahi vaadin tasdiki "Allah'a yardım ederseniz o da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar" ve gerçekleşmesi olduğunu vurguluyoruz.

Ben bugün sizinle bu mübarek ve hoş buluşmada üç başlıktan bahsedeceğim: Birinci başlık Direnişe Destek Derneği, onun faaliyetleri, çalışmaları, sorumlulukları ve geleceğiyle alakalıdır. İkinci başlık şuan Lübnan'da yapılan belediye seçimleridir. Üçüncü başlık ise yeni durumla özellikle de İsrail ile Amerika'nın haftalardır silah ve füzeler konusuyla ilgili kopardığı yaygara ve tehditlerle alakalı genel bir durumdur.

Lübnan'daki Direnişe Destek Derneği 80'lerin sonlarında kuruluşundan bu yana Lübnan'daki direnişin eyleminin temel parçasıdır. Biz, direnişten bahsederken direnişin eylemine böyle bakıyoruz. Biz, bunu askeri, siyasi, kültürel, toplumsal, lojistik, manevi ve psikolojik olmak üzere farklı alanlarda çeşitli ve eksiksiz bir eylem olarak görüyoruz. Direniş, sadece silahlı ve askeri bir direniş değildir. Askeri boyut direnişin en önemli boyutlarındandır hatta direnişin semeresi ve özgürlüğünün başlangıcıdır. Direnişin, son şeklidir. Askeri boyut kültürel çabanın, inanç seferberliği, ulusal seferberlik, eğitim, silahlanma, finans, toplumsal ilgi, toplumsal yapıyla ilgilenme siyasi eğilim ve çalışmanın hâsılatı ve doğrudan askeri eylemin semeresidir. Direniş, bu eylemlerin bütünü, direnişçiler de bütün bu işlerde pay sahibi olanlardır. Bu nedenle doğru söylemek gerekirse Direnişe Destek Derneğinin direnişin bir parçası olduğunu, onun dışında ve ondan ayrı onu destekleyen bir durum olmadığını söylüyoruz. Tıpkı kültürel, eğitim ve örgütsel çalışmada olduğu gibi. Bütün bu çabalar direnişin özündendir.

Başlangıçtan şu ana kadar manevi, kültürel, siyasi, basın, toplumsal ya da maddi alanda Direnişe Destek Derneğinin Lübnan'da harcadığı çaba çok büyüktü, gerekliydi, direnişin hareketi, faaliyeti ve cihadına katkıda bulundu.

2000 Mayıs ayındaki zaferden sonra kardeşler arasında direnişin bir parçası olan ve onun eylemine eşlik eden teşkilatlar ve çerçeveler konusunda tartışma olduğunu hatırlıyorum. Bunlar devam edecek miydi, tekrar gözden geçirip başka teşkilatlara mı dâhil edecektik?

O gün bu soruya verilen cevap Direnişe Destek Derneğine gerek var mı? şeklindeydi. Bu, direnişe gerek var mı şeklindeki başka bir sorudan kaynaklanmaktadır. Direnişe ihtiyaç varsa maddi ve manevi boyutta Direnişe Destek Derneğine de ihtiyaç vardır. Ben, Allah'ın bu derneğe, konuma, göreve, cihada ve sorumluluğa bağlı olmakla onurlandırdığı siz kardeşlerime Lübnan'da direnişe ihtiyaç olduğu müddetçe Direnişe Destek Derneğine de ihtiyaç olduğunu söylüyorum.

Mademki direniş var bu direniş mesajını, kültürünü, fikrini, davasını, şehitlerinin masum kanını ve ruhlarını, fedakârlıklarını ve sarf ettiği çabayla başarılarını insanlara ulaştıracak kişiye ihtiyaç duyar. Siz, bunu yapıyorsunuz ve bunda devam etmelisiniz. Direniş olduğu müddetçe insanlara para ve yardım sunmaları için açık kapı bırakılması gerekir. Burada biraz olsun finansman ve yardım konusuna değinmek istiyorum.

Allah-u Teâlâ Kuran'da, peygamberler ve peygamberimiz Muhammed (s.a.v) hadislerinde cihattan bahsettiklerinde düşmanla cihattan bahsederler. Tabi büyük ve küçük cihat kavramları mevcuttur. Büyük cihat, insanı cehennem ateşine atmak isteyen kötülüğü emreden nefisle cihattır. İnsan ise, suç işlemesi için onun aklına, kalbine, duygularına ve hislerine hâkim olmasını engellemeye ve onunla cihat etmeye çalışır. Başka bir cihat daha vardır bu da harici düşmanla cihattır. Modern harici düşmanla cihat çerçevesinde iki tür cihat söz konusudur: maddi ve bedenle cihat. Kuran ayetlerinin çoğu cihattan bahsederken malla ve canla cihadı zikrediyor. Ve yine çoğu Kuran ayetinde malla cihat bedenle cihattan daha çok zikrediliyor. Tabi bunun açıklaması var ama ben buna girmek istemiyorum.

Malla cihat adında bir başlık mevcut. Düşman ordusu bir ülkeyi işgal ettiğinde ülke halkının toptan savunmaya geçmesi gerekir. Halkın bir grubu, erkeklerin ve kadınların bazısı bu görevi yerine getirirse diğerlerinin de bu görevi yerine getirmede onlara yardım etmesi gerekir. Ayrıca da malla cihat mala ihtiyaç olduğunda vacip olur. Mala ihtiyaç olmasa bile malla cihat iyi görülmüştür. Açık konuşmak istiyorum. Direnişe maddi yardımda ve bağışta bulunan, çocuklarını feda ettikleri gibi mallarından da cimrilik etmeyen herkese teşekkür ediyorum. Onlara teşekkür ediyor, yaptıkları yardımları takdir ediyor ve Allah'tan bunları kabul etmesini istiyoruz. Ama dikkat etmemiz gereken bir şey var ki o da direnişe sunulan malın sadaka olmadığı ve sadaka olmasının da caiz olmadığıdır. Ben bağış yapan insanlara direnişe bağışladığınız malın sadaka olduğunu düşünüyorsanız onu direnişe yardım olarak vermeyin yetimlere, fakirlere verin diyorum. Direnişe yardım için bağışlanan malın sadaka malından verilmesi doğru değildir. Çünkü direnişe bağışlanan para silaha, eğitime, teçhizata, direniş mekânlarının kurulmasına, savunma ve savaş için gerekli olan şeylere harcanır fakirlere ve yetimlere harcanmaz.

Direnişe sunulan yardım malla cihat etmektir. Başlığı malla cihattır, sevabı derecesi ve Allah katında özel bir yeri vardır. Bağışçılar (şuan direnişin elinde çok büyük imkânlar ve devasa kurumlar olduğu söyleniyor olabilir Direniş, özellikle de fakirlere ve orta hallilere verdiğimiz paraya ihtiyaç duyuyor mu diye sorulabilir) direniş gerçekten de küçük çocukların harçlıklarını koyduğu küçük kumbaralara ihtiyaç duyuyor mu direnişin buna gerçekten ihtiyacı var mı diye sorabilirler?

İhtiyacı var mı yok mu bu konuyu bir kenara bırakalım. Direnişe yardım etmek bağışçıların, yardım edenlerin ihtiyacı, yasal, ahlaki, itikadi, ulusal ve dini bir ihtiyaçtır. Çünkü onlar mallarıyla ülkelerini savunmaya, topraklarını kurtarmaya, onurlarını ve saygınlıklarını korumaya ortak olmuş olurlar. Çünkü onlar mallarını bağışlayarak bedenleriyle cihat etmelerini istediği gibi mallarıyla da cihat etmelerini emreden Allah'ın çağrısına icabet etmiş olurlar. Bu işin bir yönü.

Diğer açıdan ise ben evlerdeki kumbaralara vurgu yapmak istiyorum. Çünkü bunun terbiye ve kültür boyutu mali boyutundan daha önemlidir. Bu küçük çocuklar, sabahları ya da birkaç günde bir direnişin kumbarasına para koyuyorlar ve Aksa şeklindeki kumbaraya gözlerini açıyor. Kudüs ve Aksa her eve giriyor, hatıra ve çocuklukla gelişiyor. Kültürel ve terbiye yönü gerçekten çok önemlidir. Söylemek istediğim üçüncü bir durum daha var, biz bu parayı veren ve gerçekten buna muhtaç olan kişinin onu hayatından alıp samimi bir şekilde Allah için verdiğine inanıyoruz. Biz bu parayı alıyor ve onunla bomba satın alıyoruz. Ben bu bombanın bir tanka isabet edip onu yok edeceğine eminim.

Ama saf niyetlerle verilmeyen parayla (birisi para verir ve direnişin onun için belediye ya da parlamento seçimlerinde yerini hazırlayacağını zanneder, Allah için vermezse) satın aldığımız bomba ise boşa gidebilir.

