Selâhaddin Çakırgil
Paşalar, maşalar, ve de mareşaller..
10 Nisan 2010..
10 Nisan 1950"nin 60. yıl dönümü.. Yani, 14 Mayıs 1950" seçimlerinin 34 gün öncesinin.. Hani şu, en katı şekliyle 27 yıl süren kemalist diktatörlük döneminin biraz aralanır gibi olmasıyla, tekparti döneminin tepetaklak olduğu, nisbeten serbest yapılan ilk seçimlerin..
10 Nisan, kim için ve nasıl bir manâ ifade ediyor? Veya, ediyor mu?
Bugünün özelliği, Fevzî Paşa"nın ölüm yıldönümü olmasından gelmesinden geliyor..
Evet, bu gün, Mustafa Fevzî Paşa"nın veya milletin dilindeki deyimle Mareşal"in 60. ölüm yıldönümü..
İnsanları sadece doğum - ölüm gibi yıldönümlerinde anmak, ne kadar doğrudur?
Ama, hiç anılmaması? O daha bir isyan ettirici nisyan (unutkanlık) olsa gerek..
10 Nisan tarihli bütün gazetelerin birinci sahifelerinde Mareşal"le ilgili tek bir satır bile yoktu.. Halbuki, 10 Kasım"da birinci sahifesinde M. Kemal"den hiç bahsetmeyen bir gazete olsa, bu, birçok medya organında, vefasızlık, saygısızlık vs.. diye, eleştiri konusu bile olur..
Bu durum, insanların her şeyi unutmasından mı kaynaklanır; yoksa, unutturulmak istenmesinden midir?
Resmî tarihte "İkinci Adam" diye nitelenen ve 1923"den 1973"e kadar yarım asır kamu hizmetinde bulunan İsmet Paşa"nın ölüm gününü toplumda kaç kişi hatırlıyor?
Birinci Dünya Savaşı"nda uğranılan korkunç yenilgiyle dağı(tı)lan Osmanlı Devleti"nin bütün orduları mecburî olarak terhis edilirken, bu durumdan kurtulabilen tek güç olan Şarq (Doğu) Ordusu"nun ünlü komutanı ve böylece Anadolu"nun da işgal edilmesine karşı ilk "millî hareket"i başlatan Kâzım Karabekir Paşa"nın sonra, uzuuun yıllar nasıl bir kemalist hışma uğradığının trajik hikayesi ise, daha bir ayrı.. (Onun vefatının 62. yıldönümünde, Gen. Kur. Başk. Org. İlker Başbuğ"un 18 Ocak günü, onu ilk kez anması ise, kemalist rejim ve kadroların artık Karabekir Paşa"yı affetmetmek adı altında, onu da kendi saflarında göstermek taktiğinin bir parçası olmalı.. Başbuğ"un, Fevzî Paşa"yı 60. ölüm yıldönümünde Genelkurmay Karargâhı"nda yaptığı merasim de, kemalistlerin bu konudaki yaklaşımlarının konjonktürel, günün şartlarına göre bir tavır olduğunun göstergesi sayılabilir.
İlginçtir, haber ekranlarda, "Eski Genelkurmay Başkanları"ndan..." diye veriliyordu..
M. Kemal"in de bir komutan olarak ve dahası, "eski cumhurbaşkanlarından.." denilerek askerî mekanlarda anılması normal sayılabilirdi.. Ama, onun, ölümünden 70 küsur yıl sonra bile, hâlâ, okullarda, kışlalarda, tv. ekranlarında ve toplumun çeşitli kesimlerinde sümüklü- gözüyaşlı proğramlarla anılması, bir geri kalmışlık ve ilkellik yaftası halinde ortadadır..)
Hatırlayalım ki, Enver Paşa"nın parlak ismi yanında sönük ve gölgede kaldığı için, ona hep hınç beslediği bilinen M. Kemal"in, ordu içindeki Enver etkisini kırmak için başka çare bulamayınca, o zamana kadar, efkâr-ı umûmiyeye, kamuoyuna hiç duyurulmamış olan ve Enver Paşa"nın komutasında olan 90 binden fazla askerin kırıldığı "1915- Sarıkamış Faciası"nın üzerinden 6 sene geçmekteyken; ilk kez ve ancak, 1921"lerde duyurulmasındaki taktiğin de hangi hedefi gözettiği ve Türkistan yaylalarında 1922"de bolşeviklere karşı savaşırken can veren Enver Paşa"yı, kemalist kadroların ancak, ölümünün 75. yılında affetikleri ve kemiklerinin Tacikistan"dan getirilmesine izin verilmesi üzerinde durulmalı..
Kendisi bir asker bile olmadığı halde, paşalık rütbesiyle taltif olunan ve yenilginin hesabını vermekten kurtulmak için kaçtığı Berlin"de bir ermeni eliyle öldürülen Tal"at Paşa"nın kemikleri ise, öldürülmesinin üzerinden 40 sene geçmekten, kemalist kadroların "aff-ı şâhâne"sine mazhar olmuştu..
İttihad-Terakkî"nin üç paşasından, Cemal Paşa"nın Tiflis"te bir ermeni eliyle öldürüldüğünün tarihini ise; sanırım, torunu Hasan Cemal bile hatırlamıyacaktır.. Aynı şekilde, yenilgi sonrasında İtalya"ya kaçan, 1914-15"lerin başbakanı Sadrâzam Saîd Halîm Paşa"nın da Roma"da, yine bir ermeni tarafından öldürülüşünü de pek hatırlayan kalmamıştır. Ama, "Tek Adam" diye nitelenen Birinci Şef"in ölüm günü, babasınının ölüm gününü hatırlayamayanlar nicelerince bile bilinir..
90 yıla yakın zamandır, sadece tek kişinin ismi ve resmi gündemde tutulursa, olacağı budur!
M. Kemal Paşa, "Türbe ve zâviyellerin/ tekkelerin kapatılması" yasağını getirince, dönemin önde gelen isimlerinden Hamdullah Subhî (Tanrıöver), "Paşam, türbe ziyaretleri bu milletin kültür ve örfünde ayrı bir önemi haizdir.." kabilinden, yapılan işin yanlışlığını anlatmaya çalışır.. M. Kemal de ona, "Bir 10 yıl kadar böyle gitsin" der..
Çünkü, "Tek Adam", tek adamlığını ve rakib tanımazlığını pekiştirmek istemektedir.. Ama, ölümünden 70 küsur sene sonra bile, resmî ideolojinin tapınılan bir "ikon"u halinde kalacağını herhalde kendisi de tahmin edemezdi..
*
"Türbede çirkin olan tavır, Anıt-Kabir"de güzelleşiveriyor!"
(Burada, Taraf"tan Yıldıray Oğur"un, 06 Nisan 2010 günü, 'Dudaklarıyla giderdi özlemini mozolenin mermerinde.." başlıklı yazısına geniş bir özet olarak bakmakta fayda var.. Oğur şöyle diyordu:
"Urfa"daki köyünde Öcalan"a 61. yaş günü için yapılan "doğum günü partisinden" gelen fotoğrafları gördüğümde (") Fotoğraflarda, bu yıl ilk kez girilmesine izin verilen Amara Köyü"ndeki Öcalan"ın evini saran kalabalık, bahçeden toprakları pet şişelere doldururken, evde yapılan tandır ekmekleri (Öcalan ekmeği) kapışırken, fotoğrafları, evin duvarlarını öperken görülüyordu.
Dün Vatan gazetesi "Türbeye çevirdiler" diye manşetine taşıdı bu görüntüleri. Hürriyet"in iç sayfadaki manşeti de aynıydı.
Herhalde bu kutsal ekmek, şifalı toprak, öpülesi taş ritüelleri pozitivizmde kemalistleri aratmayan ana akım Kürt siyaseti tarafında da "çağdışı hurafeler" olarak kınanır.
Hurafeleri de ortaya çıkmaya başladığına göre alamet zinciri tamamlanan Öcalan"ın yüce önderliği üzerine de artık Kürtler Türkiye yakın tarihiyle karşılaştırmalı okumalar yaparak biraz düşünürler.
Peki, "Hurafeci cahil köylüler, Kürtler ve PKK"yı aynı karede birarada görünce dayanamayıp manşetten çakan hurafe-savar, süpersonic rasyonel medyamız bu görüntülerin hemen hemen aynıları yıllardır Türkiye"nin başkentinde, Anıtkabir"de tekrarlanırken ne yaptı acaba? (") Mesela 2008 yılının 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı"nda "Anıtkabir"e sel olup akan milyonlarca yurttaşın" yaptıklarıyla, "Öcalan"ın köyün hücum eden terör örgütü yandaşlarının" yaptıkları arasında mahiyet olarak ne fark vardı?
