Ahmet Taşgetiren
Orada kim yaşayacak?
500 bin sosyal konut projesi seçim yatırımı mı, gerçekleştirilebilir mi, asgari ücretlinin ilgili bakanın söylediği gibi “dişini sıkıp, fazla mesai yapıp hem taksit ödemesi, hem kira vermesi hem de ev geçindirmesi mümkün olur mu”yu tartışırken, aile konusuna öteden beri kafa yormuş bir siyasetçi meselenin başka yanlarına baktı?
Bir yandan muhafazakâr bir iktidar vardı ve aileye önem veriyordu, bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan her gittiği düğünde üç çocuk tavsiyesinde bulunuyordu, bir yandan ülke nüfusunun azalma riskinden söz ediliyordu, ama bir yandan da sosyal konutların önemli bir kısmı 2 artı 1 evlerden oluşuyordu?
Medyaya baktı, bambaşka şeyler tartışılıyordu. Muhafazakâr hassasiyeti olan medya bile başka şeylerle meşguldü? Sordu kendi kendine?
-Bu evlerde kim oturacak?
Tavuk kümesi yapılırken bile tavuk sayısı dikkate alınır, hayvan ahırı yapılırken hayvanların mevcudu da…
Peki bu 2 artı 1 evler kaç kişilik aileye göre yapılacaktı?
Üç çocuk hangi odalarda kalacaktı?
İki çocuktan birisi kız birisi erkekse, yaşları ilerledikçe ayrı odalarda kalmaları gerekmez miydi? Hiç kimse aldırış etmese muhafazakâr hassasiyet bunu gerektirmez miydi?
“Rakamların illüzyonu” üzerinde duruluyordu. 500 bin konut, 20 yıl taksit! Müthiş!
“İnsani boyut” neredeydi?
Aynı hassasiyet asgari ücret konusunda da ortada yoktu.
Neye göre belirleniyordu asgari ücret? Dört kişilik bir ailenin geçim imkanına göre… Peki neredeydi üç çocuk hassasiyeti?
Bir aileden söz ediliyorsa, nikahlı beraberlik demekti bu. Cinsel birlikteliklerden yola çıkılacaksa, 2 artı 1’e de gerek yoktu, 1 artı 1’ler de bunun için yeterliydi.
Yani ev dediğiniz hadise, bir toplumsal zaruretin parçasıydı. Türkiye toplumunun aile hassasiyeti içinde bir ev tasarımı yapmak durumundasınız. Devlet eliyle 500 bin konut üretecekseniz, bunun her adımını toplum hassasiyetlerini gözeterek yapmak zorundasınız.
Muhafazakâr duyarlılık nerede?
Nihat Nirun’un bir uyarısını hatırladı:
Necmettin Türinay’ın Aile Kurumu Başkanlığı sırasında bir Aile Şûrası düzenlenmişti. O şûra için bir afiş hazırlanmıştı. Afişte anne – baba ve biri kız birisi erkek iki çocuk görüntüsü vardı. Dört kişilik aile.
Muhtemel ki afişte, bu görüntü, ideal aile tablosu olarak sunulmuştu. Nihat Nirun şûranın düzenlenmesini tebrik ettikten sonra dedi ki ilgililere, “Bu afiş iki çocuklu bir aileyi modelliyor, ama bu aile bizim aile yapımıza uygun değil.”
Bugünden bakıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yürüttüğü kampanyaya rağmen çocuk sayısı düşen, nüfusu gittikçe yaşlanan bir Türkiye’ye doğru yol alınıyor. Belli ki sosyal konut projesi Cumhurbaşkanı’na sunulurken 2 artı 1 evlerle aile yapısı arasındaki ilişkiye işaret edilmemiş.
-Üç çocuklu bir aile 2 artı 1 evde oturabilir mi? Kız – erkek çocukların mahremiyeti ne olacak?
“Rakamların illüzyonu”ndan hareket edilecekse, dedi, 2 artı 1 ile 100 bin ev yapacaksanız, 1 artı 1 ile 200 bin yaparsınız. Neden 1 artı 1’i tercih etmiyorsunuz? Ya da doğru olan 3 artı 1 ise neden 2 artı 1’i tercih ediyorsunuz?
Denecek ki, imkân ve ihtiyaçlar ancak öyle dengeleniyor.
Evet öyle, asgari ücret de dört kişilik aileye göre belirleniyor. Bu durumda da devlet politikası, öyle üç çocuğa göre değil, daha az nüfusa göre tanzim ediliyor. Yani “üç çocuk” söylemi söylemde kalıyor, fiilen aileler daha az çocuğa yönlendiriliyor.
Belki de politik akış ve seçim telaşları içerisinde aile ile mesken arasındaki irtibat ıskalanıyor.
Zaten geçim anaforunda boğulan insanlara ne uzatılsa tutunacağı düşünülüyor. Artık orada muhafazakarlık vs. hiç kimsenin hatırına gelmiyor. Ya da siyasetçi kendisi için başka, vatandaş kitleleri için başka standartlar içinde hareket ediyor.
Bu değerlendirmeler rakamların illüzyonunu bozduğu için belki sevilmeyecektir, ama aile hassasiyetiniz varsa, işte o alanda hayati uyarılar olarak görülecektir.