Ben şahsi olarak –bu aslında şahsi bir inanç değil fikri ve şer'i temeller üzerine kurulu bir inançtır- az da olsa Allah için halis niyetle verilen paranın etkisinin çok büyük olacağına inanıyorum. Neden direnişi bu tür yardımlardan mahrum bırakalım?

O halde bu kapının açık kalması insanların da özgür olması gerektiğini söylüyoruz. Aslında bizi ilgilendiren şey, insanların Allah yolunda harcamalarıdır. Mallarından ahiretleri için vermeleridir. Onlar bu parayı fakirlere ve yetimlere sadaka şeklinde verirlerse mutlu olacağız, bu paraları cami ve okul yapımı için verirlerse mutlu olacağız, bunu insanlara hayır, mutluluk ve saygınlık olarak geri dönecek bir hayır işine harcarlarsa mutlu olacağız. Teçhizatına, savunmasına, savaşına ve zaferine ortak olmak için bu parayı direnişe verirlerse mutlu olacağız. Ama baştan sona kadar harcadıkları kendilerinedir onu kıyamet günü karşılarında bulacaklar. Biz ise Direnişe Destek Derneği olarak bunun aracısı, kapısı ve bu parayla yardımın ulaştırılacağı güvenilir, emin yön olacağız.

Bu konunun netleştiği kanısındayım. Son olarak hepinize, Genel Müdür Hac Hüseyin eş-Şami'ye, merkez komitesindeki kardeşlerime, bütün vakitlerini Direnişe Destek Derneğinin farklı bölge, birim, alan ve teşkilatlarında harcayan kardeşlere ve gönüllülere teşekkür etmek istiyorum. Hepsine teşekkür ediyor ve Allah'tan cihadınızı, fedakârlığınızı ve bazı bölgelerde bulunan zorluklara tahammül edişinizi mükâfatlandırmasını istiyorum. Sizinle birlikte niyetlerini halis tutan kimselerden olmak istiyorum. Çünkü önemli olan niyettir. Bu eylem Allah için olmazsa heba olur gider. Dünyevi sonuçlar elde edebiliriz ama ahirette bize bir hayır ya da bereket getirmez. Niyette samimi olmak bize dünyevi sonuç verir ve uhrevi kazacımızı da muhafaza eder. Ben inşallah işinize, maddi ve manevi yardımınıza, deneyim, uzmanlık ve bilgi sahibi olduğunuz bütün alanlardaki faaliyetlerinize geçtiğimiz senelerde olduğu gibi ciddiyetle devam etmenizi ümit ediyorum. Çünkü birazdan bahsedeceğimiz konu önem, beklenti ve geçen seneler boyunca omzumuza yüklenen sorumluluk bakımından en az bu konu kadar önemlidir.

BELEDİYE SEÇİMLERİ

İkinci konuya geçiyorum. Bu konudan kısaca ve direniş ile direniş toplumu açısından bahsedeceğim. Konumuz belediye seçimleri. Herkes bizim Lübnan'da kapalı oturumlarda ve medyada tek bir şeyden bahsettiğimizi biliyor. Belediye seçimlerinin zamanı yaklaştığında –televizyon kanalı aracılığıyla bahsetmiştim- lütfen seçimleri 6 ay ya da bir sene erteleyin diyen bizdik. Geri planda hiç bir düşüncemiz yoktu. Sanırım Lübnan'da bizim geri plandaki düşüncemizin, Hizbullah'ın belediye seçimlerinden ya da bazı belediye meclislerini kaybetmekten korkması olduğunu zannedenler var. Ama bu konudan bahsettiğimizde biz ülkedeki genel durumun kırılganlığından, bölgedeki genel durumdan, mevcut tehditlerden ve ihtimallerden hareket ettik. Bu sürece girersek şuan ülkenin kaldıramayacağı düşmanlıklar, çekişmeler ve belirgin ortamlar oluşacaktır. Pratikte seçimlerin yapılmasının kararlaştırılması ve insanların yeni bir durum ve dar zamanla karşı karşıya bırakılmasına kadar bu konu etrafında bazı gerginlikler yaşandı. Bu iyi bir şey değil. Ama iyi olmayan bazı işlerde artılar da bulabiliriz. Ben siyasi güçlerin ya da hükümetin bu istenmeyen artılardan dolayı seçimlerin yapılmasını isteyip insanları seçim zamanıyla şaşırttıklarını zannetmiyorum. Seçimlerin ertelenmesi konusunda ciddi bir tartışma vardı ama mesele buna kimin katlanıp kimin katlanamayacağı meselesiydi. Sonunda seçimlerin yapılmasına karar verdiler. Ben bunun iyi olmadığını söylüyorum. Ama iyi olmayan ve dar zamanlı bu işin artıları arasında insanların sakince çalışmaları, fikir birliğine gitmeleri ve mümkün olduğunca kavgadan uzak durmaları yer almaktadır. Bu bence iyi bir durumdur.

Hizbullah tarafında ise vakit ister dar olsun ister geniş, bizim karar kılınmış bir seçeneğimiz var. Hizbullah ve Emel Hareketi arasında belediye seçimlerinde ittifaka gitme seneler önce alınmış bir karardır, vaktin öne alınması ya da ertelenmesiyle alakası yoktur. İş ciddiyete bindiğinde Hizbullah ile Emel Hareketi arasındaki müzakere ne haftalarca ne de aylarca sürdü. Birkaç gün içinde toplantılar düzenledik, ortaya bir taslak koyduk, bunun üzerinde biraz tartıştık ve sonrada imzayı attık. Ben ve Meclis Başkanı Nebih Berri imza attık. Bu anlaşmayı bütün bölgelerdeki kardeşlerimizin hizmetine sunduk. Bu ayrıntılı bir anlaşmadır, anlaşmazlık, çekişme ya da üzerinde çalışmaya gerek bırakmaz. Allah'a dayanın ve bu temel üzere çalışın.

Daha sonra ülkede siyasi güçler, hatta düşman ve çekişen güçler arasında büyük bir fikir birliği havası oluştu. Bu fevkalade bir şeydir. Çetin rekabetin olacağı birimlerin sayısı ise azdır. Birçok belediye onaylamayla kazandı. Çünkü belediye meclisleri konusu bundan daha fazlasına, bazı siyasi güçlerin yaratmaya çalıştığı gibi büyük siyasi savaşlara ihtiyaç duymaz.

Hizbullah ve Emel hakkında bir şey söylemek istiyorum. Aslında biz anlaşmayla köy halkını, aileleri ya da bunun dışındakileri sıkıştırmak istemiyor aksine herhangi bir belde de ailevi ya da şahsi sebepler yüzünden meydana gelebilecek bir çatışma, rekabet ya da krizin önüne geçmek istiyoruz. Çünkü bazen belediye başkanı olmak isteyen bir kişinin bütün aile fanatikliğini harekete geçirmesi onun için bir sorun oluşturmuyor ve belediye başkanı olması için 10-20-30 sene öncesinin dosyasını açmak için geri dönüyoruz. Belediyelerde olanlar ulusal düzeyde olanların minyatürüdür. Bir kişi milletvekili olabilmek için ülkeyi yerle bir etmeye hazırdır. Yine bakan olmak, başkan olmak için ülkeyi talan etmeye hazır kişiler var. Bu kişiler için mezhebi ve grupsal fanatikliği kullanmak ve ülkeyi fitneye sürüklemek sorun değildir.

Belediyeler düzeyinde bazı örnekler var ama daha ufak boyutta. Bu kişiler gelip grubu değil aileyi kullanıyor, eski dosyaları açıyor, soy ağacını açıp geçmişteki anlaşmazlıkları araştırıyor ve eski hassasiyetlere geri dönüyoruz.

Emel ile Hizbullah'ın anlaşmasının amacı köy ve kasabaların korunmasıdır. 2006 savaşından sonra oluşan, köylerimiz, kasabalarımız ve şehirlerimizde var olan ve en çok hedef alınan bu olumlu hava korunması gereken en önemli şeydir. Bu nedenle Emel ve Hizbullah arasındaki anlaşma müstehab bir iş değil vacipti. Hizbullah ya da Emel vazgeçecek olsa bunun hesabını ahirette sorarız. İnsanların da gelip bize hesap sorması gerekir. Ülke ve bölge büyük ve tehlikeli bir sürece girerken onların belediye meclislerinde ya da bir mecliste anlaşmazlığa düşmeleri makul müdür?

Bazı insanların gazetelerde yazdıklarının aksine bazıları her halükarda eleştirmeyi seviyor. Çünkü eleştirmezlerse yapacak başka işleri kalmıyor. Bazı insanların da belirli hesapları var ve insanların bu anlaşmadan rahatsız olduğunu iddia ediyorlar. Asla böyle bir şey yok. Biz bu topraklarda yaşıyoruz ve ailelerin, insanların ve köylerin içinde bulunduğu ortamı biliyoruz. Bu, halka gerçekten çok büyük bir rahatlık verdi.

SCUD FÜZELERİ

Siyasi durumla alakalı konuya gelince; sizler biliyorsunuz ki birkaç ay önce İsrailli yetkililer aralıksız 3-4 ay konuşup Lübnan'a tehdit yağdırıp durdular. Lübnan'ı tehdit etmeyen kimse kalmadı. Biri Dahiye'yi yıkmakla tehdit etti, biri alt yapıyı vurmakla, biri güneyi işgal etmekle bir diğeri de Lübnan'ı işgal etmekle tehdit etti. Yani tehdit namına akla gelebilecek ne varsa İsrailli yetkililer ve İsrail basını tarafından 16 Şubat şehit liderlerin yıldönümü kutlamasına kadar 4-5 ay kullanıldı.

Şehitlerin yıldönümünde konuştuk şimdi onları tekrar etmeyeceğiz. Dikkat ederseniz ondan sonra Scud füzesi hikâyesi ortaya çıkıncaya kadar ortalık duruldu. 16 Şubat'ın ertesi günü Şimon Perez çıkıp bizim Lübnan'da işimiz yok, oradan çıktık, işimiz bitti ve Lübnan'la savaş yapmak istemiyoruz dedi. Netanyahu, Barak ve Aşkenazi sanki daha önce hiç tehdit etmemişler gibi hayır, bizim Lübnan'da işimiz yok, Lübnan'la savaş yapmaya niyetimiz yok sakinlik istiyoruz demeye başladılar. Hatta düne kadar bu vurgu hâkimdi. İsrail neden geri adım attı?

İnsan bu konuda istediği yorumu yapabilir. Ama ortada 16 Şubat gibi önemli bir dönüm noktası var. 16 Şubat'ın öncesi ve sonrası var. Bunun dışında bir zaman arayan bize bunu göstersin. 16 Şubat'ta İsraillilere sizin adınıza, mücahitlerinizin ve direnişinizin adına sizin tehditlerinizden ve gözdağınızdan korkmuyoruz, sizinle yüzleşmeye ve sizi yeniden zelil edici bir yenilgiye uğratmaya, köylerimizi, şehirlerimizi, alt yapımızı, onurumuzu ve izzetimizi savunmaya hazırız diyen biri vardı. Bu söz söylendi, İsrail bunu dikkatle okudu. Onlar bizim bu konuda şaka yapmadığımızı biliyorlar. Tekrar söylüyorum: Evet ben psikolojik savaşa girdiğimi itiraf ediyorum. Ama bu gerçekte olan ve gerçek verilere dayalı bir psikolojik savaştır. Biz ne dostla ne düşmanla içinde yalan, dolan ve kandırmaca olan psikolojik savaşa girmiyoruz. Bazıları düşmanı kandırmanın fıkhi ve kanuni olarak caiz olduğunu tartışsa bile biz bu caiz olan şeyi de yapmıyoruz. Biz gerçek verilere dayalı bir psikolojik savaş yürütüyoruz. İsrailli bunu anlıyor. Bu nedenle 17 Şubat'tan bu yana kullanılan üslup tamamıyla değişti.

Bir müddet önce Scud hikâyesi ortaya çıktı. Bu hikâyeyi Amerikalılar ortaya çıkardı ya da bir Körfez ülkesinin gazetesinde bu hikâye Amerikalılara dayandırıldı. Şimon Perez bunu konuyu Fransa'ya taşıdı. Fransa Suriye'nin Hizbullah'a Scud füzesi verdiğini söylüyor. İsrail basını ise olayı anlatmaya başladı, daha sonra topu Amerikalılar kaptı ve o günden bugüne bütün meşgaleleri bu oldu. Hala Bayan Clinton bu konudan bahsediyor ve sözlerini Suriye ile İran'a yöneltiyor. Bu konuda büyük yaygara koparıldı.

Siz Suriye'nin Hizbullah'a füze verdiğini söylüyorsunuz deliliniz nerde? Hiç kimse buna delil getirmedi ama ortada delilsiz dönen büyük bir savaş var, birincisi bu. İkincisi; Suriye Hizbullah'a böyle bir şey verdiğini kesin bir dille reddetti. Üçüncüsü; Hizbullah kendisini hiçbir suretle bir silaha sahip olduğunu doğrulamak ya da yalanlamakla mesul tutmuyor. Bizim siyasetimiz bu ve bu siyaseti vurguluyoruz.

