Hasan Karakaya
Paralel Medya’nın Erdoğan’a saldırısında “Yahudi Damat”ın rolü var mı?
“Askerlik” yapanlar gayet iyi bilirler... Komutanın, bir “tabur, bölük veya karakol”u denetlemeye geleceği “günler önceden” bellidir...
“Komutanın nelere dikkat edeceği” de, yine “önceden” bilinir... Dolayısıyla, bütün “hazırlıklar” yapılır, tabur, bölük veya karakol “teftişe hazır” hâle getirilir...
Boya-badana yapılmış, yerler pırıl pırıl temizlenmiş, çamaşırlar yıkanmış, tabak, kaşık ve çatallar, ayna gibi parlatılmıştır.
Komutan gelir, “görmesi gereken yerler”e götürülür... Her şey “istendiği gibi”dir, bir “aksaklık” ve “hata” yoktur!..
“Aferin” der; “Ellerinize sağlık, her şey istediğim gibi!”
“Denetleme” biter, “çay-kahve” ile “sohbet faslı” başlar...
Öyle sanıyorum ki;
“Bütün denetlemeler” de olduğu gibi, Soma Holding’in işlettiği “maden ocağı”ndaki denetimler de böyle olmuş, “eksik”ler ve “hata”lar “makyajlanarak” kapatılmış, her şey “güllük-gülistanlık” gösterilmiştir “denetim ekibi”ne...
Onlar da, herhalde “olumlu rapor” verip, gitmişlerdir!..
“Mutlaka böyledir” demiyorum ama “Türkiye’deki denetim mantığı”nı az-çok bildiğim için, “herhalde böyle olmuştur” diyorum...
Meselâ, o “denetim ekipleri”nde bulunanlar, “ocağın alt katmanları”na girmişler midir, girip de “işçilerin çalışma şartları”nı yerinde görmüşler midir, “işçi”lerle görüşüp, “bir sıkıntınız var mı?” diye sormuşlar mıdır?..
“Vebal”lerine girmeyeyim ama;
Bunları yaptıklarını sanmıyorum...
KLASİK METOTLARI BIRAKIN!
“Dün”ü, bırakıp, şimdi de “bugün”e gelelim... Malûm; HSYK tarafından görevlendirilen 28 savcı “faciayı soruşturmaya” başladı, hemen ardından da “gözaltı”lar ve “tutuklama”lar başladı...
“Gözaltı ve tutuklamalar”ın gerekçeleri elbette vardır... Ki, “savcıların ilk açıklamaları”nda ifade edildiği gibi; “trafonun patlamadığı” tesbit edilmiştir...
Elektrik kablolarının “yanmaz” olup-olmadığı görülmüştür...
“Sensör”ler devre dışı bırakılmış mıdır, bırakılmamış mıdır, incelenmiştir...
Yazı İşleri Müdürümüz ve aynı zamanda “iyi bir avukat” olan Ali İhsan Karahasanoğlu’nun dünkü yazısında ifade ettiği gibi, tüm bunlar, “klasik tesbitler”dir!..
Bu klasik tesbitlerle; “ihmal”ler ve “kusur”lar ortaya çıkarılabilir...
Amaaaa...
Bu olay “kasıtlı” gerçekleşmiş ise, işte o zaman “klasik araştırmaların dışına da çıkmak” gerekir...
Ancak böyle yapılırsa; olayda bir “derin el”in olup-olmadığı ortaya çıkarılır!..
O halde ne yapılmalı?..
Ali İhsan Karahasanoğlu dünkü yazısında, “teknolojik imkânlar”dan yararlanılmasını istiyor ve “ilginç bilgiler” ışığında “şu sorulara” cevap bulunmasını istiyordu:
“Ölümlerin yaşandığı madene en yakın, baz istasyonlarından son 6 ay/bir yıl içinde, sinyal veren tüm cep telefonlarının dökümünün alınması..
O telefon kartlarının takıldığı tüm cep telefonu makinelerinin IMEI numaralarının tespiti..
O makinelere takılan başka hatların bilgileri..
Toplayın bu delilleri..
Görelim, manzara-i umumiyeyi..
Bakalım, kimler o madene gelmiş?
Kimler oradan geçmiş?
Kimler orada konaklamışlar?..
Bilelim; kimler o madende araştırmalar yapmışlar?
Kabloların durumlarını, tespit edenler olmuş mu?
Aslında bir ayağı İsrail’de olan bazı kişiler, günübirlik Soma’ya gelip, o madendeki trafonun özelliklerini not almışlar mı?
Soma ile hiçbir ortak bağı olmayan kimi derin kişiler, belli aralıklarla buraya gelip, şüpheli görüşmeler yapmışlar mı?”
Nasıl, “ilginç bir soru” değil mi?..
Ne demek;
“Bir ayağı İsrail’de olan ve günübirlik Soma’ya gidip-gelen kişiler?..”
Ali İhsan Karahasanoğlu’nun dünkü yazısında verdiği “ipuçları”ndan hareketle, Haber Müdürümüz Kenan Kıran’ın derlediği “bilgi ve belge”leri bugün “manşet”imizden okuyacaksınız...
VADİ’DEKİ İPLİKÇİ NEDİM!
Manşet haberimize gelmeden önce; şu anda atv’de yayınlanan Kurtlar Vadisi dizisinin 10 yıl önceki ilk bölümlerinde rol alan “İplikçi Nedim”den bahsetmek istiyorum...
Herhalde hatırlarsınız;
Kurtlar Vadisi’ndeki “İplikçi Nedim”in tek görevi vardı:
“Mafyanın para kasası olmak!”
Malûm, dizideki İplikçi Nedim; “Yahudi kökenli bir işadamı”nı canlandırıyordu...
Görünürdeki işi “tekstil”di!..
Özellikle de, “iplik satışı!”
Zaten bu yüzden, herkes onu “İplikçi Nedim” olarak tanıyordu...
Ne var ki;
“İplikçi Nedim”in asıl işi,
“Tefecilik”ti!..
Yani;
“Para satmak!”
Yani;
“Paradan para kazanmak!”
“Musevi aksanlı konuşması” ve beklenmedik anlarda yaptığı; “O günler geçti caniiim. PUT-İN, Çeçen out... Değil?.. Sen şu Nedim kuluna, fiubat bitmeden fiabat’ı gösterdin kuzuuum!” şeklindeki “espri”leriyle seyirciyi kendine bağlamıştır.
Favori içeceği “ıhlamur”dur. Ayrıca dizide, özellikle de “Musevi kökenli” karaterlerle bir araya geldiği sahnelerde, adı zaman zaman “Niso” diye de geçer.
Vadi’deki macerasında sık sık “canı ile paracıkları arasında tercih yapmak” durumunda kalır...
Ayrıca dizide; kendisi hakkındaki slogan şöyledir:
“Derler ki, vadide kasasına inmeyen şey, yüreğine iner!”
Dizide Nizamettin Güvenç tarafından yaptırılan silahlı saldırı sonucunda öldürülmüştür... O zamanlar; bu karakterin, Ören Bayan firmasının sahibi olan Nesim Malki’yi temsil ettiği ileri sürülmüştü...
Bu vesileyle, dizide “İplikçi Nedim” karakterini canlandıran, tiyatro sanatçısı İsmail İncekara’yı da analım ve gelelim bugüne...
ALP GÜRKAN’IN DAMADI
Bugün de bir “İplikçi Nedim”imiz var...
Adı “Nedim” değil ama,
“İplikçi!”
Kim mi?..
“Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’ın damadı Mahir Asafrana!..”
“İplikçi Nedim”in asıl adı nasıl ki “Nedim” değildir, Mahir Asafrana’nın gerçek adı da “Mahir” değil, “Mario”dur!..
Çünkü “Yahudi kökenli”dir!..
Efendim, olay şu:
“Facia”nın yaşandığı ve “301 işçimizin şehit olduğu” madenin işletmecisi ve aynı zamanda “Koç ailesinin taşeronluğu”ndan “Soma Holding’in patronluğu”na yükselen Alp Gürkan’ın kızı Müzeyyen Nazlı Gürkan, Yahudi kökenli Mario Asafrana ile evlenir ve “Asafrana” soyadını alır...
Mario Asafrana da “adını değiştirir” ve “Mahir” ismini kullanmaya başlar.
“Mario Asafrana”nın babası İsak Asafrana da, tıpkı oğlu gibi, İstanbul 20. Asliye Hukuk Hakimliği’nin kararıyla ismini değiştirir ve “İzzet” adını alır...
Bu karar da, 29 fiubat 1968 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanır...
Yalnız, karısı Korin, adını değiştirmez!..
Özetleyecek olursak;
Mario Asafrana, ya da ismini değiştirmiş haliyle Mahir Asafrana, “İsak Asafrana-Korin Asafrana çiftinin oğlu”dur...
Ve tabiî; “Alp Gürkan’ın damadı”dır!..
Dahası da var:
Bu “soruşturma”da “Damat Bey”in adı hiç geçmiyor ama, Mahir Asafrana, aynı zamanda Soma İnşaat ve Ticaret A.fi.’nin “Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı”dır!..
Dahası;
“Türkiye’deki Yahudilerin paralarını çalıştırdığı” bilinen Korkmaz Yiğit’le birlikte iş yapar!..
Gerisini haberimizden okursunuz...
