Ahmet Taşgetiren
Ortak kader bilinci var mı?
Burada bahsedeceğim “kader” madenciler için bahsedilen “kader” değil. Memleket insanlarının “ortak kader” bilincinden söz ediyorum.
Hani “millet olmak” demenin o olduğu şey. “Kederde ve sevinçte bir olma” halinden.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği o söz, önemli ölçüde onu ilgilendiriyor çünkü.
Hani “Tek millet iki devlet” diye gururlanarak bahsettiğimiz Azerbaycan var ya, işte onu içerde yaralayıp yaralamadığımızdan…
Azerbaycan’dan dönerken sayın Cumhurbaşkanına sormuş Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi.
Şöyle sormuş:
"Mehmet Ali Çelebi’nin AK Parti'ye katılım töreninde çok çocuk tavsiyesinde bulundunuz. Buradaki bir ifadeniz üzerinden HDP, CHP, Gelecek, Deva gibi partiler bunu istismar ettiler, 'Kürtlere yönelik söyledi' dediler. Kürtleri mi orada kastettiniz?"
Bu soruda ne eksik ne fazla?
Fazla olan “istismar ettiler” ifadesi. Gazeteci öyle yargı yüklü sormaz soruyu.
Eksik olan ne?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünün asıl problem olan kısmı. Yani Mehmet Ali Çelebi’nin eşinden “daha çok çocuk” talep edilirken “- Bak PKK'nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var!" denilmesi ve PKK’lılar pek çocuk derdinde olmadığı için bu sözlerin “Kürtler”i hedef alıyor şeklinde anlaşılması. İşin ilginç yanı sayın Cumhurbaşkanı da bay gazetecinin pasına aynı şekilde cevap veriyor, sözün problemli yanını es geçerek "Ben her zaman açık açık en az 3 çocuk diyorum zaten. Bu benim gizli bir politikam değil ki. Böyle bir şeyi hiçbir zaman gizlemedim zaten. Orada da söylediğim çok açık ama onların istismarı bitmez. Onların istismarına cevap yetiştirmeye de gerek yok" diyor.
Konunun “Kürtlerin rencide olması”yla da bağlantılı daha kritik bir yanı var. Başlıktaki “ortak kader bilinci” bu kritik alanı ifade için seçildi.
Diyelim şu anda bazı illerimizde “Suriyeliler”in yerli nüfusu aşması “demografik bir sancı” halinde değerlendiriliyor. Bazı illerde, İstanbul’da bazı ilçelerde artık “göçmen iskanı”na mani olunuyor.
Bu meselenin ilerde en basitinden “toplumsal barış açısından sorun” olacağı dillendiriliyor.
Oysa Türkiye’nin bir “Göçmenler ülkesi” olduğu değerlendirmesi de var. Osmanlı’nın çözülüş döneminden başlamak üzere Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan, Kırım’dan, sonraları Asya’dan milyonlarca insan “Ana vatan” diye Türkiye’ye sığınmış. Bir de zaten ülkede yaşayanlar var. Kaçınılmaz olarak farklılıklar oluşmuş. Manavlar – Muhacirler mesela…. Ama o kadar tatlı farklılık.
Osmanlı’nın çözülüş döneminde, Müslüman ama kavim farklılığının etken olduğu gerilimler yaşanmış, kopuşlar gerçekleşmiş.
“Osmanlı’nın çözülüş, dağılış acısı” diyebileceğimiz bu olgu sebebiyle, yeni Kurulan Cumhuriyet’te, toplumu tek bir aidiyette bütünleştirerek yeni sancıların önü alınmak istenmiş.
İki dinamik söz konusu:
1.Her farklı birimin kendi içinde sıkı dokunmuş bir bütünlük oluşturma ve onunla etkin bir alan oluşturma yönelişi.
2.Devletin farklılıkları azaltma ve bir potada eritme stratejisi. Diyelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir ara daha çok seslendirdiği “Tek millet” söylemi. Tek vatan, tek bayrak, tek devlet…
Aslında bu söylemin Cumhuriyet’in kuruluşundan 100 sene sonra da seslendiriliyor olması, “sorun”un hala farkında oluşun bir yansıması.
Erdoğan’ın tartışmaya açılan son sözleri ise, eğer kendisi Devlet adına da konuşuyor ise, ya da Devletin farklı zeminlerinde konuşulmakta olan bir “problem”i seslendiriyor ise, özellikle “Kürtler” bağlamında bir “hassasiyet” bulunduğunu gösteriyor.
Acaba daha başka toplum kesimleri için de bir hassasiyet söz konusu mu devlette?
Aslında zaman zaman bahsettiğimiz ve kimi uluslararası odakların masasında bulunduğu bilinen “Fay hatları” konusu da bununla ilgili.
Türkiye’nin bir nüfus problemi bulunduğu biliniyor. Nüfus yaşlanıyor. Bu açıdan bakıldığında Cumhurbaşkanı’nın “Üç çocuk” vurgusu anlaşılabilir, bunun genç evlilere tavsiye edilmesi de tebessümle karşılanabilir.
Ancak ülkede bir toplum alanının nüfusuna yönelik “kaygı” dillendirmesinin o kaygıyı giderme noktasında en küçük bir katkısı olmayacağından öte, fay hatlarını daha kırılgan hale getirmekten başka sonucu olmaz.
Zaman zaman “asimilasyon” konuşulur Türkiye’de, son zamanlarda “Ermeni soy kırımı”na eklemlenen “soykırım” iddiaları geliştiriliyor.
“Ortak kader bilinci”nin ve oradan doğacak “toplumsal barış”ın bir amanda hayat – memat meselesi haline geldiği bir zamandayız, diye düşünüyorum. Hiçbir devlet yetkilisinin bu alanda gelişigüzel konuşma lüksünün olmadığına inanıyorum. Diyarbakır’da, diyelim 5 çocuklu bir annenin gözünün içine nasıl bakılır?
Ben isterim ki, bu ülkede yaşayan hiçbir etnik, dini, mezhebi grup, diğerinin hayat alanını kısıtlayarak büyümeyi, etkinleşmeyi düşünmemeli. “Kederde ve neşede bütün olmak” bu, devletten önce bu ülkede yaşayanların hayat tarzı olmalı.
Peki ama benim temenni etmemle olur mu o iş? Şimdi geldik her alanda insan kalitesi meselesine…