O yıl Anıtkabir"de Atatürk"ün mozolesini öpen, okşayan, üstüne kitap bırakanlar "çağdaş" yurttaşlarken, Öcalan"ın evinin duvarlarını öpenler mi "hurafeci, sözde yurttaşlar" oldu?
Peki, o gün Atatürk"ün mozolesini öpüp, okşayanlar için Vatan ve Hürriyet "Anıtkabir"i türbeye çevirdiler" diye başlık atabilmiş miydi?
Hafızamdan emin olamayıp arşivleri taradım. Yok, doğru hatırlıyormuşum.
Önce Hürriyet. Başlık: Cumhuriyet ışığı ruhlarımızı yıkadı.
"Türkiye"nin dört yanından Başkent"e gelen her yaştan, her sosyal gruptan vatandaşlar, Ata"nın mozolesine ulaşmak için saatlerce kuyrukta bekledi. Ve kimi parmaklarıyla, kimi dudaklarıyla giderdi özlemini mozolenin mermerinde."
Ve Vatan. Başlık: Ata"ya minnet öpücüğü.
"Dua okuyanlar, Ata"nın mozolesini diz çöküp öpenler ve hatta gözyaşlarını tutamayıp ağlayanlar vardı. Askerlerin nöbet değişimi de ziyaretçiler tarafından alkışlar eşliğinde yapıldı."
Artık her yıl Selanik"teki Atatürk"ün evinin bahçesinden alınan toprağın atletler tarafından 337 kilometre taşınarak 19 Mayıs törenlerinde Cumhurbaşkanı"na sunulduğunda ne yazdıklarına hiç girmiyorum.
Anıtkabir"in ziyaretçi defterinde Atatürk"le dalga geçen çocuklara hapis cezası verildiğinde, Damal dağındaki Atatürk silueti üzerinde koyunlara otlama yasağı getirildiğinde, (M. Kemal büstünü kirleten) Gülsüm (isimli bir) inek sürgüne gönderildiğinde neler dendiğine de...
Yine de ikna olmadıysanız isterseniz Anıtkabir"e sel olup akan yurttaşları bir gün de Selanik"teki Atatürk evine götürelim. Bakalım bahçeden toprak almadan, duvarları öpmeden kaç kişi geriye dönüyor? (")"
*
TC döneminin iki mareşalinden birisi..
Evet, yukarda aktarılan yazıda dile getirilenler işte böylesine utanç verici ve de ilkel.. Ülkemiz, tarihte görülmemiş şekilde, 80 küsur yıldır bu ilkelliğin pençesinde.. Geçmişte sultanlar, padişahlar gelir-giderdi.. Şimdi ise, bir millet, 80 küsur yıldır; tek bir kişinin isim ve resminin ipoteğinde. Bu durum, onun ölümü üzerinden 70 küsur yıl geçtikten sonra da hükmünü sürdürüyor.. Ve, onun ilke ve devrimleri âdetâ bir din gibi dayatılıyor millete ve "kemalist-kurşun askerler, tapıcılar", bir dini savunmaktan çok daha kararlı bir şekilde, kendi ideolojilerine bağlılık gösteriyor ve o ideolojinin jakobenliğinin- tepeden inmeciliğinin gereği olarak, bütün toplumu da kendi istedikleri gibi şekillendirmek dayatmacılığından elçekmeye yaklaşmıyorlar.. Varsa -yoksa, o; "tek adam"! Sanki, bir milletin içinden ondan ileri ve yukarda hiçbir kimse çıkmamış ve bundan sonra da çıkamıyacakmış gibi..
O âdetâ, "erişilmesi hayal edilen, ama aşılamıyacak ve hattâ egale edilmesi bile kabul edilemiyecek bir ufuk lider.."dir..
Böylesine bir davranış da "lider tapıcılığı"nı çıkarıyor ortaya, kaçınılmaz olarak..
Bu sonucun sağlanması için, 80 küsur yıldır, önceleri "Gazi"lik gibi İslamî terimlerden faydalanıldı. Sonra, milletin kutsalına karşı savaş açan katı laik /kemalist diktatörlük döneminde, kutsal"a yine ihtiyaç duyuldu ve laiklik bir yeni kutsallık gibi sunuldu kitlelere..
