Abdullah Büyük
Öfkemize sahip olalım...
Yüce Mevlâ, insanoğlunu müspet ve menfi duygular üretecek mekanizmalarla beraber yaratmıştır. Vahyin ışıklarıyla aydınlanan akıl ve fıtratı bozulmamış irade mekanizmasını devreye koyarak ürettiği duygular, insanı olumlu yönde davranış sergilemeye yöneltecektir. Nefsinin, insan ve cin şeytanlarının tetiklemesiyle ürettiği duygular da olumsuz/zararlı davranışlar sergilemeye yöneltecektir. İşte insan; iyi ile kötünün, hayırla şerrin, olumluyla olumsuzun, faydalı ile zararlının çarpıştığı savaş alanıdır. Bu savaştan, dünya ve ahirette kazançlı çıkmanın tek şartı vardır o da: Müspet davranışlar sergileten mekanizmaların, menfi davranışlar üreten mekanizmalara galip gelmesidir. Başka bir ifade ile selim aklın ve iradenin, nefis ve şeytan çetesine yenik düşmemesidir.
Rasûlullah (sav), “Siz aranızda kimi pehlivan olarak kabul edersiniz?” diye sordu. Ashab; “Güreşte rakibini yenen kimseyi” dediler. Rasûlullah da: “Hayır, gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir” buyurdu. (Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 106-107)
Görüldüğü gibi hadis, yoruma ihtiyaç duymayacak kadar açık ve mesaj vericidir. Pehlivanlığını ortaya koyacak olanlar bunu, bileği ile değil yüreği ile ispat etmelidirler. Ahiret bilekle değil yürekle kazanılıyor, suretle değil sîretle elde ediliyor. Yürek ülkesine hakim olamayanlar, bedenin doyumsuz taleplerini dizginlemeye muktedir olamazlar. Öfkesine yenik düşen bir insan, züccaciye dükkânına giren fil gibidir, her tarafı kırar, döker.
Yüce Mevlâ’mız da, muttaki kulların özelliklerini sayarken şöyle buyuruyor: “Onlar bollukta da darlıkta da infak ederler/verirler, ÖFKELERİNİ YUTARLAR, insanların kusurlarını affederler.” (Âl-i İmran,3/134) Allah’a karşı kulluk ve sorumluluk bilincinde olan o saygı değer kullar, öfkelendikleri zaman kendilerine hâkim olur ve öfkelerinin tetiklediği uygulamaya girişmezler. Öfke, kızgınlıktan sonra kalbin alevlenmesi halidir. Onun yenilmesi ise kişinin kendisini sabra yöneltip tutması ve öfkenin herhangi bir etkisini ortaya çıkarmamasıdır. İşte takva sahipleri/Allah’a karşı sorumluluk bilincinde olanlar öfkelendikleri zaman onu yutarlar.
Ebû Hureyre (ra)’ın naklettiğine göre bir adam “Ey Allah’ın Rasûlü! Beni cennete götürecek amel konusunda bana kısa bir nasihatte bulun. Uzun yapma ki, nasihatini unutmayayım” demişti ve bunu birkaç kere tekrar etmişti de Rasûlullah (sav), “ÖFKELENME” diye cevap vermişti. (Buhârî, Edeb, 76; Tirmîzî, Birr, 73)
Rasûlullah (sav) bir hadislerinde şöyle buyurur: “Bilmiş olunuz ki, insanlar muhtelif tabakalarda yaratılmıştır. Kimi geç kızar, çabuk barışır. Kimi çabuk kızar çabuk barışır. Bunlar birbirine benzer. Kimi de çabuk kızar geç barışır. Bilin ki, bunların en hayırlısı, geç kızıp çabuk barışan; en kötüsü de çabuk kızıp geç barışandır.” ( Tirmîzî, Fiten, 26 (2192)
“Kıyamet günü ‘Nerede ecirleri Allah üzerine olanlar, cennete girsinler’ diye bir çağırıcı nida edecek. ‘Ecirleri Allah üzerine olanlar kimlerdir ki?’ diye sorulacak. Bunun üzerine; dünyada affedici olanlardan başkası kalkamayacaktır.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 2/425)
İşte mü’min kadın ve erkek, bu talimatları düşünerek “ne zaman hiddetini yenerse Allah-u Teâlâ’nın da kendisini bu şekilde affedeceğini ve cennette nimetlendireceğini” hatırlamalıdır. Bu düşünce Allah katında kendisini yüceltir.
Bu söylenenler “dünyevî öfke” hakkındadır. Fakat İbni Hacer “dînî öfke” tâbiri ile meşru olan hak için, Allah için izhar edilen öfkeden bahseder ve bunun caiz olduğunu, sünnette uygulamasının bulunduğunu ifade eder. Nitekim Rasûlullah (sav), şahsını ilgilendiren meselelerde sabredip öfkelenmediği halde, dini ilgilendiren meselelerde öfkelenmiştir. Bunun bir örneği şu hadistir: Abdullah b. Mesud anlatıyor: “Bir adam gelerek Rasûlullah’a (sav): ‘Ben sabah namazına falanca yüzünden gelemiyorum, çünkü fazla uzatıyor’ dedi. Ben Rasûlullah’ın (sav) o günkü kadar öfkelendiğini hiç mi hiç görmedim. Öfkeyle şöyle dedi: ‘Ey İnsanlar! Sizden bazıları nefret ettiricidir. Hanginiz halka namaz kıldırırsa kısa tutsun. Zira cemaatte hasta var, yaşlı var ve ihtiyaç sahibi var.’ ” (Buhârî, İlim, 28; Müslim, Salât, 182-185)
Rasûlullah’ın (sav) bu çeşit öfkelendiği durumlar çoktur. Demek ki; öfke yasağı, mutlak bir yasak değildir. Bu fıtrî halin kullanıldığı meşru olan durumlar vardır. “Dünyevî öfke”mizi yenerken, “dînî öfke”mizi de, inanç değerlerimizi korumak için yeri geldiğinde ortaya koymalıyız. Çünkü dinin suç saydığı işleri yapanlara kızmak caizdir. Bu, dini gayretin ve hassasiyetin bir dışa vurumudur, Nebevî bir uygulamadır. Selâm ve dua ile cumanız mübarek olsun…
yeniakit