Selâhaddin Çakırgil
Ortadoğu, Cenevre’yle, yeni bir belirsizliğin kucağında..
Büyük İslam İnqılabı Hareketi’nin İran’daki tâgût rejimini, Şahlık rejimini, 57 yıllık (Baba-Oğul) Pehlevî Hanedanı’nı tarihin çöplüğüne göndermesinin 35. yıldönümü günlerindeyiz. O günleri beyinlerinde ve ruhlarında derinden derine yaşayanlardan hayatta kalan niceleri, herhalde, ’Geçmiş zaman olur ki, hayâli cihan değer..’ demekten kendilerini alamıyorlardır.
20 Ocak akşamı, dünyaya yansıtılan Suriye görüntülerinden hiç de geri kalmayan dehşet verici sahnelere o zaman da dünya göz yumuyordu. Ülkemizde de medya organları o korkunç, dehşetengiz cinayetleri, 100 binden fazla insanın ne vahşice usûllerle katledildiğini ve ’Allah’u Ekber!..’ feryadlarıyla kara toprağa düşüş sahnelerini görmezlikten geliyor ve acı gerçeği ise, Türkiye’nin müslüman halkına duyurmak için bir avuçcuk müslüman kalem sahibleri, en elverişsiz şartlar içinde ve üzerlerine atılan nice ağır töhmetlere rağmen, çıkardıkları haftalık dergilerle çırpınıyorlardı..
*
’O inqılab hareketi ve günleriyle o mazlum feryadlarından geriye ne kaldı?’ denildiğinde, yazık ki, o inqılabın dünya müslümanlarına verdiği mesajların yolunu kesen bir noktaya gelindiği görülüyor.. Hele de Suriye’de 50 yıllık Baas ideolojisi rejiminin ve 45 yıllık (Baba-Oğul) Esed Hanedanı diktatörlüğünün bu zamana kadar olmadığı şekilde ve tıpkı Şah’ın zulmüne hatırlatırcasına 150 binden fazla insanın hayatına mal olan korkunç cinayetlerine; İİC rejiminin de alenen destek verip, Lübnan Hizbullahı’nın onbinlerce savaşçısı başta olmak üzere, nice savaşçı elemanları, Suriye’ye sokması gibi, stratejik gerekler adına nice anlaşılmaz hatalar yapmasından sonra.. (Ki, geçmişte Şah’la samimî şekilde poz veren dış ülkelerin liderleri hakkında, Şah’ın devrilmesinden yıllar geçtikten sonra bile, onun cinayetlerine zımnen destek vermiş oldukları gerekçe gösterilerek, en ağır değerlendirmeler yapıldığını hatırlayan idrak sahibleri henüz de kalmış mıdır?)
Suriye’de hele de son 3 yıl boyunca işlenen korkunç cinayetlerin onda birini bile oluşturmayan ve Anadolu Ajansı'nın dünyaya yayınladığı ve cezaevlerinde 11 bin insanın işkence ile öldürüldüğünü yansıtan ve 55 bin kadar görüntüden oluştuğu belirtilen dehşetli görüntüler, elbette emperyalist odakların işine gelecek şekilde de kullanılabilir. Üstelik de, bu görüntülerin değerlendirmesinin ’uluslararası adlî tıb uzmanları’ diye anılan ingiliz bilim adamları eliyle yapıldığı da hatırlandığında.. Nitekim, Rusya ve bu raporları şübhe ile karşılıyor, İran medyası ise âdetâ bütünüyle görmezlikten geliyordu.. (Dahası, İran medyasında, Suriye’lilerin İstanbul sokaklarında sergilediği perişanlığı yansıtan fotoğraflar yayınlanıyor ve Tayyîb Erdoğan ağır şekilde suçlanıyordu, ’Bu tablo senin eserin!.’ diye..)