Son yıllarda daha bir yüceltilen 1915- Çanakkale Savaşları"yla ilgili oluşturulmaya çalışılan bir Çanakkale ve tarih fetişizmi"nin altında da, M. Kemal"e bir yücelik ve kutsallık verme hedefinin yattığı, ortadadır..
Çanakkale Savaşları, gerçekte, Liman von Sanders, Falkenhein, Souschon ve Goltz Paşa gibi alman generallerinin komuta ettiği ve ingiliz generalleriyle alman generallerinin harb san"atını sergiledikleri bir savaş iken, orada, yüzlerce-binlerce binbaşı ve yarbay rütbesindeki Osmanlı subaylarından birisi olan M. Kemal"in de orada bulunmasından hareketle, bu zaferin ona mal edilmeye çalışılması, "tapınılacak bir lider üretme" çabasından başka nedir ki?
Türkiye"de adı, Gazi Caddesi, M. Kemal Paşa Caddesi, Atatürk Caddesi diye anılan bir caddesi olmayan tek bir şehir yoktur.. Aynı şekilde, adının, okullara, kışlalara, parklara, hastanelere verilmediği bir yer de gösterilemez, hemen her şehirde... Kitablarda o var, her yerdeki resimlerde o var, devlet dairelerinde, paralarda yalnız o var, her köşe başında onun büstü, her meydanda onun heykeli..
İonescu"nun "Kral Ölüyor" isimli tiyatro eserindeki kral örneğinde olduğu üzere, hattâ ismini verecek yer kalmazsa, büyük ağaçlara bile ismi verilecek neredeyse..
İlkokullarda çocuklar sabahları, ona bağlılık andı içerek derslere girerler, bütün ülkede.. Askerler ona bağlılık yemin ederek başlarlar, sabah talimlerine..
Üniversiteleri bitirenler, onun ilke ve devrimlerine bağlı kalacaklarına yemin ederek alabilirler diplomalarını..
Devlet memurluğuna başlayabilmek için de böyle bir bağlılık yemini şarttır.. 80 küsur yıldır, onmilyonlarca insan, hep bu şekilde, bir kişinin önünde eğilmeye mecbur edilmiştir..
Ölümünden 70 değil, hattâ 10 yıl sonrasında bile, herhangi bir Padişah"a böyle bir bağlılık yemin edildiğini bilmiyorum..
Ama, bu Cumhuriyet Padişahı, bu Ankara Sultanı, İstanbul Sultanları"na taş çıkartmıştır..
İşin garib tarafına bakınız ki, 10 Nisan günü, toplumun zihninin kenarından bile geçmiyecek şekilde anılan Fevzî Paşa, sadece bugünkü rejimin en tepe noktasındaki iki mareşalden birisi değil; onun da ötesinde, kendisinden Anadolu"ya gönderilecek liyakatli paşalar listesini isteyen Padişah Vahiduddin"e, onun adını liste başına yazarak veren Osmanlı Harbiye Nâzırı"dır da.. Ve sonra da, Ankara"ya geçip, Anadolu"daki mücadeleye katılmıştır..
Bilindiği gibi, TC döneminin öteki mareşali, M. Kemal"dir.. (Sahi, resmî tarihte, 1919 Temmuzu"nda yapılan Erzurum Kongresi"nde, M. Kemal"in silk-i askeriyeden (askerlik mesleğinden) ayrılıp, sine-i millete döndüğü açıklanır.. Böyleyken, askerlikten istifa etmiş, sine-i millete döndüğü bildirilen bir kişi, nasıl olmuştur da, üç sene sonra, 1922"de en yüksek askerî rütbe olan "mu"şir (mareşal)"lik rütbesiyle taltif olunmuştur? Yani, onun istifa haberi ya bir taktik, ya da bir yalandan ibarettir..)
*
Gelelim, Fevzî Paşa"nın amel defterine..
Hatırlanacağı üzere, Birinci Dünya Savaşı"nın son demlerinde, 1918 Yazında Sultan Reşad vefat etmiş, Veliahd Muhammed Vahiduddin (Vahdeddin), saltanat makamına geçmişti.. Vahiduddin"in, Veliahd olarak 1917"de yaptığı Almanya"ya yaptığı resmî gezi sırasında, kendisine refakat eden heyetin içinde, M. Kemal Paşa da Seryâver (Başyâver) olarak bulunuyordu.. Vahiduddin"in, M. Kemal Paşa"yı o zaman yakından tanıdığı anlaşılıyor..