Bazıları şuan konunun çok baskı uyguladığını ve siyaseti bırakıp Scud füzelerinden bahsedeceğimizi söylüyor. Asla. Siyasetimiz sabittir, değişmez. Biz silah aldık mı almadık mı ya da bize silah geldi mi gelmedi mi konusunu yalanlayacak ya da doğrulayacak değiliz. Özellikle de silahın modelinden bahsetmek istersek bunu asla yapmayız. Bizim konuştuğumuz ve gücün bütünüyle alakalı genel bir konu var. İsraillinin analiz etme, parçalarına ayırma, anlamaya çalışma ve bilgileriyle verilerini kesinleştirmesi gerekir. Ama biz hiçbir zaman hiçbir silah çeşidine sahip olup olmadığımızı ispat etme ya da yalanlamaktan mesul değiliz. Bu nedenle bu konu hakkında yorum yapmadık ve yapmayacağız. Size başka bir şey daha söylemek istiyorum. Bugün bu konuya yorum yapmak ister ve bize silah verildiğini yalanlarsak bu yalanlamadığımız her şeyi doğruladığımız anlamına gelir. Biz neden buna mecbur olalım? Ben ne doğruluyorum ne de yalanlıyorum. Siyasetimiz de bunun üzerine kuruludur.

Dördüncüsü; biz bu dünyada hiç kimsenin silahlanma hakkımızla ilgili bizimle tartışmaya girmesini kabul etmiyoruz. Bu bizim hakkımızdır. Bu hakkı ister kullanır ister kullanmayız orası ayrı.

Amerikan Savunma Bakanı Gates gelip de Hizbullah'ın dünya hükümetlerinin çoğunun sahip olduğundan çok füze ve silaha sahip olduğunu söylediğinde bu konu ister doğru olsun ister yanlış yorum yapmayacağım. Ama ona diyorum ki sen bu açıklamayı yaparken birinin yanında duruyordun. Yanında durduğun kişi dünya hükümetlerinin çoğunun sahip olmadığı hava silahına sahip olan Ehud Barak'tır. Aynı zamanda nükleer silaha, kanuni ve uluslar arası olarak yasaklanmış kimyasal silaha sahiptir. Devlet terörü uygulamakta ve yine dünya hükümetlerinin çoğunun yapmadığı gibi Lübnan ve Filistin'de katliamlar yapmakta, kadınları öldürmektedir. Sen baştan ayağa silahlı, diğerlerine saldıran, onların onurunu çiğneyen, kanlarını akıtan bir devletin savaş bakanının yanında duruyorsun. Bu senin için bir anlam ifade etmiyor ve seni etkilemiyor.

Ama Lübnan, Suriye, Filistin, İran ya da İslam ve Arap ülkelerinden herhangi birinin çocuklarını, kadınlarını, halkının kanını, onurunu, vatanının egemenliğini savunmak için silaha sahip olması suçlamayı, karalamayı ve kopan bunca yaygarayı hak ediyor. Bu bizim reddettiğimiz ve kınadığımız bir mantıktır.

Söylemek istediğim herhangi bir silaha sahip olmamızın –sizin ve onların aklına hangi silah gelirse gelsin- yasal, ahlaki, kanuni ve insani hakkımız olduğudur. Çünkü bu silahı şerefli, zulme uğramış ve İsrail'in kanserli varlığıyla tehdit edilmiş insanları savunması için istiyoruz. Bu hakkı kullanabildiğimiz kadar kullanacağız ve asla gevşemeyeceğiz. Size açıkça söylüyorum ki, Scud ve füzeler konusunda koparılan bütün bu yaygaranın savaşa hazırlık olduğunu zannetmiyorum, inşallah yanılmam.

Tabi ki bu yaygaranın ve kampanyanın farklı hedefleri vardır. Bu hedefler arasında direnişe, Lübnan'daki insanlara, Lübnan, Suriye, İran'a ve Filistin'deki kardeşlere kırmızı çizgiyi aşmayın, sahip olmanızın ve elde etmenizin yasak olduğu, güç dengesini bozacak, sahip olduğunuzda savaşa götürecek silaha karşı dikkatli olun baskısı yer almaktadır. Hedef daha güçlü olmayalım diye baskı yapmaktır. Bu baskı yapıldığında İran, Suriye, Lübnan, Hizbullah ve Filistin'deki direniş silah satın almak, belirli bir silahı elde etmek için bin kere hesap yapacaktır. Birinci derecede hedeflenen şey muhalif devletleri ve direniş hareketlerini daha güçlü hale gelmeyi düşünmekten men etmek ve korkutmaktır. Çünkü bölgede güçlü bir devletin olması Amerika'nın yararına olmaz. Direniş hareketlerinin bölgede güçlü hareketler olması Amerika ve İsrail'in yararına değildir.

