Nureddin Şirin
“NATO’YA HAYIR” Demek İçin Karar Verme Zamanı..!
Sözde IŞİD ile mücadele adı altında, Ortadoğu’ya tekrar yönelen ABD önderlikli haçlı batı emperyalizmi, ABD Başkanı Obama’nın ajandasıyla bir yeni koalisyon oluşturarak IŞİD ile mücadele edileceğini duyurdu...
NATO zirvesine Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Tayyib Erdoğan da katıldı ve Obama ile görüşmesinde, Obama'nın Türkiye’den oluşacak bu çekirdek koalisyonun içinde yer almasını istediği ve Washington Post’ta yayınlanan bir haberde de, Türkiye’nin böyle bir projeye imza attığı belirtildi.
IŞİD konusu bölgede ciddi anlamda bir sarsıntı ve acılara yol açmış olsa da, hiçbir gerekçe NATO gibi bir katliam ve işgal şebekesinin gölgesine girmeyi, onun strateji ve kontrolü altında operasyonlara katılmayı makul ve meşru kılamaz.
Eğer IŞİD’in varlığını tartışmaya açacaksak, bundan önce haçlı emperyalizminin Afganistan ve Irak işgallerini bir kez daha konuşmamız ve Batı koalisyonun bu işgallerle İslam dünyasında nasıl soykırımlar gerçekleştirdiğini, Müslüman halkları nasıl ölüm ve katliam yağmuruna tuttuğunu, onur, namus ve haysiyetlerini nasıl ayaklar altına aldığını tekrardan hatırlamamız gerekir. Çünkü biraz unutmuşa benziyoruz.
IŞİD’in ortaya çıkışını, gerçekleştirdiği saldırıları ve İslam dünyasında yol açtığı sarsıntıları bir kenara not edelim; ama eğer bir saldırganlığa karşı bir duruş sergilemeyi konuştuğumuzda, işe ABD’nin ve NATO’nun kendisinden başlamayacaksak, çıkmaz bir sokağa girmekten başka bir şey yapmaz, aksine Müslüman halkların çok daha fazla acı çekeceği, çok daha fazla onurlarının çiğneneceği bir sürecin bir parçası haline gelmiş oluruz.
Nasıl olur da, tüm bu acıların asıl sorumlusu kalkıp yaralarımıza merhem sürmeye kalkabilir? Nasıl olur da, varlığı işgal, soykırım ve katliam olan NATO şebekesi kalkıp Müslüman dünyanın dertlerini derman olmanın pozlarını verebilir? Nasıl olur da, ellerinden kesintisiz Müslüman kanı damlayan küresel katiller, İslam dünyasında kurtarıcı gibi görülebilir?
NATO, İslam dünyasının esenliğini, huzurunu bir an olsun düşünmedi ve düşünmez de. NATO yeni stratejik konseptiyle, İslam dünyasında kendine kabul edilir bir yer edinmenin planlarını yaparken, Afganistan ve Irak’ları, Ebu Gureys ve Guantanamo’ları unutturarak, “dost ve yardımcı kuvvet” pozlarına bürünüyorsa, bize düşen önce bunların yüzündeki bu aldatıcı maskeyi yırtıp atmaktır.
NATO, kendisiyle işbirliği yapılabilecek bir savunma teşkilatı değil, bilakis Müslüman olsun olmasın, yeryüzünün tüm özgür halklarının kendisiyle savaşması gereken bir savaş makinasıdır. Bu makinada bir an olsun bile bir dişli olmak değil, mümkün olduğunca bu dişlileri tek tek kıracak bir yola girmek gerekir.
Bazı politikacılarımız ve analistlerimizin NATO ile ilgili “insani misyon” tanımlamalarına tanık olmuştuk. Bu yaklaşıma göre; NATO’nun sadece işgal ve katliam yüzün değil, bir de “insani” yüzünü görmek ve buradan da hareketle, NATO’nun İslam ülkelerindeki kriz ve çatışmalara müdahil olmasını kabul etmek ve savunmak gerekir.
Ortadoğu’daki kanser mikrobu siyonist rejim konusunda sözde “barış” adı altında sürdürülen “normalleşme” girişimleri, nasıl ki İslam dünyasına ve insaniyete karşı işlenmiş en büyük suç ise, siyonizmin küresel kalkanı olan NATO’nun varlığını zihinlerde meşrulaştıracak bir normalleşme de aynı şekilde işlenmiş affedilmez suçlardandır.
Türkiye vaktiyle NATO’ya giren bir ülke olabilir; nasıl ki “eski Türkiye” dediğimizde, yıllardır bu topraklar üzerinde kurulu vesayet ve despot rejimini sorguluyorsak ve bundan kurtulmanın adına “kurtuluş savaşı” diyorsak, aynı şekilde “eski Türkiye”nin kirli bir mirası olan NATO’yu da sorgulamalı ve NATO’ya karşı da bir “kurtuluş savaşı”ndan söz etmeliyiz. ..
NATO’nun vesayeti ve gölgesi altında duran bir Türkiye hiçbir zaman bağımsız ve özgür bir Türkiye olamayacağı gibi, yeni bir Türkiye de hiç olamaz.
NATO Genel sekreteri Resmussen, siyonist rejim Herzliya kentinde düzenlenen uluslararası güvenlik konferansında, NATO’nun misyonunu, “siyonist rejimin güvenliği ve geleceğini korumak” olarak tanımlamıştı.
Rasmussen konuşmasında, “İsrail ile NATO’nun kaderi aynı, geleceği de aynı, karşı karşıya kaldığı tehditler de aynı” demiş, siyonist rejimin varlığını tehdit eden unsurlar karşısında NATO’nun İsrail’i sonuna kadar kollayacağını açıkça ifade etmişti.
Artık şunu kabul etmemiz gerekir ki; siyonist rejimden uzak durmak ile NATO’dan uzak durmak eş değer bir anlam taşır. Birisinden uzak durup diğerine yakın olmak, birisine katil deyip diğeriyle stratejik ortaklıklar geliştirmek, ya bu siyonist rejimle olan kavganın sathiliğini ya da NATO denen katliam çetesinin planlarından gafil olmayı ifade eder ki, hiç biri anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum değildir.
Bazı siyasetçiler “NATO’nun ne olduğunu herkes biliyor” diyerek, izlenen siyasetin safça bir siyaset olmadığını ileri sürse de, şimdiye kadar NATO’nun oynadığı oyunlardan hangisinin ardından bir güzellik geldiğini, ya da, NATO’nun hangi şeytanlıklarından birine engel olunduğunu da bu siyasetçilerimize sormak gerekir.
Bizler “eski Türkiye” ile “yeni Türkiye” söylemleri arasında her ne kadar karşılaştırma yapıp övünç ve mutluluk çıkarsamaları yapsak da, NATO ile birlikte yürüyen Türkiye’nin Türkiye’nin yüzünü ve itibarını her zaman kirleteceği gerçeğini örtemez.
Eğer bu ülkede İslamcılığın ilkesel ve siyasal bir değeri varsa –ya da bir parça olsun kaldıysa- bütün İslamcıların “NATO’YA HAYIR” sloganını en gür sesle çıkarmaları gerekir. NATO’nun ve Amerikan emperyalizminin sorgulanmadığı bir zeminde İslamcılık üretmek, İslam’ı özünden ve kökünden koparmaktan başka bir anlama gelmez.
velfecr