Bu görüntülerin tam da ’2. Cenevre Görüşmeleri’ öncesinde dünyaya açıklanmış olmasındaki zamanlama taktiği de, elbette ki, önemli.. Hatırlayalım, Amerikan emperyalizminin Irak’a, 2003 Saldırısı öncesinde, dönemin Amerikan dışbakanı Colin Powell’in Güvenlik Konseyi’nde yaptığı ve Irak’daki nükleer ve kimyasal silah merkezlerini dakîk olarak gösteren fotoğraflarla desteklediği konuşması dünyada dehşetle izlenmişti. Daha sonra ise, o fotoğrafların, dönemin İng. Başbakanı Tony Blair tarafından, 15 yıl öncelerde yapılmış bir akademik çalışmadan araklanıp Amerikan Başkanı Bush’a verildiği ortaya çıkmış ve Powell da, ’bir entrikaya âlet edilmenin utancını ömrünün sonuna kadar taşıyacağını’ açıklamak zorunda kalmış ve daha sonra da istifa etmişti.
Ama, bugün de benzer bir durum olabilir, ama, bu durum, bu belgelerin gerçekliğini zayıflatmaz. Esasen, Suriye’deki o korkunç cinayetler için, idrak sahiblerinin bu görüntülere de ihtiyaçları yoktu.
Şimdi.. Suriye Buhranı’na üzerine, emperyalist odakların hesablarına uygun olarak, 22 Ocak günü İsviçre- Cenevre- Montreux’de yapılacak olan 2. Cenevre Görüşmeleri’ne 30 kadar ülke davet edilmiş bulunuyor. Bunların arasında İran’ın da olmasını Amerika da istiyordu, ama, 1. Cenevre Görüşmesi’nin kararlarını kabul etmesi şartiyle.. Halbuki, Haziran-2012’de yapılan I. Cenevre Görüşmeleri’ne İran çağrılmamıştı. Ve o görüşmelerin İran açısından en kabul edilemez maddesi ise, Suriye’de Esed’in yönetimde bulunmadığı bir Geçici Hükûmet’in oluşturulması idi.
Halk’a karşı ayrı, perde gerilerinde farklı bir dil mi?
İran makamları böyle bir önşartın kabul edilmeyeceğini açıklıyorlardı. Ancak, BM. Genel Sekreteri Ban Ki-moon, 20 Ocak sabahı, İran’ın davet ediyor ve bunu, İran’ın yetkili makamlarının kendilerine sözlü olarak, 1. Cenevre Görüşmeleri’nin kararlarının kabul ettiklerini bildirdikleri iddiasına dayandırıyordu. Halbuki, İran makamları, I. Cenevre Görüşmesi kararlarının kabulü gibi herhangi bir önşartı kabul etmiyeceklerini defalarca açıklamışlardı. Ayrıca İran’ın en üst derece komutanlarından Serdar Cezairî de, 2. Cenevre Görüşmeleri’ne katılma kararı veren Esed’e yaptığı çağrıda, ’Cenevre’ye göndereceği hey’etin bir diplomatik oyuna gelmemesi için dikkatli olunmasını, teröristlere ve tekfircilere karşı verilen mücadeleden geri adım atılmamasına dikkat gösterilmesini’ hatırlatıyordu.. Böyleyken, Ban, öyle bir kanaate nasıl varmıştı, yoksa bir emr-i vâkı’ mi yapmak istemişti, meraka değer..
Ban’ın bu daveti üzerine, Amerika, I. Cenevre Görüşmesi kararlarının kabulü şartını hatırlatmış ve aksi halde İran’a yapılan davetin geri çekilmesini istemişti..
Öte yandan, 2. Cenevre Görüşmeleri’ne katılmayı son anda kabul eden Suriye’deki bir çok muhalif örgütleri de, Ban Ki-moon’un o daveti ibtal etmemesi halinde, görüşmelere katılmayacaklarını açıklıyorlardı. Buna karşı, İran makamları ise, Ban’ın iddia ettiği gibi bir sözlü sözvermenin sözkonusu olmadığını açıklıyorlar ve bunun üzerine, Ban da, yükselen itirazları da yatıştırmak için, davetinin üzerinden henüz 24 saat geçmeden, İran’a yaptığı o daveti ibtal ettiğini açıklamak zorunda kalıyordu.
