Ahmet Taşgetiren
Neden böyle oluyor?
Benim Cemil Çiçek’le yaptığım görüşme ile ilgili Pazar günkü yazının başlığı “Siyasette sehiv secdesi olmaz” şeklindeydi. Yani “siyasette hata bedel ödetir” anlamına geliyordu. Yazıdan alıntı yapan bazı medya kuruluşları benim başlığımı değil, yine yazının içinde yer alan “Siyasette adama kirlettiği testiden su içirirler” cümlesini başlığa çıktılar.
Ben Cemil Bey’le bu konuşmayı Perşembe günü yapmıştım. Eğer o gün yazmış olsaydım, yazı Cuma günü yayınlanacaktı.
Bu durumda Bülent Arınç’ın Cumartesi günü Manisa’da Tayyip Bey’in daveti ile partisini desteklemek üzere kürsüye çıkması Cemil Bey’in siyasi analizine birebir karşılık oluşturacaktı.
Ancak benim yazım Pazar günü yayınlandı, internet medyası da Arınç haberlerinin yanında yazımdan da alıntı yaparak iki haberi birbiriyle buluşturmuş oldu.
Cemil Bey bana iç politikada Yıldırım Akbulut’u örnek vermişti. Dış politikada ise, bir dünya örnek sıralamıştı.
Bülent Bey’in Manisa’da “Tayyip Bey’e vefa çağrısı” için kürsüye çıkması gündem oluşturdu. Tabii ki yadırganarak. Bülent Bey iktidarın icraatına karşı defalarca sesini yükselten bir isim. Hani “Ak Parti’nin vicdanı” gibi şeyler de söyleniyor hakkında. Hani “Kral çıplak” bile demişti ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
İşin ilginç yanı, “Vefa”dan yola çıkarak en basiti “vefasızlık” olan çok ağır tepkilere, hakaretlere maruz kalmıştı. “Kendisine her şey verilmişti, en son Beştepe’de Yüksek İstişare Üyeliği ile taltif edilmişti. Bu yaptığı vefa mıydı?”
İnsanlar Bülent Bey söz konusu olunca bir yandan bu eleştirileri hatırlıyor bir yandan da kürsüye çıkıp “vefa çağrısı” yapmasını… Tabii ki yadırganıyor. Ne bu, diye soruluyor. Değerlendirmeler bir karakter sorununa varıyor.
Aslında Bülent Bey hadisesi tartışılırken, Ak Parti’den daha önce ayrılanların -mesela Davutoğlu ve Babacan- neden orada iken daha kararlı eleştirilerde bulunmadıkları konusunu da gündeme getiriyorlar.
Aynı şekilde Cemil Çiçek’in çok temel konulardaki eleştirilerinin neden karşılık bulmadığı ya da Cemil Bey’in bu eleştirilerin daha etkin hale gelmesi için neden daha sonuç verici hamleler yapmadığı da siyaset müzakerelerinin ortak konusu durumunda. Şunu görüyorum, insanlar, mesela Cemil Bey’in kamuoyuna yansıyanlardan çok daha ağır eleştirileri bulunduğunu, ancak “devlet adabı” gerekçesiyle sözü süzerek söylemek gibi bir yolu seçtiğini düşünüyorlar.
Sonuçta pek çok kişinin paylaştığı bir zaaf söz konusu. Hem çok ciddi eleştirileriniz var hem de, alanı bir “İraade”ye terk etmiş durumdasınız.
Aslında 21 yıllık AK Parti tarihi açısından çok güçlü isimlerden söz ediyoruz. Kurucu isimler: Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç…. Sonra devreye girenler… Cemil Çiçek, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu… Bunların hepsi devlette en etkin sorumlulukları üstlenmişler. Abdullah Gül Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yapmış, Abdüllatif Şener Başbakan Yardımcısı olmuş, Bülent Arınç Hükümet sözcüsü, Meclis Başkanı olmuş…. Davutoğlu Dışişleri Bakanı, Başbakan olmuş. Ali Babacan ekonomiyi yönetmiş, AB ile ilişkileri yönetmiş. Cemil Çiçek’in taşıdığı şapka saymakla bitmez…
Bugün bunların tamamının ülke yönetimine ilişkin ciddi eleştirileri var. Peki ama neden Ak Parti bünyesindeyken Parti’nin bugün eleştirdikleri noktaya gelmesine mani olmadılar, olamadılar? Neden devlet “Ortak Akıl” ilkesinden “Tek İrade”nin her şeyi belirlediği ve pek çok şeyin de problem oluşturduğu bir noktaya geldi?
Bülent Arınç’ın Manisa konuşması ile Ahmet Davutoğlu’nun Konya Evet – Hayır mitinginde kürsüye çıkması birlikte hatırlanıyor. Abdullah Gül’ün konuşmaması ya da düşük volümlü duruşu da öyle. Belki bir gün Cemil Çiçek’e de “Daha net tavır koyma - koymama” noktasında tarizler gelecek.
Cemil Bey’in bunların tamamının muhasebesini yapacak tecrübeye sahip olduğuna inananlardanım. Belki de muhalefetin kıymet-i harbiyesi ile iktidarın zaafları arasındaki muhasebeye bakarak belirliyordur siyasi tavrını…