Bir iktidar meclubiyeti içinde olduğu, hemen bütün yakın arkadaşlarınca ve gözlemcilerce kabul edilen M. Kemal"in, daha önce tıpkı Enver Paşa gibi, Saray"a damad olmak yoluyla güç kazanmak hesabları tutmayınca.. Vahiduddin Padişah olur olmaz, ona yaklaşmak istediği, içinde bulunulan ağır şartları gerekçe göstererek, Meclis-i Meb"usan"ı (parlamentoyu) kapattırıp, ülkeyi sadece fermanlarla yönetmesini sağlamak istediği ve bu arada kendisinin de Harbiye Nâzırı olmasını planladığı bilinen gerçekler..
Mondros Mütarekesi"nin (ateş-kes"inin) imzalanmasından ve Anadolu"nun muhtelif yerlerine, galib devletlerin güçlerinin işgalci olarak çıkmasından sonra, Anadolu"daki durumu kontrol altına alabilmek ümidiyle, Padişah Vahiduddin Anadolu"da vazifelendirmek için aradığı seçkin subaylara dair bir liste ister, o sırada Harbiye Nâzırlığı"na getirilmiş bulunan Fevzî Paşa"dan.. Fevzî Paşa"nın böyle durumlarda kendisini ön plana çıkarmak istemeyen bir zarafete sahib olduğu anlaşılıyor.. Halbuki o sıralarda, M. Kemal, iktidara daha yakın olabilmek için İstanbul"da hesablar peşindeydi..
Fevzî Paşa"nın Padişah"a, aralarında M. Kemal"in de olduğu 60 kadar paşadan oluşan bir liste sunduğu biliniyor.. Ve Padişah, Almanya seyahati sırasında yakından tanıdığı M. Kemal"i tercih eder ve onu 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu"ya gönderir.. Yola çıkmadan önce, onu Saray"da kabul eder ve görüşme sırasında, -tarihî belgelere göre- "İstersen, memleketi kurtarabilirsin Paşa.." der ve başarılar diler.. Tabiatiyle, külliyetli mikdarda altın da verir..
Demek oluyor ki, M. Kemal"in Anadolu"ya gönderilmesinde ilk adımı atan, Fevzî Paşa"dır..
Mustafa Kemal Anadolu"dayken, Fevzî Paşa da, 1920"de Anadolu"ya geçer, Ankara"ya gelir.. Ve M. Kemal"le birlikte olur.. Yani daha önce ondan daha rütbeli olan birisi iken, şimdi onun emrinde çalışmayı kabullenir.. Bunu hele de askerler pek kabullenemezler.. Fevzî Paşa"nın bu hareketi bazılarınca yadırganmıştır..
Bazıları ise, bu davranışın Fevzî Paşa"nın karakterine çok uygun olduğunu belirtirler..
*
Nitekim, Arab alfabesiyle "fevzî" (فوزی ) yazılırken, ( ف ) harfine bir yerine iki nokta eklenince, "kuzı" (kuzu) diye okunduğundan, Fevzî Paşa"ya (Kuzu Paşa) lâkabı takılmış imiş; M. Kemal"e de "Sarı Paşa" denilmesinde olduğu olduğu gibi..
Ama, Rıza Nûr, ona duyduğu hışmı, "Kuzu Paşa" değil, "Öküz Paşa " diye dillendirir.
Rıza Nûr"un hitabı, ağır gelebilir, ama, şurası açıktır ki, M. Kemal"in milletin inancına, İslam"a karşı açtığı bütün savaşlarda, arkasında dimdik duran bir ordu vardı ve o ordu, Fevzî Paşa"nın karizmatik komutası altındaydı.. Yani, o, işlenen bütün o cinayetlerin bekçibaşılığını yapmıştır gerçekte.. Onun içindir ki, o cinayetler döneminin başsorumlularından, en önde gelen ilk iki kişiden birisi idi.. Ve, o hayır deseydi, M. Kemal"in o cinayetleri işleyebilmesi mümkün değildi.. Yani, o, en azından bir "Kuzu Paşa"ydı..
*
Fevzî Paşa"nın, Varnalı Müftü Hacı Bekir Efendi'nin torunu olarak, dindar olduğu genelde ekabul ediliyor ve hattâ, (Necîb Fâzıl"ın iddiasına göre) makamında bile gizlice namaz kıldığına dair halk arasında yayılan görüşler de, o inkilab (evet, inkılab veya inqılab değil, inkilab) cinayetlerine itiraz etmek isteyenlerin karşısında bir dalgakıran rolü görüyor, yapılanların İslam"a aykırı olmadığı konusunda kitlelere bir mesaj veriyordu..
Fevzî Paşa ise, bütün bunları, ordunun, askerin siyaset dışında tutulması gerektiği kanaatine dayanarak yapıyordu..
Onun bu anlayışına, halk tarafından seçilen veya kabullenilen, kanunî/ hukukî manâda meşrû bir hükûmet otoritesinin bulunması halinde hak verilebilirdi.. Ama, o, her nasıl olursa olsun, hükûmet etmek gücünü ve makamlarını eline geçirmiş olanlara itaat edilmesi gerektiği gibi bir klasik "emevî" anlayışınca, hükûmet etmek mevkıinde bulunan herkese itaati esas alıyor ve öylelerine bile, askerin itaat etmesi gerektiğini, bu gibi konularda görüş belirtmesinin siyasete bulaşmak ve yanlış olduğunu düşünüyordu..
Elbette bu noktayı değerlendirirken, Fevzî Paşa"nın, hemen bütün askerlik hayatını dolduran, ordu içindeki çeteci, komitacı, darbeci yapılanmalarının ülkeye ve millete nelere mal olduğunu görmesinin de etkisi vardı.. Özellikle 1908 -İkinci Meşrutiyet yıllarından itibaren, Makedonya dağlarında patlayan Enver ve Niyazi Bey gibi genç subayların komitacılıkları; Hareket Ordusu; 31 Mart Vak"ası; Abdulhamîd"in tahttan indirilişi; İttihadçıların iktidara komitacılık yoluyla elkoyması; Balkan Savaşı"nda sırf ordudaki siyasî gruplaşmalar yüzünden uğranılan büyük felaketler, Sadrâzam Mahmud Şevket Paşa Suikasdi; Bâb-ı Âli Baskını; Birinci Dünya Savaşı sırasında ordu içindeki gruplaşmaların devam etmesi ve savaş sonrasındaki perişanlık içindeki siyasî gruplaşmalar vs..
*
Siyasetten karışmamak adına, zulme gözcülük etmek..
Evet, bütün bunları yaşamış olan bir Fevzî Paşa"nın, orduyu siyaset dışı tutmak istemesi mâkul görülebilirdi, ama, Saltanat"a son veren ve Khılafet"i de daha bir sembolik hale getiren Lozan Andlaşması"yla kurulan yeni düzeni takiben, başta alfabe değişikliği olmak üzere, müslüman milletin inancına karşı tarihimizde emsaline bir benzeri görülmeyen derecede yapılmış olan saldırıların ve işlenen cinayetlerin herbirisine, ordunun başındaki karizmatik lider olarak sessiz kalması nasıl hoş görülebilir?
Bütün bu yeni gelişmeler içinde, Fevzi Paşa, gerçekten de ve en azından tam bir Kuzu Paşa rolünde gözükmektedir, sahnede.. Üstelik de, Fevzî Paşa"nın M. Kemal üzerindeki etkisi de biliniyor.. Hattâ o kadar ki, hele de askerî zaferden sonra kendisini tam bir sefahata, îyş"u nûş"a, içkiye verdiği bilinen ve her gece, sabahlara kadar içki sofralarından kalkmayan M. Kemal"in bu durumundan rahatsız olan eşi Latîfe Hanım"ın, Mareşal"e, "Paşam siz Köşk"ü keşke her gece teşrif eyleseniz.." diye ricada bulunduğu da tarihen sâbittir.. Çünkü, Fevzi Paşa"nın geleceğini bildirdiği gecelerde, M. Kemal içki sofrası kurdurmamaktadır; ona bu kadar saygılıdır veya onu tahrik etmemek için, bu kadar dikkatlidir ve ondan belki de çekinmektedir..
*
Elbette, içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirilirse, o zaman, hıyaneti açıkça belgelenenler dışında, herkes kendi mantığına göre, haklı gösterilebilir..