İran’ın itirazı ise, ’Eğer İran katılmayacaksa, Suûdî, Bahreyn ve Katar gibi rejimler niye katılıyorlar?’ şeklinde oluyordu.. Çünkü, onların da Suriye’de -İran’ın kendisini bağlı güçlerin Suriye’de bulunduğunu resmen ve alenen açıkladığı gibi olmasa bile- savaşçı bulundurdukları, ya da savaşçılara destek sağladıkları güçlü şekilde tahmin ediliyor.
Hele de, son yıllarda isim değiştirip, selefîler diye anılan vehhabî savaşçılarının Suûd rejimi ve öteki krallık / emirlik / sultanlıklar tarafından desteklendiği gizli bir şey değil.. Ama, Suriye Buhranı’nın ortaya çıkışından beri İran’ın da, Suriye Baas rejimine ve Esed diktatörlüğü’ne vargücüyle her türlü desteği sağladığı ve ayrıca Lübnan Hizbullahı’nın onbinlerce savaşçısıyla Suriye’ye girmesine açıkça izin verdiği biliniyordu. (Ki, Hizbullah lideri Hasan Nasrullah’ın, taa baştan beri, ’Biz hakkaniyetimizi, Velayet-i Faqih makamından alıyoruz, o izin versin, Suriye’ye girelim..’ dediği ve, ’Biz olmasak, Esed rejimi iki günde çökerdi’ sözleri gizli bir husus değildi. Hakezâ, selefîler İran ve Hizbullah’ı ağır şekilde suçlayıp tekfir ederken; İran ve Hizbullah’ın da, selefîleri ’tekfirci ve terörist olarak nitelediği’ ve kendilerini Suriye’de yabancı saymazken, onları yabancı güç saydıkları görülüyordu.)
Şimdi.. Gelinen noktada, İran’ın, 2. Cenevre Görüşmeleri’ne katılması için yapılan davetin geri çekilmesinin, Suriye Buhranı’na ne gibi etkileri olacağı üzerinde bir tahminde bulunmak zor.. Ama, emperyalist güç odakları için önemli olan, İsrail rejiminin bir tehdid ve tehlike altında kalmıyacak şekilde bir çözüm yolu bulunması olduğu gerçeğidir. Nitekim, Suriye, kimyasal silahlarını devrettikten sonra, Amerikan emperyalizminin John Kerry gibi önde gelen isimleri, kendileriyle yaptığı işbirliğinden dolayı, Esed rejiminin her türlü takdiri hakettiğini dile getirebiliyordu, daha üç ay önce.. Esed de, o konuda tâviz vermekle, emperyalist güçlerin yapabileceği bir askerî müdahaleyi bertaraf etmenin ve bu arada, ’radikal şeriatçi unsurlar’ olarak nitelenen güçlerin Ortadoğu için nasıl bir tehlike oluşturduklarını ve kendi rejiminin ise, Batı’yla uzlaşan bir güç olduğunu anlatmak için yeni bir fırsat bulmanın rahatlığını içinde..
*
Ancak, bu noktada ilgi çekici bir husus da şu..
20 Ocak günü, Tehran’da yayınlanan devlet gazetelerinden ve özellikle de Hasan Ruhanî’nin siyasetleri konusunda birbirine zıd yayınlar yaptıkları bilinen Keyhan ve Cumhûrî-i İslamî’nin her ikisinin başmakalesinde de, C. Başkanı Hasan Rûhanî eleştiriliyordu. Çünkü, Rûhanî, geçen hafta, Irak sınırına yakın Khuzistan eyaletinin merkezi Akhvaz (eski adıyla Nâsıriyye) şehrine gitmiş ve orada, geniş kitlelerin coşkun gösterileriyle karşılaşmış ve o bölge halkının büyük çapta arab etnisitesinden olması hasebiyle arabça yaptığı konuşmada, nükleer müzakerelerle ilgili olarak, ’Cenevre Anlaşması ne demektir biliyor musunuz? Yani, dünyanın büyük güçlerinin, İran halkı karşısında teslim olmasıdır..’ demişti.
Halbuki o günlerde, Amerikan çevreleri, İran’ın 5 +1 ülkeleriyle yaptığı görüşmelerde, kendi isteklerini; özellikle de Natanz başta olmak üzere, bir çok nükleer tesislerin bulunduğu merkezlerde Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu hey’etlerinin, önceden haber vermeksizin kontroller yapmak yetkisini kabul ettiğini ve bunun karşılığında, İran’a yıllardır uygulanan ekonomik ve teknolojik ambargoların kaldırılmaya başlanacağını belirtiyorlar ve bu durum, İran medyası ve kamuoyunda büyük çapta hissedilir bir memnuniyetle karşılanıyordu. Tabiatiyle, İran halkının yüzmilyarlarca dolarlık sermayesinin gömüldüğü bu tesislerin durdurulması noktasına gelinmesinden yakınan yayınlar da yok değildi.
Bu durumda, Keyhan ve Cumhurî-i İslamî gazeteleri, Rûhanî’yi, halk kitlelerine doğruyu söylememekle itham ediyorlardı, başyazılarında.. Dahası, bu gazeteler, Amerikan makamlarının, Rûhanî’nin bu konuşmasını, ’iç kamuoyuna yönelik, dâhilen kullanılmak üzere söylenmiş sözler olarak değerlendirdiklerini ve tebessümle karşıladıklarını’ da aktararak, bu durumun yüz ağartıcı olmadığına değiniyorlardı.
Hillary, İsrail’in İran’a saldırmasının faydalarından söz ediyor..
USA eski Savunma Bakanı Robert Gates'in Amerikan Başkanı Barack Obama ve yakın çalışma ekibine sert eleştiriler yönelttiği hâtıralarını hâvi "Duty: Memoirs of a Secretary at War / Görev: Savaştaki Bir Bakan’ın Hâtırâları’ isimli kitabı, geçen hafta piyasaya çıkar çıkmaz, Amerikan kamuoyunda geniş yankılar uyandırdı.
Bu kitabında, Gates, Türkiye'yle ilgili ayrıntılara da yer veriyordu.
Ama, daha da önemlisi, Gates’in, USA Dışbakanı Hillary Clinton’un, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine saldırmasını dekteklediğine dair açıklamaları..
Gates’in hâtırâtından TIME dergisinin aktardığına göre, Barack Obama’nın başkanlığının 4 yıllık ilk devresinin ortalarında, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine bir saldırı yapacağı haberi alınıyor. Bu gelişmelerin, İran’la yapılan 2009’daki nükleer müzakerelerin çıkmaz’a saplanmasından sonra olduğu anlaşılıyor.. Gates diyor ki: ’Ben, İsrail’in böyle bir saldırısına ve İran’ın da intikam almak için vereceği tepkiye askerî açıdan hazırlıklı olmamız gerektiği görüşündeydim. 2010 yılında Beyaz Saray’da yapılan bir toplantıda, Obama’ya, ’İsrail’in önceden haber vermeksizin İran’a saldırması durumunda bunun ne gibi sonuçlar vereceğinin ve bu durumda İsrail’e yardımcı olup olmayacağımızın veya İran’ın intikam alıcı tepkilerine karşı ne gibi karşılıklarımızın olacağı hesabının yapılmasını gerektiğini’ söyledim..’
TIME’ın yazdığına göre, bu müzakereler sırasında, Amerika’lıların Netanyahu’yu İran’a saldırmaktan vazgeçirmek için ne gibi bir çalışma yapılması/ yapılmaması konusunda tartışıldığı da ele alınıyor ve Hillary Clinton; ’İsrail’i bir saldırıdan vazgeçirmek yerine, İsrail’e zımnî bir yeşil ışık yakarak, bizi bu problemden (yani, İran’ın nükleer tesisleri mes’elesinden) kurtarma ihtimali de yok mudur?’ diyor. Hillary Clinton’un bu sözleri, İsrail’in İran’a saldırması için zımnen teşvik edici mahiyette olduğuna delil sayılabilir.
Gates’in hâtırâtının Türkiye ile ilgili bölümleri de ilginç..
Gates, 2007 yılında Türkiye’nin PKK ile mücadelesi ve Irak'ın kuzeyine hava operasyonları düzenlemesine de değinerek şunları kaydediyor:
"Kuzey Irak'ta sınırı geçerek türk yetkilileri, askerleri ve polisini öldüren kürd teröristler meselesiyle de uğraşmalıydık. Türkiye, Irak hükümetinin bu sızmaları durdurmasını istese de Bağdat, Irak Kürdistanı'nın aktif işbirliği olmadıkça bu konuda çaresizdi. Türkler, sınır ötesinde bir dizi kara ve hava operasyonu düzenledi ve durum kontrolden çıkmaya çok yakındı. (O dönemde, Irak'taki Amerikan komutanı) David Petraeus, Türklerin bize en azından önceden haber vermesini sağlamak için çok uğraştı.. Türk ve USA güçlerinin kazaen karşı karşıya gelmemesinden ancak böyle emin olabilirdik. Ancak Türkler gelişigüzel ve çoğu zaman sonradan haber veriyordu. Türklerin hava operasyonlarının bazıları İran sınırına çok yakındı. Bir çok kez, İranlılar savaş uçaklarını harekete geçirdi ve bizim endişelerimizden biri de, İranlıların Türk ve ABD uçaklarını ayırt edemeyebilecekleri ihtimaliydi.’
’TSK’nın Kuzey Irak’a düzenlediği Sınır ötesi Harekâtı üzerine Ankara’ya gittim. Mesajım ‘Operasyonu hemen durdurun, askerlerinizi çekin!’ şeklindeydi. 4 kez tekrarladım. Mesajı aldılar..
Türk hükümeti teröristlere karşı daha agresif bir tutum takınmadığı için içeride çok eleştiriliyordu. Buna rağmen benim getirdiğim mesaj operasyonun mevcut riskleriyle derhal durdurulması ve Türk askerlerinin sınırın Türkiye tarafına geri çekilmesiydi. Benimle birlikte Türkiye’ye gelen Amerikalı gazeteciler yaptığım görüşmelerden sonra ‘Türkler mesajı aldı mı?’ diye sorduklarında onlara, ‘Evet aldılar. Çünkü onlara bunu 4 kez tekrarladım’ diye cevap verdim. (TSK, Gates’in ziyaretinden saatler sonra, 29 Şubat 2008 sabahı yaptığı basın açıklamasında operasyon hedeflerine ulaşıldığını belirterek birliklerin vazifelerini başarıyla tamamlayıp Türkiye’ye döndüklerini, çekilme operasyonunun tamamlandığını ilan etmişti.)
Evet, aynen böyle denilmişti de, perde gerisinde olanları ise, şimdilerde az biraz öğrenebiliyoruz..
*
(Cumhuriyetçi Parti’den olmasına rağmen, Demokrat Parti’li Başkan Obama tarafından Savunma Bakanlığına getirilen) Gates, hâtırâtında, 2010 yılı Şubat'ında Türkiye'yi ziyareti sırasında Başbakan Erdoğan'la görüşmesinden bahsederken, şu görüşlerini de aktarıyor:
"İran konusunda uzun bir sohbetimiz oldu. Bu sohbet sırasında, (Başbakan Erdoğan) hiçbir ülkenin barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye sahib olma hakkından mahrum bırakılmaması gerektiğini söyledi. İranlıları daha şeffaf olmaya ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile işbirliği yapmaya teşvik ettiğini belirtti. Daha fazla yaptırımların değerine dair şüpheciydi ve Tahran Araştırma Reaktörü teklifinin hâlâ olası bir hareket planı olduğunu düşünüyordu. Ben de 'düzgünce korunduğu takdirde' nükleer teknolojinin barışçıl kullanılması hakkı noktasına katıldığımı ifade ettim. Ancak her zamanki ince ve diplomatik tarzımla, onu (Başbakan Erdoğan'ı), İranlıların nükleer silah heveslerini sürdürmeleri halinde bölgede nükleer silahların yayılmasının kaçınılmaz olacağı, İsrail'in askeri eyleminin muhtemel hale geleceği ve bölgesinde bir savaş çıkabileceği yönünde uyardım. Ona, İran'ı müzakere masasına geri döndürmek için yaptırımlara devam etmenin gerekli olduğunu söyledim. Erdoğan, Türkiye'ye koruma sağlayacak füze savunma sistemine ilgiliydi ancak herhangi bir girişimin, İran gibi spesifik bir tehdide dayandırılarak değil, müttefikler arasında 'ortak güvenlik' bağlamında şekillendirildiğinden emin olmak istiyordu. Erdoğan'la çok az ilerleme sağladığımı hissettim, İranlıları provoke edebilecek her türlü şeye karşı çok ihtiyatlıydı."
MAVİ MARMARA SALDIRISI, ve…
Kitabında, Mavi Marmara saldırısı ve Türkiye-İsrail ilişkilerine de değinen Gates, şöyle devam ediyor:
"Bu olaylar ve buna benzer diğerleri, taktik açıdan arzu edilmiş, hatta gerekli olmuş olabilir ancak olumsuz stratejik sonuçları olmuştur. İsrail'in komşuları her zamankinden sofistike silahlar edinirken ve kamuoyları her zamankinden fazla şekilde (İsrail'e karşı) düşmanca hale gelirken, ben, İsrail'in çok güçlü bir dostu ve destekçisi olarak, İsrail'in stratejik çevresi hakkında yeniden düşünmeye ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Bu, müttefikler olmasa da İran'la ilgili ve Arap Baharı sonrasında İslamcıların artan siyasi etkisine dair kaygılar dahil, bölgede İsrail'in kaygılarını paylaşan hükümetlerle daha güçlü ilişkiler geliştirmeyi gerektirir."
*
Gates, Obama'nın özellikle Afganistan savaşı konusundaki liderliği ve stratejisine sert eleştiriler yönelttiği, 15 Ocak'ta piyasaya çıkan kitabında, Başkan'ın, "Kendi stratejisine inanmadığını, bu savaşı kendi savaşı olarak görmediğini, onun için tek önemli şeyin, oradan çıkmak olduğunu" da öne sürüyor, Obama'nın Afganistan'daki misyona desteğinden şüphe duyduğunu belirtiyor.
*
Hele de dış siyaset konusunda konuşurken..
Herbirimiz elimizdeki veya verilere veya zihnimizin bakış açısına göre, elbette bir takım değerlendirmeler yapar ve yaklaşımlar tahminlerde bulunabiliriz. Ama, bir de konuların bilinmeyen ve perde gerisinde kalan kısımları vardır ki, bunları böyle Robert Gates’in yaptığı gibi, her zaman, çabuçak ve sıcağı sıcağına değil; onyıllarca sonra öğrenmek imkânından bile mahrum kalabiliriz.
Unutulmasın ki, İngiltere’de bütün gizli belgelerin üzerindeki yasaklar, 50 yıl geçtikten sonra tamamiyle açıklanır diye bir teamül vardır; ama, üzerinden 100 yıl geçtiği halde bazı belgelerin açıklanmadığı, belgeler zincirinde bir kopukluk olduğu görülüp, araştırmacılar bu durumu sorduklarında, ingiliz makamları açıkça, ’Evet, bazı belgeler vardır ki, hele de Ortadoğu siyasetimizle ilgili olanların açıklanması halinde İngiltere’nin maslahat ve menfaatleri zarar görebilir. Bu bakımdan, bu durum anlayışla karşılanmalıdır.’ demişlerdir.
Ortadoğu’da müslüman halklar birliklerini sağlamadıkça bu oyunlar daha çoook devam eder..
haksöz