ADI NİYE GEÇMİYOR?
Tüm bu “ilişki”ler, tüm bu “bağlantı”lar, Mahir Asafrana’nın “suçlu” olduğunu elbette göstermez!..
Ama, şu “soru” sorulur:
“Facia”nın ilk günlerinde adından hiç bahsedilmeyen ve adeta “koruma altına” alınan Alp Gürkan gibi, damadı Mahir Asafrana’dan da hiç söz edilmemesi, yine bir “koruma kalkanı” oluşturulduğundan mıdır?..
Mahir Asafrana, bir “Yahudi” olmasına rağmen, elbette bir “T.C. vatandaşı”dır ve her vatandaş gibi, o da “eşit haklara” sahiptir...
İyi de;
“Kayınpederi” bile gözaltına alınırken, “damat bey”e niye hiç dokunulmaz, niye hesap sorulmaz?..
Ne yani;
Bu olaylarla hiç mi ilişkisi yoktur, “facia”da hiç mi dahli bulunmamaktadır?..
Bunda “Yahudi” olmasının bir rolü var mıdır, yok mudur?..
Hayır, “ırkçılık” veya “ayrımcılık” yapıyor değilim... Sadece ve sadece; “301 vatandaşımızı kaybettiğimiz maden faciası”nda, en ufak dahli olan herkesten hesap sorulmasını istiyorum...
******************************************************************************
SALDIRININ SEBEBİ
fiunu da merak ediyorum:
Malûm, Başbakan Tayyip Erdoğan, sanki “facianın tek sorumlusu” gibi gösterildi, “vatandaşa tokat atmak” gibi bir “palavra” ile adeta “linç” edilmek istendi... Bu “itibarsızlaştırma”da; “Paralel Medya” kadar, “yabancı medya organları” da, acayip bir “ajitasyon”a giriştiler...
Ve bunların büyük çoğunluğu, daha doğrusu tamamı “Yahudi beslemesi medya organları”ydı!..
“TKP’li karıları” bütün dünyaya “işçi karısı” gibi gösterdiler... Erdoğan için, “cehenneme kadar yolun var” dediler...
İşte bunların hepsi, “sahipleri Yahudi olan medya organları”ydı!..
“Acaba” diyorum;
Erdoğan’a bu derece yüklenenler; dikkatleri “Alp Gürkan ve Yahudi damadı” üzerinden çekmek, “olayı, aslından uzaklaştırmak” mı istediler?..
“İsrail’le ilişkileri” çok iyi bilinen ve İsrail’i “otorite” olarak gören “Paralel Medya”nın Erdoğan aleyhindeki yayınlarında, “Yahudi damat”ın bir rolü var mıdır?..
Bugünlük bu kadar...
Ama, araştırmaya devam!..
Ben araştırıyorum;
“Savcı beyler” de araştırsın!..
“Kara faşist” olur da, “yeşil faşist” olmaz mı?
Yılmaz Özdil’i anlarım... “Soma’da ölen işçiler buna müstehaktı” demesini anlarım... Çünkü o, Ahmet Türk’ün burnuna Samsun’da “yumruk” atan adam için “adaletin tokmağı” diyen, Salih Mirzabeyoğlu’nun “işkence izleri” ile alay eden, Uludere’de öldürülen “Kürt”lere “katır” diyen, geçmişte “Kerkük’teki Kürtler” için “Ker-Kürt” diyen bir “Kara Faşist”tir... Bu “millet”ten, onun “örf, adet ve inanç”larından “kopuk”tur... Böyle bir “kafa”dan “irin”ler çıkması normaldir!..
Ben, “bir şehit lâfı icat ettiler” diyen ve hemen arkasından Soma’daki faciada ölen 301 işçi için; “Onlar ne şehit, ne gazi... Kâr yoluna gitti niyazi” ifadesini kullanan Yazgülü Aldoğan’ı da anlarım...
Çünkü o da, “Yılmaz Özdil zihniyeti” ile aynı paraleldedir!.. Bu zihniyet; bir “kadın” olmasına rağmen, bir zamanlar “Şanlıurfa’da genelev açılmasını” isteyen zihniyettir...
Dolayısıyla; “haram”dan, “helâl”den ve “zina”dan habersiz olmalarını anlarım...
Ama, Zaman yazarı Ali Ünal ne demek istiyor, onu anlayamadım... O da, tıpkı Yılmaz Özdil gibi; Soma’daki işçiler için; “Zulmedenlere destek olmayın, yoksa size ateş dokunur” demiş ki; söyleyecek söz bulamadım... Bu adam da, kendisini hâşâ “Allah” yerine koyan bir “Yeşil Faşist”tir!..
“Kara”sı olur da, “Yeşil”i olmaz mı?..
yeniakit