İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Örtülü, kararlı, yıpratıcı savaş..

Türkiye ile Suriye arasındaki kriz, Türk savaş uçağının düşürülmesiyle nitelik değiştirdi, tansiyon hiç olmadığı kadar yükseldi. Ummayalım, 'inşallah olmaz' diyelim ama bunun bir adım sonrası iki ülkenin karşı karşıya gelmesidir, savaştır...

Muhalefetin harekete geçmesi, rejimin sert tepki vermesi, Suriye içi krizin iç savaş boyutuna gelmesinden bu yana Suriye sorunu, bu olayla, ilk kez, bölgesel ve uluslararası hal aldı.

Bugüne kadar, ABD, Avrupa ve Türkiye'nin muhalefete örtülü desteği, Rusya ve İran'ın rejime örtülü desteği ile taraf ülkeler iç savaşta pozisyonlarını net biçimde ortaya koymuştu. Aslında bu ülkelerin 'örtülü' desteklerinin açık destek olduğunu bilmeyen yoktu. Suriye üzerinde bir güç savaşı yaşanıyordu ve bu durum geri dönüş çizgisini çoktan geçmişti.

 Bu çerçevede, Türkiye ile Suriye arasında aslında bir örtülü savaş yaşanıyordu. Örtülü savaşın patlama noktası, Suriye hava sahasını ihlal ettiği iddiasıyla bir Türk uçağının düşürülmesi oldu.

Bir şekilde, uçak krizinin üstesinden gelinse bile, önümüzdeki dönemde benzer hatta çok daha ağır olayların patlak vereceğini, üstesinden gelinemeyecek gelişmelerin olabileceğini öngörmek durumundayız.

Türkiye'ye göre uçak uluslararası hava sahasında düşürüldü. Suriye hava sahası ihlal edildi ancak saldırı, uçağın Suriye hava sahasından çıkmasından sonra meydana geldi.

Son aylarda Doğu Akdeniz çevresinde sayısız ihlaller yaşandığını hatta İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasını defalarca ihlal ettiğini biliyoruz. 2007 yılında İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasını da kullanarak Suriye'ye saldırdığını, yine İsrail uçaklarının Lazkiye'de alçak uçuş yaptığını, Esad'ın ikametgahının üzerinde uçtuğunu biliyoruz. İsrail uçakları her hafta Lübnan hava sahasında uçuyor, biliyoruz.

İhlaller, uçakların düşürülmesine gerekçe değildir. Öyle olsaydı her hafta savaş çıkardı. Olayların seyri, Şam yönetiminin bilerek ve isteyerek Türk uçağını düşürdüğünü ortaya koyuyor. Saldırının sonuçlarını göze aldığı ortada. İç savaş yaşayan bir ülkenin kontrolsüz tavrı da diyebiliriz buna ancak bu böyle bir açıklama yeterli olmayacaktır.

Saldırının elbette hukuki ve siyasi sonuçları vardır. Uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler Suriye yönetimini bağlayacaktır. Siyasi sonuçları çok daha önemlidir: Türkiye ile Suriye arasındaki örtülü savaş inanılmaz derecede şiddetlenecek, Ankara dünyayı Suriye'ye karşı harekete geçmeye zorlayacak, muhalefete verdiği desteği çok daha fazla güçlendirip çeşitlendirecektir.

Ancak, Türk uçağına yönelik saldırının askeri sonuçları üzerinde son derece dikkatli olmak gerektiğini söylemek lazım. Bu bir savaş sebebi olarak görülmemeli. Sokakların, belli çevrelerin, içeride ve dışarıda savaş için ellerini ovuşturanların gazına gelinmemeli. Çünkü, böyle bir savaşın Türkiye ile Suriye arasında olmayacağını, taraflarının çokluğunu hepimiz biliyoruz.

 Türkiye'nin olaya ilişkin tavrı son derece dikkatli, temkinli, akıllıca: Fevri hareket etmeme, krizin bütün boyutlarını iyice tartma, sadece Batı dünyasının yaklaşımını değil, Rusya ve İran'ın reflekslerini de hesaba katma, uzun vadeli ve kararlı hareket etme gibi.

