Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Oslo deliğinden ikinci defa?

BDP'li sözcüler, ısrarla "Kesilen Oslo müzakerelerinin sürdürülmesi"ni istiyorlar.
Medyada da bir kesim, Oslo müzakereleri kesildiği için terörün tırmandığını, yeniden "müzakere" ortamına dönülürse, ortamın sakinleşebileceğini yazıyor.

Bu çevrenin, Oslo ortamından anladığı şey şu:
Devletin silahlı gücü ile örgütün silahlı gücü birbiri ile yenişemedi. Bu gidişle de yenişmek mümkün değil. Terörü sıfırlama imkânı yok. Öyle ise, oturulmalı, anayasanın çerçevesi dahil, bölgesel özerklik dahil her şey konuşulmalı.

BDP'liler tarafından bir şey daha söyleniyor:
- Çözüme ulaşıncaya kadar örgüt silah bırakmaz. Yani müzakere olacaksa bile bu, silahlı müzakere olur.
Konu, tabii CHP'nin bir kesimi ile MHP cenahında farklı tartışılıyor. O çevre, iktidarın Oslo'da terör örgütü ile asla olmaması gereken şeyi müzakere ettiğini ve bir mutabakat metni hazırlandığını ifade ediyor. CHP'nin bir kesimi ise, Oslo müzakerelerine sıcak bakıyor.

İktidarın duruşu ne?

İktidar adına Başbakan Erdoğan, Oslo'da, bizzat kendisinin görevlendirdiği ekip kanalıyla, örgüt temsilcileriyle bazı görüşmeler olduğunu, ancak ortada "imza altına alınmış bir mutabakat metni" bulunmadığını ifade ediyor.

Alınan bilgilere göre zaten Oslo'da varıldığı ileri sürülen mutabakat metni, Başbakan'a ulaşmış ve Başbakan bunu onaylamadığı için süreç ilerlememiş.

Bu araya Silvan vahşeti ve aynı günde DTK'da icra edilen "özerklik ilanı" girmiş.
Bundan ne anlıyoruz?

Hükümetin, Oslo benzeri bir müzakere tarzını onaylamadığı, hele varılan sonuçlarda mutabakat gibi bir tavrının olmadığını anlıyoruz.

Herhalde bir adım daha atarak, Hükümetin, terör örgütü ile güvenlik kuvvetleri yenişemedi, öyleyse masaya otursunlar tarzında bir yaklaşımı onaylamadığını da düşünebiliriz.

Aslında Hükümet, Uludere öncesinde, PKK'nın bu "yenişemezlik" iddiasını boşa çıkarmak için güvenlik birimlerini yoğun operasyonlara yönlendirdi. Uludere'de esrarlı bir şey gerçekleşti ve bu operasyonların psikolojik zemini yok edildi.

Ancak Foça ve Gaziantep'te sivil kitleleri hedef alan, Bingöl'de silahsız askerlere yönelen, Tunceli-Ovacık'ta savcıyı, Van'da hastane önünde polisi katleden terör eylemleri, hele BDP Eş Başkanı Demirtaş'ın "Şemdinli'de 400 kilometrekarelik alan örgüt hakimiyetinde" açıklamasından sonra, terörle mücadele, devlet için, örgütün alan hakimiyeti iddiasını ve acz telkinini kırmak açısından acil görev haline geldi. Değilse örgüt, "Biz öldürürüz, yol keseriz, adam kaçırır, yargılarız, vergi tarhederiz ve bize bir şey yapılmaz" propagandası ile bölge insanını silahlı ipotek altına almaya yöneliyordu.

Böyle bir ortamda "Kürt sorunu"nu her şekilde müzakere etmek, "Her şeyi silahla alıyoruz" görüntüsü vermekten farklı olmazdı. Çünkü, "Silah sigortamızdır, çözüm olmadan silahlar bırakılmaz" söylemi orada duruyor.

Basiretin gereği

Şimdi devlet, bölgede, terör ipoteğini kırmak ve sorunların silah dayatılmadan görüşülebileceği bir ortam hazırlamak için, farklı bir mücadele stratejisini devreye sokuyor.

Tabii ki örgüt kuyruğu dik tutmaya çalışacak, çünkü bütün stratejisini "yenilmezlik" izlenimi oluşturmak üzerine kurmuş. Kuyruğu dik tutmak, ölmek ve öldürmek demek. Evet, örgüt gayrı nizami harp yöntemi ile öldürüyor. Ama büyük (300'lü 500'lü rakamlarla) kayıp da veriyor. Anlaşılıyor ki bu süreç bir miktar devam edecek.
Ama ilelebet sürdürülemez bir süreçtir bu. Soru şu: Türkiye mi pes edecek, örgüt mü?

Devlet, Kürt halkını yanına alabildiği ölçüde, örgütün pes etmesi kaçınılmaz. Daha çok savaş, daha çok gencin ölümü demek. Bu Kandil adına çılgınlıktır.

Bir süre sonra devlet, "Yolun sonuna gelindi, silahları bırakın, devlete sığının" çağrısını yapacak.
Görüşme oradan başlayacak. Oslo veya başka bir yerde... Ne dersiniz?
Basiret, bir yılan deliğinden iki kere sokulmamayı gerektirir.
 
bugün

Bu yazı toplam 887 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar