Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Nefret suçu ve Gezi olayları!

Nefret suçu mu dediniz!

Birileri benden nefret ediyor! Ben de birilerinden.
Ben “Euzubillahimineşşeytanirraciym” demeden sofraya oturmuyorum. Ama birileri Taşlanmış Şeytana kulluk ediyor! Ben Karun’a, Bel’ama, zalimlere lanet ediyorum.. Ebu Cehil’e, Ebu Leheb’e, darbecilere, çetecilere lanet ediyorum.
Avuçlarım yere döner bazan dua ederken. Peki nolacak benim halim..
Hassas bir konu bu. Böyle bir yasa yaparken, belli değerleri hesaba katmazsanız, kaş yaparken göz çıkartmış olursunuz. Ben fuhuştan nefret edeceğim, alkolden, uyuşturucudan da.. Ne olacak o zaman. “İçki bütün kötülüklerin anasıdır” dersem..
“Cihad” kavramını ne yapacağız! Ya da Tevrat’ı ne yapacağız Tevrat’ı. Bu günki Tevrat’tan söz ediyorum. Yasak kapsamına mı alacaksınız ya da ne yapacaksınız..
Nefret söylemi, Siyonizm ve Yahudiliğe karşı kullanılması konusunda belli çevrelerin bir hassasiyeti var. Bir de gay ve lezbiyenler bu konuda daha çok hassasiyet gösteriyorlar.. Basında nefret söylemi üzerine yapılan araştırmalar belli başlıklar altına toplanıyor. Mesela, İslama “irtica”, Müslümanlara “mürteci”, “gerici” diyenleri kapsamıyor sanki bu hassasiyet. Başörtüsü 28 Şubat döneminde hem ayrımcılık ve hem de nefret söyleminin odağındaydı, ama bu konu o zaman kimsenin aklına gelmedi.. Ya da “Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir, her görüldüğü yerde ezilmelidir” söylemi ne olacak bu arada.. Ya da CHP’lilerin ya da gezicilerin AK Parti’ye karşı örgütlemeye çalıştıkları nefret söylemi?! Esed’i ya da Sisi’yi de eleştirmeyi kapsayacak mı, bu söylem!
Nefret suçu diye bir suç olmaz. Nefretin taraflar arasında birbirlerine yönelik açık ve yakın bir tehlike oluşturup oluşturmadığına bakmak gerek. Potansiyel bir tehdit ve tehlike oluşturur. Bu da suç olmamalı.. Ben dünyada tek bir dinsiz olsun istemem! “Kafir”ler için “zalimler” için ben her zaman potansiyel bir tehdit ve tehlikeyim!
Önemli olan şu: Durup dururken, birileri kendisi için dinsizliği ya da şeytana tapmayı bir tercih haline getirmişse, onun inancı ona, benim inancım bana.. O zaman karşılıklı tahammül yükümlülüğü girer devreye. Sabırlı olmamız gerek. Belki birbirimizi kazanmak için önce güvenini kazanmamız gerekir.. Birbirimize karşı, inancı ve fikriden dolayı insanların açık ve yakın bir tehdit ve tehlike oluşturmaması gerekir.. Burada “açık ve yakın tehlike” kriteri önemli. Silahlı ya da saldırgan bir davranış içine girmememiz ve onun inandığı gibi yaşaması ve düşündüğünü özgürce ifade etmesini garanti altına almamız gerekiyor.. Yeter ki, bu inanç ve düşünce, başkalarının inançları, fikirleri, malları, canları, akılları, namusları ve nesillerine yönelik açık ve yakın bir tehdit oluşturmasın..
“Hoşgörü”den söz etmiyorum, tahammül yükümlülüğünden söz ediyorum.. Genişletilmiş özgürlüklerin, artırılmış tahammül yükümlülüğü ile dengelenmesi gerekir..
Onun için kaş yaparken göz çıkartmamak gerekir.. Mesela o zaman Aleviler birini nasıl “düşkün” ilan edecek, ya da şiiler “Yezid”den söz ettiklerinde ne olacak!
“Ayrımcılık” olmasın derken de aynı durum sözkonusu.. O hep olacak, en basitinden futbol takımlarının taraftarlarını ne yapacaksınız.
 Pozitif ayrımcılık tamam da, yandaş kayırmacılık olmamalı. Bu işler torpile dönmemeli. Negatif ayrımcılık da hiç yapılmamalı.. İşi ehline vermeliyiz!
Aslolan farklılıklara rağmen barış içinde bir arada yaşamaksa, burada adalet ilkesini yüceltmek gerekiyor. Adil şahitler olmamız, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı durmamız gerekiyor..
Ben darbecilerden nefret etmeye devam edeceğim.. Hatta onları, hukuk yolu ile onlarla mücadele etmeye çağıracağım. Sahi, mesela, aramızda bu kadar 28 Şubat mağduru varken, dün bu durumdan şikayet edenler, bu gün neden şikayetçi olmuyorlar, dava açmıyorlar, açılan davalara müdahil ya da tanık olarak katılmıyorlar mesela.. Hani haksızlıklar karşısında susmayacaktınız!
Yine Gezi olaylarını hatırlayın! Bu arada kamu görevlilerini yaşanan olaylar karşısında görevlerini yapamadıkları için İTHAM EDİYORUM! Gezi olayları sonrasında 200’e yakın araç yakıldı. Hala açılan bir dava yok benim bildiğim.. Diyarbakır’da 18 yaşında küçük iki genç, zırhlı polis aracına molotof kokteyli attı diye 11 yıl mı ne ceza giydi, ama Gezi’de 200’e yakın belediye otobüsü, ambulans, polis aracı tahrip edildi dava bile açılmadı. Soruşturma da terör ve örgütlü suçlardan değil asayişten açıldı.. Yani, Diyarbakır’da Kürt çocukları polis aracına molotof atarsa terör, İstanbul’daki beyaz Türkler kamu araçlarını yakarsa özgürlük oluyormuş!
Cumhurbaşkanlığı, devlet denetleme kurulunu harekete geçirmedi, Meclis araştırmadı, Başbakanlık tepki verdi ama sonuç yok. İçişleri, Adalet Bakanlığı ne yapıyor, HSYK görevini yapmayan hakim ve savcılar için ne yapıyor. Büyükşehir ve İlçe belediyesi, olaylar sırasında zarar gören araç ve binaların yöneticisi kamu görevlileri niye görevlerini yapmıyor. Zarar gören vatandaş, ya da bunların sigortasını ödemek zorunda kalan sigorta şirketleri neden harekete geçmiyor. Esnaf, vatandaş neden sessiz.. YÖK neden bugüne kadar olaylarla ilgili üniversite ve fakülte yöneticileri, öğretim üyeleri, personeli, öğrencileri hakkında bir soruşturma açmadı.. Açılan tek bir inceleme var. O da yayınlanması ve soruşturma açılması tavsiyesine rağmen soruşturma da açılmadı, suç duyurusunda da bulunulmadı, ilk Gezi olayları ile ilgili olarak İstanbul’da daha ilk günden araçlar olay yerinden çekildi. Duvarlar boyandı, hasar gören duraklar tamir edildi. Bilerek ya da bilmeyerek suç delilleri karartıldı.. İstihbarat ne yaptı bu olaylar olmadan ya da olurken, ya da sonrasında.. Güvenlik kamerası kayıtlarında hiç bir ipucu yok mu idi? Kim tutuyor görevlilerin ellerini..
Bunları da hoşgörecek halimiz yok. “Hüsnü zan” için “iyi niyet” hali de yok ortada! Zalimler ve haksızlıklar karşısında hoşgörü ya da tevazu zillettir! Selam ve dua ile..

yeniakit

Bu yazı toplam 1313 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar