Ahmet Taşgetiren
Öyle derin bir sancı ki...
O programlar tepki alıyor, biliyorum. CİMER’e ve RTÜK’e en çok şikayet edilen programlar arasındaymış.
Programlara sırf ekranda görünmek için her türlü rezilliği göze alarak çıkanlar var mı bilmiyorum ama hikayelere baktığınızda gerçek insanların yer aldığını görüyorsunuz.
Hangi programlar?
Aile dramlarının yansıdığı programlar: Aile içi çatışmalar, evden kaçmalar, gayrı meşru ya da yasak ilişkiler, şiddet vs. Anne dramı, baba dramı, evlat acısı, çirkinlikler… çirkinlikler…
Bir ayna tutuluyor mu, tutuluyor.
Kimimiz o aynadaki görüntüye kızıyoruz, bu biz miyiz, diye…. Bunların tekil olaylar olduğunu düşünüyor, kötü örneklerin sunulmasının ülkeyi ve toplumu yanlış tanıtacağından kaygılanıyor kimimiz. Kimimiz bunların ekrana yansıtılmasının benzeri olayları yaygınlaştıracağından endişe ediyor.
Bunlar anlaşılabilir tepkiler, ama o programlar olmasa da, toplumun, en çoğu aileyi tarümar eden derin bir sancı yaşadığı muhakkak.
İstanbul Sözleşmesi etrafındaki hararetli tartışma da bunun uzantısı, aile mahkemelerindeki dosya yığını da, sık sık gündemi sarsan hunhar kadın cinayetleri de…
İsterseniz olaya, evden uzaklaştırma cezasına çarptırılan erkek açısından bakın, gene o derin sancıyı görürsünüz.
Annesi, babası tarafından gözü önünde dövülen, ya da daha kötüsü öldürülen çocuğun geleceğini düşünün… Ne olur o çocuğun yüreğine?
Muhafazakar camiada sert bir tepki birikti İstanbul Sözleşmesi’ne ve onun uygulama kanunu niteliğindeki 6284 sayılı kanuna karşı. İktidar da, sonunda bu tepkilere dayanamadı ve kendi imzaladığı ve imzalarken övündüğü İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdı.
Kadın örgütleri sokakta. Sokak etkinliği noktasında önemli bir tecrübesi var bir tür kadın hareketinin. Dünyadan da destek alınıyor. Batı dünyası, Macaristan gibi birkaç ülke dışında Türkiye’ye baskı yapıyor.
Bu baskıların ve sokak tepkisinin iktidarı yeniden İstanbul Sözleşmesi’ne döndüreceğini sanmıyorum. En azından muhafazakar taban kaybına tahammülü yok çünkü iktidarın. Ve de protesto eden kesimden oy alma umudu yok.
O tartışma devam edecek.
Burada, ekranlara yansısın yansımasın, muhafazakar değerler üzerinde hassas ailelerin bu sancı üzerinde -tepkisellikten uzak bir hassasiyetle- durması gereğine işaret etmek istiyorum.
Yani o sancı, bir sözleşme ya da yasal düzenleme olayından daha derinlerde oluşuyor.
Söz konusu programlarda iki ayrı kanalda iki olaya rastladım.
Evden kaçan genç kız örneği. Belli ki aileler muhafazakar, belli ki kız çocuklarının kıyafetlerine hassasiyet gösteriyorlar ve belli ki kız çocukları da gençliğe doğru adım attıkça çevrenin etkisiyle yeni arayışlar içine giriyor. Şunu giysem, bunu giysem… Babam ne der, ağabeyim ne der, hısım akraba ne der, mahalle, köy vs ne der? Ya babam döverse… Ya mahallede söz olursa.
Kız evlattaki gelişmeler tabii ki annenin, babanın, ağabeylerin, konu komşunun, hısım akrabanın gündemine girer. Konuşulur. Babaya ulaşır, anneye ulaşır, erkek kardeşlere ulaşır.
Bunlar bilindik hikayelerin konusudur.
Ekranda anne gelmiş, bazen baba gelmiş, dayı, teyze, vs… gelmişler ve evden kaçan kıza sesleniyorlar: Gel kızım, ne olursan ol, gel. Baban sana karışmayacak.
Kız, 18 yaşını bitirmiş. Artık “özgürüm ben” psikolojisine gelmiş. “Durmazsınız siz, diyor, müdahale edersiniz, babam dayanamaz benim böyle giyinmeme.”
Baba, anne, aile… bir -kötü el- kaygısı taşırlar. “Kız evladını koruma” duygusu baskındır bizim toplumumuzda… Muhafazakarlıktan söz edildiğinde, koruma duygusu da onun bir boyutudur.
Kaldı ki olay sadece kız evlat olayı değildir. Erkek evladın ne tür yönelişler içine gireceği, ya da baba – anne formatına göre biçimlenip biçimlenmeyeceği de bilinmiyor.
Şimdi şu örnek olayı alıp, geleceğe ilişkin bir öngörüde bulunmak gerekirse, ne denebilir? Yarının babaları, anneleri nasıl hareket edecek, aile nasıl bir biçim alacak, çocuklarımızın yeni dünyadan aldıkları ile bizim önemsediğimiz değerler nasıl buluşacak?
Bunlar sözleşme ya da kanundan öte bir şeydir. Üstelik mesele sadece babalar - anneler - oğullar - kızlar meselesinden ibaret değildir. Gayrı meşru ilişkilerin hayasızca ekranlara taşındığı tükenmişlik görüntüleri ne olacak?
“Derin sancı”nın bütün boyutları ile ele alındığı, platformlara ihtiyaç var. Olay, muhalefetin sadece iktidarı sorumlu tutacağı bir olay da değildir. Ya da iktidarın işe, sadece oy hesabı ile bakacağı bir olay değildir. Ya da muhafazakar camianın işi “sözleşme karşıtlığı”na indirgiyor ve “kadına şiddeti önemsemiyor” gibi görünmesiyle çözülecek cinsten değildir. Daha büyük, daha derin, ve toplumun her kesimine yönelik daha sarsıcı bir sancıdan söz ediyoruz.
Peki ortak bir çaba ümidi var mı?
Bu sadece soru olarak kalsın. Çünkü cevabını vermeye cesaret edemiyorum.