Arap ve İslam i bölgenin adının zayıflık, güçsüzlük, Amerikan hegemonyasına boyun eğmesi ve sonunda İsraillilerle Netanyahu'nun şartlarına göre barışı kabul etmesi için zillet ve aşağılanmışlık duygusu olması istenmektedir.

Size hedefin gerçekleşmeyeceğini söylüyorum. Bütün bu yaygara ne bir şeyi öne alacak ne de erteleyecek, aksine bunun tersi olacak. Scud füzeleri hakkında bu şekilde konuşulduğunda bu İsraillileri, Tel Aviv ve Beersheba'daki insanları daha çok korkutacak. Tabi Scud'dan bahsederken Eilat'tan yani işgal altındaki Filistin'in en uzak şehrinden bahsediyoruz, buranın halkı da korkacak. "Sizde Scud füzesi var, bu büyük bir şey, yani caydırıcılık dengesi gerçek olacak. Ve İsrail savaş açmak istediğinde onu bekleyen felaketler olacak" dediklerinde bizim insanımızın içine su serpecekler. İzlenilen bu siyaset hedefi değil hedefin tersini gerçekleştirdi.

Hedefler arasında mevcut Amerika-İsrail anlaşmazlığını görmezden gelme yer alıyor. Biz İsrail-Amerika arasında anlaşmazlık olduğunu inkâr etmiyoruz. Yüzde yüz bir uyum söz konusu mu? Amerikan-İsrail projesinde uyum var. Bu nedenle Barack Obama ve Hillary Clinton, George Bush ve ondan öncekiler gibi İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınması, onun üstün olması ve gücü konusunda kırmızı çizgi koyuyor. Taktikte ve menfaati belirlemede anlaşmazlık söz konusu. Amerikalılar Bayan Clinton'un AIPAC konferansında söylediği gibi Netanyahu'ya "Sizin çıkarınız çözümü sağlamaktır ve gelecekte bir çözüm sağlayıp sağlayamayacağınız bilinmemektedir. Bölgedeki demografik durum, direnişin durumu değişiyor, teknik ve füze alanındaki gelişme ilerliyor ve ilerde büyük tehlikeler güruhu olacak. Şimdi sizinle birlikte yürüyen kişiyi bulabilirsiniz. Belki seneler sonra sizinle yürüyecek kişiyi bulamayacaksınız" diyecek. Bu Amerikalıların bakış açısıdır. Oysaki İsrailliler burunlarının dikine gidip çok küçük bile olsa taviz vermeyi istemiyor.

Anlaşmazlık, taktikte ve ayrıntıda, İsrail'in menfaatine hizmettedir. Amerika onlara İsrail'in çıkarına bu şekilde hizmet ederiz diyor, İsrail ise başka bir düşünceye sahip. İkisi gelip bu gürültüyü koparıyor ve bu gürültüden uzakta anlaşmazlıklarına çözüm bulmaya çalışıyorlar.

Başka bir hedef –bu konuya dikkat etmemiz gerekiyor- İsrail'in kendisini yok olmakla tehdit ediliyormuş gibi göstermesidir. Diğer bir ifadeyle "Suriye'nin, Hizbullah ve Hamas'ın elinde ne olduğu biliniyor, İran çalışıyor" diyerek dünyayı velveleye veriyor. Bütün bu çabalar İsrail'in kendisini zulme uğrayan ve saldırılan ülke olarak gösterme çalışmasıdır. Doğal olarak da İsrail toprakları gasp etme, mültecilerin dönüşüne engel olma, Filistinlilerin kemiklerini ezme ve bölge halklarıyla ülkelerine savaş açma hakkına sahip olmaktadır.

Amerikalılar ve İsrailliler Suriye'nin Hizbullah'a Scud füzesi verdiğini söylüyor. Kaç tane? 3, 4, 10, 20? Rakam vermiyorlar. İsrail'i bu mu yok edecek? Hayır, İsrail yok olmaz. Senin kendini savunma imkânını kırmızı çizgi olarak kabul ediyorlar. Dünya halklarının karşısında kendini zulüm gören ülke konumuna sokma çalışması; Gazze'nin saldırgan olduğu, halkı ve füzeleriyle İsrail için tehdit oluşturduğu ve İsrail'in Gazze'de yaptığı şeyi yapmaya hakkı olduğu sonucuna götürüyor.

Savaş konusunda Lübnan'daki çoğu kişi İsrail'in sözünü irdelemiyor. İsrailliler Scud'dan bahsediyor ama aynı zamanda da savaş istemiyoruz diyorlar. İsrail açıklamalarının çoğunu inceleyin. Savaş istiyoruz demediler. Hatta Scud füzesi dengeyi bozar bile demediler. İsrailli üst düzey yetkililer "Biz Hizbullah'ın elinde Scud füzesi olduğunu düşünüyoruz. Bu bizim reddettiğimiz bir şey. Ama savaşa gitmek istemiyoruz" dedi. Onlara inanırız ya da inanmayız bu ayrı bir konu.

Diğer açıdan füze konusunda direniş ne kadar silaha sahip olsa da bu İsrail'in hesaplarında hiçbir şeyi değiştirmez. Onlar bu noktada netler. Bu nedenle direnişin denklemine giren hiçbir füzeyi dengeyi bozucu olarak görmüyorlar. Çünkü füze konusunda dengenin şimdi değil uzun zaman öncen bozulduğunu farz edebiliriz. Dengeyi bozanın hava savunması olduğunu kabul ediyorlar bunu açıkça söylediler. Onlar, direnişin sahip olduğu silahın onların hava silahının istediği gibi yıkması, bombalaması, saldırması, öldürmesi ve katliamlar işlemesine engel olmasını dengeyi bozan şey olarak gördüklerini söylüyorlar.

Hâlihazırdaki hava, savaş havası değil. İsrailli savaşmak isterse bu havayı oluşturamayacak. 82 öncesinde hiç bir şey yoktu hatta güneyde sakin bir hava vardı. Basının oluşturduğu bir hava vardı ve bölge aslında başka bir dünyada yaşıyordu. Lübnan ve bölge düzeyinde siyasi bir projeyi kullandılar ve 82'de Lübnan'ı işgal ettiler. 12 Temmuz 2006'dan önce ortada bir şey yoktu aksine öncesinde Şeba Çiftliklerindeki esirleri almıştık ve hiçbir şey olmamıştı. Yerleşim birimleri üzerindeki İsrail uçaklarına karşılık vermiştik bir şey olmamıştı. Filistinliler sınırı geçtiler kuzey Filistin operasyonlarını uyguladılar bir şey olmadı. Ama 12 Temmuz'da adı yeni Ortadoğu projesi olan büyük siyasi bir proje savaşın çıkmasına neden oldu. Şimdi ne Scud ne başka bir şey ne de direnişin silaha sahip olması savaş nedeni olur. Bölge için büyük siyasi bir proje varsa savaş çıkar. Ama bu projenin hatları henüz belli değil. Çoğu insan Temmuz'da bu hesapların tutmadığını söylüyor. Evet, Temmuz'da siyasi projeyle alakalı olarak bilgi eksikliğimiz vardı. Bir yerde okuyorduk başka bir yerde işbirliği ve komplo kurulduğu ortaya çıkıyordu. İşlerin işbirliği ve komplo seviyesine geleceğini ummuyorduk. Şimdi biz her çizginin farkındayız. Ortada başarısız olmuş siyasi bir proje var"

Ben bundan daha fazlasını söylüyorum. İsraillilerin sustuğunu, ortalığın durulduğunu, Amerikalıların sustuğunu ve gürültü çıkmadığını görürseniz işte o zaman endişelenmemiz gerekir. Ama çok konuştukları, ortalığı ayağa kaldırdıkları ve çok bağırdıkları zaman bu, ellerinde yapabilecekleri bir şey olmadığı anlamına gelmektedir. Şu ana kadar 1948'den bu yana bütün aşamalarda denklem böyleydi. Bundan önceki savaşlarda İsrail sustu. Hatırladığım kadarıyla çoğunluğunda bağırıp çağırmadı. Bu nedenle kimse bizi korkutamaz. Lübnanlıların sakin olması, rahat etmesi ve belediye seçimlerine hazırlanması gerekir. Aynı zamanda da direnişleriyle dayanışma içinde olmaları, ulusal birliklerini ve dayanışmalarını ifade etmeleri gerekmektedir. Çünkü bunu ifade etmek düşmanı herhangi bir saldırıya girmeyi ve Lübnan'a saldırmayı düşünmekten alıkoyar.

israhaber