Nuray Mert'ten Hakan Albayrak'a İtiraz
Radikal'den Nuray Mert'in İslami hareketler hakkındaki yazısı...
İslamcı hareketlerin karanlık tarihi (II)
Seçimlerin hemen öncesinde 'İslami hareketlerin karanlık tarihi' başlıklı bir yazı yazmıştım. Doğal olarak çok tepki çekmiş. Araya seçim girdiği için, konunun devamını getirmeye fırsat bulamadım. Zaten, konu öyle gazete köşesinde tartışılamayacak kadar uzun boylu bir mesele. Ama baktım ki, seçim sonrası tartışmalar daha uzun süre bize nefes aldırmayacak, daha fazla ertelemeden, bu kısıtlı mekânın elverdiği kadar, birkaç şey daha söyleyeyim, zira, sonra tartışmaya başka zeminlerde, daha uzun yazılarla devam etmeyi düşünüyorum.
Öncelikle, tepki çeken, başlığın bu kadar 'toptancı' olmasıymış, yani 'İslamcı hareketlerin' tümünü sorun yapmasıymış. Bu ülkede 'tepki' dediğimiz şey ne hikmetse, birçok konuda, daha ziyade kulaktan kulağa oyunu şeklinde tezahür eder, yazıya dökülmez. Bu sefer de öyle oldu, sağ olsun bir tek Yeni Şafak'da Hakan Albayrak, yazıyla cevap verdi, itirazlarını dile getirdi.
Hemen söyleyeyim, 'İslamcı hareketlerin tümünü kastetmedim, yanlış anlaşıldı' demeyeceğim, hepsini kastettim. Modern tarihin tüm İslamcı iddialı hareketlerinin kastettiğim çerçeve dışında kalanları varsa, bunlar sadece anti-emperyalist iddialı, ama zaman içinde İslamcı hareketlere genel ivmesini kazandıran genel tablonun dışında kalan istisna örneklerdir. Bunların başında, İslam devrimi olarak tezhür eden İran İslam devrimi geliyor, ama zaman içinde bu devrimden esinlenen İslamcı hareketler de, İran odaklı olmak durumunda kalmıştır. Sünni dünya içindeki hareketlerde ise anti-emperyalist çizginin, söylem düzeyinde bile, var olup olmadığını tartışmakta büyük fayda vardır. Ben tam da bu tartışmanın peşindeyim. Söylem düzeyinde bakarsak, anti-siyonizm, anti-emperyalizmin yerini almıştır, bu başlı başına bir sorundur. Ancak, benim asıl sorunum, öncelikle bu değil. Öncelikle, İslamcı iddialı hareketlerin, söylemleri, iddiaları, niyetleri ne olursa olsun, modern dönem boyunca Batı emperyal politikalarına hizmet etmek durumunda kalmış olduğunu söylüyorum.
Bunu söylemek, bu hareketler içinde yer alan insanlar, bile bile ABD dış politikası ile işbirliği yaptılar, hatta kandırıldılar falan demek değil.
Tabii ki, birtakım Müslümanlar kendilerince gerekçelerle, örgütlendiler, birtakım mücadeleler içine girdiler, bu uğurda canlarını feda etmekten kaçınmadılar. Bu başka şey, tüm bunlar, bu insanların, bu hareketlerin genel istikametini belirlediği anlamına gelmez. Yakın tarihe şöyle bir göz atmak bunun böyle olmadığını anlamaya yeter.
Tarihin bir noktasında, şöyle bir nefes alıp, 'Neler yaptık, niçin yaptık, sonuç ne oldu?' diye sormaları gerekiyor. Ben İslamcı iddialı harekete gönül verenlerden daha geç olmadan bu muhasebeyi yapmasını bekliyorum. Duygusal tepkiler verip, savunmaya geçmek sorun çözmez, istemeden de
olsa yüklenilen figüranlık rollerini devam ettirmeye yol açar, açıyor. Batı emperyalist politikalarını deşifre etmenin yolu, şöyle veya böyle içinde yer alanların, bir noktada kendilerini sorgulamayı
göze almasıyla mümkün olacak, bunu yapmakta gönülsüz olurlarsa, nihayetinde, bu politikaları tahkim etmeye devam etmek durumunda kalacaklar.
Albayrak, ne yani 'Mücahitleri Bosna'ya ABD mi gönderdi?' demiş. Hafazanallah, kim ABD dış politikası uğruna, can almaya ve canını vermeye razı olur? Bosna'ya veya başka yere, kimse gönderildiği için gitmiyordur, ama nasıl bir çerçeve içinde gidebildiklerini sormadıkları müddetçe, bu oyun böyle devam eder. Bu sorunları sormanın önemine inandığım için özellikle Bosna örneğini verdim, özellikle Filistin'e niye gidemediklerini sormalarını istedim. Kimse, Avrupa'nın ortasına 'Hırvatlar
göz yumdu da' diye cevap bulmakla avunmasın, peki neden Filistin'e, mesela Mısır sınırından sızamıyorlar? Bu arada yanlış anlaşılmasın,
cihatın istikamet değiştirmesini falan önermiyorum, ümmet dayanışması başka, bir ülkenin içindeki meseleye, başka yerlerden silahlı mücadele şeklinde müdahale başka. Ben bu fikre toptan karşıyım, o ayrı mesele. Onu da uzun uzun konuşmamız lazım.
Ben öncelikle, şunu söylüyorum, şimdilerde dünyayı kavuran 'Terörle savaş' tiyatrosunun perdesini indirmek için, İslamcı cihat serüvenini, filmi
geriye sararak sorgulamak gerek. Bu sahnede, İslamcı hareketleri kayırmaya devam etmek, bu tiyatronun sahnede kalmasını sağlamaktan başka işe yaramaz, yaramıyor.
Son olarak, Hakan Albayrak'a, benim yazıma gösterdiği tepkiyi, şimdi seçim başarısına ayakta alkış tuttuğu AKP'nin baş danışmanlarından birinin, üstelik Irak'ta ülkesi işgal edilmiş insanların direnişini, 'Ne direnişçisi, katil sürüsü' diye tanımlayan yazısı karşısında neden göstermediğini sormak isterim.
Radikal/Nuray Mert
Nuray Mert'in İlgili Yazısı
İslamcı hareketlerin karanlık tarihi
Pakistan'da yaşanan siyasi kriz, geçen hafta yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan Lal Mescidi baskını ile dünya basınına taştı. O kadar ki, dünyada olan bitenle son derece ilgisiz olan Türkiye'de bile, bu konu haber oldu, dahası hakkında birkaç yorum yazısı bile çıktı.
Malum Pakistan'da olanların, 11 Eylül sonrası ilan edilen, 'terörle mücadele' adı altında dünyayı kasıp kavuran yeni dünya düzeninin arka planını, karanlık tarihini anlamak açısından büyük önemi var. 11 Eylül'ün ardından Afganistan'a yapılan müdahale dolayısıyla, ABD'nin hedef aldığı Taliban rejiminin aslında, Sovyet işgaline karşı ABD'nin desteğiyle iktidar olduğu konusu çokça konuşulmuştu. Yine, baş düşman ilan edilen El Kaide'nin CIA bağlantılı olarak kurulduğu konusu gündeme gelmişti. Sonra bu konu gündemden düştü. Oysa, bugün, İslami fundementalizm ve terör denilen meseleyi anlayabilmek için, tarihsel arka planını sürekli hatırlamakta fayda var.
Yine, malum, El-Kaide ve diğer birçok İslami cihat hareketi, ABD ve Pakistan istihbarat örgütlerinin bilgisi ve denetimi dahilinde, bu ülke merkezli örgütlenmişti. Pakistan Devlet Başkanı, geçen sene yayımladığı anılarında, bu gerçeğin bir kez daha altını çizdi. Müşerref'in sıkıntısı, Pakistan'ın önce cihat merkezi olarak tayin edilmesi, bu amaçla desteklenen medrese yapılarının tüm ülkeyi kaplaması, buralara dünyanın dört tarafından cihatçı doldurulması, ancak 11 Eylül sonrasında bu kez Pakistan'dan bu örgütlenmeleri temizlemesinin talep edilmesiydi.
ABD öncülüğünde ilan edilen 'terörle mücadele'nin böyle, karanlık bir arka planı var. Dün cihatçı diye desteklenene bugün terörist deniliyor. Bu bir vaka. Diğer taraftan, bu arka plan, İslamcılık adına desteklenen hareketlerin siyasi anlamını kavramak açısından da çok önemli. Sadece, cihat ideolojisiyle hareket eden hareketler ve örgütler ve sadece Afganistan örneği değil, birçok siyasi İslam hareketi, dünyanın dört bir yanında, ABD tarafından, önce Soğuk Savaş döneminde sol hareketlerle mücadele için desteklendi. Daha sonra Sovyetler'in çözülüşü sürecinde yine ABD dış politikası çıkarları doğrultusunda, bir yanda ılımlı, diğer yanda radikal birtakım hareketler desteklendi, hatta devreye sokuldu.
Bugün gelinen noktada, sadece 'terörle mücadele' politikalarının ikiyüzlülüğünü deşifre etmek adına değil, yakın tarihteki İslamcılık hareketlerinin, dünyadaki siyasi tablonun içindeki yerini tayin etmek açısından da ciddi bir sorgulamaya ihtiyaç var. Bu sorgulamaya, Türkiye'de ve tüm İslam dünyasında tabu konu olan Bosna meselesini katmakta da sonsuz fayda var. Bosna, ABD öncülüğündeki askeri müdahalelerin meşrulaştırıldığı ilk yerdir. Askeri müdahale öncesi, Bosna'ya Afganistan'dan dahi cihatçı gönderilmiştir.
Bu sıradan ve spontan bir olay olarak görülemez. Öyle olsaydı, dünya Müslümanlarının uğruna savaşmak için en çok gitmek isteyecekleri yer Filistin olurdu. Filistin'e mücahit gitmesi mümkün mü, olabilir mi? O halde Yugoslavya'ya nasıl gidebildiler? Dünyada olan biteni anlamak açısından, bu soruları sormaya başlamakta, fayda var.
Ben yıllardır, bu konularda yeniden bir yakın tarih okuması yapılması gerektiğini söyler dururum, bu konuları tartıştığımız arkadaşlarımın hepsi bu ısrarımı bilir. Şimdi, Pakistan'da Lal Mescidi'ne yapılan kanlı baskın nedeniyle yazılan bir-iki yazı dolayısıyla, tüm bunları bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum. Bazı eski İslamcı yazarlar, Lal Mescidi'ni kendi halinde bir ilim irfan yuvası olarak değerlendirmişler. Pervez Müşerref, ülkesinde darbe ile yönetimi ele geçirdiğinden beri, iktidarı bırakmayan bir zamane diktatörü, şu anda ABD'nin kendisine dikte ettiği siyaseti gütmeye özen gösteriyor, bu bir vaka. Ancak öte taraftan, çatıştığı çevre de, masum dini kurumlar falan değil, yakın zamana kadar istihbarat örgütleri CIA ve ISI gözetiminde faaliyet gösteren cihat merkezleri.
ABD öncülüğünde ilan edilen 'terörle ve İslami fundementalizmle mücadele' siyasetlerinin karanlık tarihini hakkıyla sorgulamak için İslamcı hareketlerin karanlık tarihlerini ve mahiyetlerini sorgulamaya hazır olmak gerekiyor.
Nuray Mert