İlk bakışta bu hal, yumuşak bir tavır gibi algılanabilir. Ancak Şam yönetimi, bunun uzun vadede ne kadar yıpratıcı, sarsıcı bir strateji olacağını görecektir.

Elbette saldırının hesabı sorulacaktır ve sorulmalı da. Artık 'devlet gibi hareket etmeyen', kartlarını Rusya ve İran'a endeksleyen Şam yönetiminin tavrına göre pozisyon almak, Türkiye'ye tahmin edilenden fazla rahatsızlık verecek, bir tür hesap yanlışlığını sebep olacaktır. Hesap sorarken, kuru gürültüye kapılıp gitmeden, uzun vadeli cezalandırıcı bir süreç başlatılacaktır. Dolayısıyla, Suriye yönetiminin tutumuna göre pozisyon belirlemek akıllıca olmayacaktır çünkü 'akıl dışı' uygulamaların daha ilk örneklerini görüyoruz.

Filistin-İsrail sorunundan sonra, bölgenin en karmaşık sorunuyla yüz yüzeyiz. Rejimin zayıflığı, ülkenin gücünün olmaması kimseyi aldatmasın. Bu karmaşıklık, zorluk rejim karakterinden, gücünden kaynaklanmıyor, ülkenin kendisinden kaynaklanıyor. Suriye meselesini 'Arap Baharı' kategorisinde görmek bu yüzden aldatıcı olacaktır. Suriye'yi sadece Suriye görmek de öyle.. NATO da girse, ABD de destek verse, Suriye'ye müdahale oldukça ağır sarsıntılara, artçı depremlere yol açacaktır.

'Suriye uçağımızı vurdu, hadi saldıralım' diyenlerin bir adım sonrasını gördüklerini, algılayabildiklerini sanmıyorum. Nasıl bir bölge şekilleneceğine dair fikirleri olduğunu sanmıyorum. Bugüne kadar savaş karşıtlığı edebiyatı yapanların en şahin kesilmelerindeki tutarsızlığı algılamakta zorlanıyoruz. Olabilecek bir savaş halinde ilk eleştirenlerin de bu çevreler olacağını tahmin etmek zor değil. Türkiye, 'sorumsuz sözler' ülkesi haline geliyor.

Suriye yönetiminin, İran ve Rusya'nın bölgesel stratejik hesapları dışında hiçbir anlamı kalmadı. Bu ülkelerin verdiği güç kadar direnecek, o kadar ayakta kalabilecek. Suriye yönetimi, halkının belli kesimlerine dayanarak örgütsel bir mücadele vermek, ülkenin bir bölümünde tutunmak da isteyebilir. Şam yönetiminin bu hesabı düşündüğünden eminim. Ayrıca, pek de görülmeyen bir başka gerçek var:

Sanılanın aksine savaşı Türkiye değil, Suriye istiyor olabilir mi? Bu seçenek yabana atılmamalı. Ayakta kalamayacağını anlayan bir rejim için savaşı bölgeselleştirmek, savaşın taraflarını artırmak, mümkün olduğunca ülkeyi savaşın içine çekmek ve masada bir sandalye kapmak gibi. Kendisi giderken bütün bölgeyi yakmak gibi. Lübnan'ı, Türkiye'yi, Irak'ı ve İsrail'i işin içine çekmek gibi. Bu ihtimalin en az bir kez düşünülmesinin yararlı olacaktır.

Türkiye ne yapacak? Öncelikle, düşürülen uçaklara ilgili hukuki ve siyasi tutumu çok sert olacak. Suriye'ye bunun bedelini ödetecek. Uluslararası kamuoyunu ve bölge ülkelerini Suriye yönetiminin devrilmesi için elinden geldiğince harekete geçirecek.

 En önemlisi de, muhalif güçlere desteğini artıracak, çeşitlendirecek, bunu çok daha açık yürütecek.

 

yenişafak

Bu yazı toplam 1385 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar