Ahmet Taşgetiren
Öteki tarafta kim var?
“Öteki tarafta kim var veya ne var?” ifadesi seçim öncesinin motivasyon söylemi idi şimdi, seçim sonrasının ise savunma söylemi halinde…
“Öteki taraf” Millet İttifakı’nı ifade ediyordu. Cumhur İttifakı cenahından… “Kim” sorusunun hedefi Kemal Kılıçdaroğlu, “Ne” sorusunun cevabı da CHP artı HDP idi. Muhazakâr kitleler, iktidarın bütün kusurlarını bu “Öteki taraf” kaygısıyla tolere etti. “Soğan”ın gözardı edilmesinin arkasında da bu “Öteki taraf” kaygısı vardı.
İktidarın propaganda mekanizmasının başarısı, bu “Öteki taraf” psikolojisini oluşturmak ya da diri tutabilmekte yatıyordu.
Aslında muhalefet, ya da muhalefetin milliyetçi – muhafazakâr ayakları bunun farkında idi, muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP de farkındaydı, ancak, özellikle “Aday”da somutlanan taraftarlık hassasiyeti, Kılıçdaroğlu’nun siyasi tavrını etkilemedi ve netice malum.
Dinlenme günlerinde gördüm ki, muhafazakâr kitleler, ülkenin şu anda yaşadığı problemlerin iktidarla bağlantısını görüyor ama bu defa o malum cümleyi “Öteki tarafta kim vardı ki?” şeklinde kuruyor.
“Öteki taraf” malum, bir kamplaşma sloganıdır. Toplumda böyle bir psikoloji geliştirdiğiniz zaman ayrıntılar kayboluyor. Kitleler teker teker sorunlara, çözümlere bakmak yerine, “Taraf”ını seçmek gibi bir noktaya geliyor. O zaman da ülke soruları belli bir süre gündemden düşüyor, toptancı kararlarla irade belirleniyor.
İktidarın başarı alanlarını saymak söz konusu olduğunda, savunma sanayii, yol, köprü, tünel, havaalanı vs… sayılırken, mesela eğitim, mesela hukuk, mesela ekonomi dendiğinde duraksama ve savunma başlıyor…
Mesela uyuşturucu kullanımının çocuk yaşlara indiğini kolayca görebiliyor insanlar… Ama bunun hangi politikalar sonucu ortaya çıktığına gelince sorgulama duruyor.
Bir sohbet ortamında ordan burdan şikayetler ortaya çıkınca kıdemli bir siyasetçi iğneleyici bir soru sordu:
-Daha dün ibra etmediniz mi bu iktidarı?
İbra ne ki?
Ben de dedim:
-Belki de seçimlerde bir siyasi iktidara yönelik ibra yapıp yapmadığımızın ya da neleri ibra edip neleri ibra etmediğimizin farkında değiliz…
“İbra” temize çıkarmak, geçmiş dönemin icraatını onaylamak demek.
Bizde demokrasi toptancı işliyor.
İktidar bile mesela kendi ekonomi-politikalarını ibra etmediğini, ekonomi kadrosunu tamamen değiştirerek gösterdi. Mehmet Şimşek geldi ve “Artık rasyonel politika uygulamaktan başka çaremiz yok” dedi.
“Rasyonel”in az tanınırlığından istifade ederek, geçmiş dönemi yargıladı. “Ekonominin makulü”ne gelmek gerektiğini söyledi.
Kitlelerimiz bu kadarını bile söylüyor mu? Adamın canı yanıyor, her gün benzin fiyatlarının tırmanışını gördükçe, ete – süte yaklaşamadığını farkedince, raftaki fiyatların nasıl gün gün çıldırmışçasına değiştiğine şahit oldukça…
Peki bütün bunların bir siyasi kadronun kararlarıyla olduğunu düşünüyor ve o kadroyu oylarla hizaya getirmek gibi bir yolu deniyor muyuz?
“Öteki taraf” korkusu, sandığa gelince “Anadolu irfanı”na dönüşüyor ve “İbra süreci” başlıyor.
İktidarın yeni ekonomi kadrosu, bu yıl sonunda enflasyonun yüzde 58 olacağını ( o rakamı yakalamanın bile hayal olduğunu söyleyenler var), gelecek yıl yüzde 33, taaa 2025’te de yüzde 15’e ineceğini açıkladı.
Yani bu kadro bile “Tek haneli enflasyon” hedefini ötelerin ötesine öteledi.
Peki siz bu hedeflerin bile tutturulabileceğine inanıyor musunuz? Şu son rakamlar, malum Merkez Bankası’nın tutmayan hedeflerinin revizyonu bağlamında ortaya konmuştu.
Ya da bu ekonomi kadrosunun ömrünün 2025’e kadar devam edeceğine?
Peki şöyle soralım: Cumhurbaşkanı değişmedi, Cumhurbaşkanı her politikanın zirve noktası olduğu gibi ekonomi politikalarının da zirve noktası idi. Peki ekonomi neden bu hale geldi? “Yine biz düzeltiriz” ifadesi aynı zamanda “Biz bozduk” gibi bir cümlenin devamı değil mi?
Ben şunu bilirim: Bir siyasi iktidar yanlışlar yaptığında değiştirilebileceğine inandığı takdirde adımını sağlıklı, dikkatli atar. Bilir ki yanlış yaptığında kendisini düzeltecek bilinçli bir toplumu yönetmektedir.
“Hangi hatayı yaparsam yapayım beni destekleyen büyük bir kitle var” inancı, iktidarları en azından duyarsızlığa sevk eder.
Bunu iktidara talip olan kadrolar için de dikkatle değerlendirmek gerekiyor: “Toplum iktidardan bıktı, ben onun karşısına odun koysam kazanır” yaklaşımı, iktidardaki duyarsızlığın bir başka yüzüdür. İktidar bir yönüyle kendini dayatırken muhalefet bir başka yönüyle dayatıyorsa, orada iktidar – muhalefet ilişkisi de sağlıksız hale geliyor demektir.
Türkiye, iktidarın hatalarına rağmen kazanmaktan emin olduğu, muhalefetin de “Bu iktidar karşısında tek alternatif biziz, millet nasıl olsa bize gelecektir, gelmeye mahkumdur” kısır döngüsü içinde kıvrandığı bir siyasi zemini yaşıyor. Bu durumda iktidar kendini tashih edemiyor, muhalefet alternatif sunamıyor, ülke de patinajdan kurtulamıyor.
Bu durumda, altta kalanın canı çıkıyor. Altta kalanların önemli bir kısmını da “Aman iktidara bir şey olmasın” diyenler oluşturuyor.
Sır, demokraside “ibra etmeme gücü”nün farkında olmakta…