İbrahim Karagül
O bombalar İsrail için miydi?
"Bomba fırtınası"nın sırrı çözülüyor mu? Geçtiğimiz günlerde Yemen'den İngiltere'ye ve ABD'ye, Atina'dan İstanbul'a kadar patlayan bombaların, intihar saldırılarının, patlayıcı kargoların ve terör alarmının hikmeti neydi?
PKK merkezli Taksim saldırısı, Atina'da yabancı elçilikleri hedef alan ve yine kargo ile gönderilen bombalar, Yemen merkezli ve Chichago'daki sinagogları hedef aldığı söylenen patlayıcılar arasında bir bağ olabilir miydi?
Görünüşte hepsi birbirinden bağımsız, farklı amaçlarla yapılan saldırı ya da saldırı girişimleriydi. Ancak tuhaf biçimde, dünyada etkisini giderek kaybeden terörle mücadele ya da küresel terörizm söylemi bir anda tekrar gündemimize girdi, bir çok ülkede terör alarmları verildi, El Kaide'ye karşı saldırı söylemleri tırmandı, Yemen'e saldırı bile tartışılır oldu.
Hepsinin üzerinden küresel terör söylemi ve karşı saldırı için elverişli bir ortam şekillendi. İsrail dünya genelinde temsilciliklerini alarma geçirdi. ABD Yemen'e CIA birlikleri gönderme, insansız hava araçları operasyonları başlatma kararı aldı hatta kara birlikleri gönderebileceğini açıkladı.
Sanki terör haftası, bir büyük planın hazırlığı gibiydi. Batı'da o eski, sert siyasi söylemler tekrar başladı. ABD Başkanı Barack Obama'nın İran'a karşı Körfez'de askeri yığınağın artırılması emrini verdiği iddia edildi.
Eski bir Mossad mensubu olan Martin Peretz yönetiminde İsrail istihbaratı için çalışan bir internet sitesinin İran'a karşı askeri hareketliliğe ilişkin endişe verici yayını gazetelere yansıdı.
Birkaç gün sonra, ABD'nin İsrail pasaportlu senatörü Jeo Lieberman; "Irak dünün savaşıydı, Afganistan bugünün savaşı. Yemen ise geleceğin savaşı olacak" diyordu.
Bir tuzak kuruluyordu. Körfez'de üç uçak gemisini de içeren dev askeri yığınak İran kadar Yemen'i de hedef alıyordu. Daha doğrusu Yemen kıyılarında toplanıyordu. Yemen ve El Kaide merkezli terör girişimleri ise Batı başkentlerini ayağa kaldırıyordu.
Tam bu dönemde dünyanın başka bölgelerinde de bombalar patlıyor, terör girişimleri açığa çıkarılıyordu. Sanki birileri, terör geri döndü, harekete geçme zamanı çağrısı yapıyordu. Küresel terör paranoyası yeniden hortlatılmak isteniyordu.
Bütün bunların, İsrail'in bölgesel çıkarları ile, özel gündemi ile birebir örtüşmesi dikkat çekici değil mi? Türkiye'ye yönelen terörün arkasındaki kararlılık ilişkileri de bu açıdan bir kez daha gözden geçirme fırsatı sunan yeni hareketlilik sırasında aynı çevreler hem Yemen'i hem de El Kaide-İran bağlantısı gibi tuhaf bir işbirliğini öne çıkarmakla meşgul oldu.
"Küresel terörizm", "Terörle mücadele" gibi tanımları keşfedenler yeniden harekete geçiyor sanki. İki büyük işgalden önceki dönemde olanların bir benzeri yaşanıyor. Öyleyse yeni bir işgal senaryosu mu söz konusu? Küresel terörizm söylemini 21. yüzyıla dönük en kapsamlı istila projelerine kamuflaj yapanlar, aynı yöntemle tekrar karşımıza çıkıyor sanki. Bir kez daha kandırabilecekler mi bizi?
Hatırlayalım bu kavramları ilk üretenlerin kimler olduğunu. Entelektüel terörizmin mensupları, yeni tehdit, düşman üretiminde oldukça başarılı olmuşlar, ABD'yi bu amaç doğrultusunda cephelere sürmüşler, sürmeye de devam ediyorlar. Dünyanın bir çok köşesini sarsan terör olaylarının arkasına sığınarak ya da bunları ihale ederek küresel amaçlarına büyük oranda ulaştılar.
Devam ediyorlar şimdi. Biz, bu söyleme bu sefer de inanacak mıyız? Dar anlamda terörle, terör kartına odaklanan kirli hesapları ayrıştırmayı becerirsek bir kez daha kurulan tuzağa düşmekten kurtulacağız. Aksi takdirde, ihaleyi verenler bu coğrafyanın her karış toprağında kan akıtmaya devam edecek.
Türkiye'de 28 Şubat askeri darbesi bütün bunların başlangıç noktasıydı. O darbeyi yaptıranlarla bugün terörizm kamuflajı altında küresel müdahaleyi yayanlar aynı çevreler, aynı aktörler..
Daha 1996'da, o dönem de Başbakan olan Benjamin Netanyahu'ya verilen "Clean Break" doktrininin mimarları hem Ortadoğu'yu kendilerine göre dizayn ediyorlar hem de ABD için 21. yüzyılın siyasal söylemini hazırlıyorlardı. Onların Ortadoğu'daki dizayn çalışmaları bitmedi, yer yer başarısız olsalar da devam etmeye çalışıyorlar.
28 Şubat sonrası Türkiye-İsrail ortaklığı üzerinden bunu denediler. Türkiye'yi de bu söyleme mahkum etmek istediler. Şimdilerde Türkiye bundan büyük oranda kurtuldu, mümkün olduğunca da uzaklaşmaya çalışıyor. Ama ABD'nin; hemen hepsi İsrail aşırı sağına mensup elitleri tarafından geliştirilen proje hâlâ uygulamadı.
"Terörle savaş" İsrail aşırı sağına mensup elitler tarafından geliştirildi ve Netanyahu üzerinden İsrail'in ardından ABD'nin ulusal stratejisi haline getirildi. Ardından neler yaşandığını biliyoruz. Bugün Doğu Afrika'dan Çin sınırına karar hemen her bölge savaş ya da operasyon alanı haline geldi.
Netanyahu bugün yine Başbakan... Israrla terörle savaş söylemini diri tutmaya çalışıyor. Onun için "terörle savaş'ın entelektüel babası" deniyor. O baba, bugünlerde Yemen ve İran için bütün yolları deniyor. Yeni bir savaş, iç savaş, işgal, istikrarsızlık için tuzaklar kuruyor. Keşfettikleri terör tehdidi üzerinden kazanılan başarıları çok iyi biliyor. Yine aynısını yapıyor, terör tehdidi üzerinden Batı'yı belli hedeflere yönlendiriyor.
Şu ana kadar yaptıklarıyla amacına ulaşamazsa, inanın çok daha tehlikeli ve büyük terör saldırıları, karmaşık şoklar gelecek.
Bizden söylemesi...
yenişafak