Nitekim, şair Atilla İlhan, M. Kemal"in, aslında "hristiyanların müslümanlıktan duyduğu tevahhuş, korku yüzünden üzerimize daha şiddetle saldırmalarını engellemek gibi bir gerekçeyle İslam"a karşıymış gibi davrandığını" savunurdu, ısrarla.. Ve bazıları da "yer" idi..
Ama, her ne olursa olsun, Fevzî Paşa, M. Kemal"in bütün icraatına son derece titizlikle bekçibaşılık yapmış olmanın utancını taşır.. M. Kemal"in, 1934"de çıkarılan soyadı kanununa göre, kendisine "Atatürk" soyadını verdirtirken, Fevzî Paşa"ya da "Çakmak" soyadını münasib görmesi, onun askerî emirleri disiplinli şekilde yerine getirmesi ve orduyu disiplinli şekilde tutmasından dolayıdır, denilmiştir.. Ama, Fevzî Paşa"nın ailesinin de önceden beri "Çakmakoğulları" diye anıldığını unutmamak gerekir..
Ve o, Mustafa Kemal"i orduyu siyasete karıştırmamak adına, itiraz eden halk kitlelerinin üzerine sürmekten de çekinmemiştir..
Dahası, M. Kemal, 1937 yılında İsmet Paşa"yı Başvekillik"ten azledip, yerine Mahmûd Celal Bayar"ı getirdikten sonra, İsmet Paşa"nın itibarı artık sıfıra inmiş kabul edilirken, herkes ondan uzak durmaya çalışırken; M. Kemal"in ölümü üzerine, hemen ertesi fünü, 11 Kasım 1938 günü, İsmet Paşa"yı askerî baskıyla cumhurbaşkanı seçtiren de yine Fevzî Paşa"dır..
İsmet Paşa ile M. Kemal arasında şahsî bir kopma olmuştur, ama, İsmet Paşa, yapılan o "inkilab"lar konusunda M. Kemal"den farklı düşünmemektedir.. Ve Fevzî Paşa da bilmektedir bunu.. Yani, İsmet Paşa"yı da, birincinin ardından, ikinci şef olarak musallat eden de odur, milletin başına..
Onun, bütün bunları, evet, ordunun siyasetten uzak tutulması adına yaptığı kabul edilir.. Çünkü, ordunun siyasete karışmasının nelere mal olduğunu kendi hayatında bizzat görmüş ve Osmanlı"nın çöküşü faciasını yaşamıştır...
Ama, bu gerekçeler, ölümlerden ölüm beğenmek ve millete beğendirtmek için, mâkul müdür?
*
Fevzi Paşa, evet, budur..
Ama, o, ordunun başında tam bir asker olarak, hep duracağını hayâl etmiş olmalı ki, cumhurbaşkanı seçtirdiği İsmet Paşa tarafından, 1944 yılında, hem de İkinci Dünya Savaşı"nın en buhranlı ânında, tekaüde, emekliye sevkedileceğini hiç düşünmemişti, muhakkak ki..
Bu onun yıkılışı oldu..
Yâver"i, makam arabası, ve kendisine tahsis olunan ev elinden alınıyor..
Ondan sonra çok kırgın yaşamıştır, gözlemcilerin ve yakın çevresinin beyanlarına göre..
Ama, "Atı alan, Üsküdar"ı çoktaaaan geçmiştir.."
*
Mareşal kırgındır ve halkın kendisine destek vereceğini ummaktadır.. Ama, ömrü askerlik içinde geçmiş bir kişinin, yeni dünya şartlarına uygun davranması; bir ömür sivil yaşadıktan sonra bir anda komutanlığa geçen kişinin durumu gibi olacaktı, tabiatiyle..
Nitekim, Fevzî Paşa, Millet Partisi"nin fahri genel başkanı olarak demokrasi modasına ayak uydurmaya çalışır, ama, halka hitab etmeyi bilmeyen, bütün ülkeyi kocaman bir kışla zanneden anlayışı sebebiyle, bir varlık gösteremez..
Hasta olur, Ortaköy Şifa Yurdu"nda tedavi altına alınır..
Durumu ağırlaşınca, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ziyaret etmek ister; Mareşal kabul etmez..
Ve nihayet 10 Nisan 1950 sabahı vefat eder.. Vefatına dair haber, radyodan, haberlerin sonunda, bir kısa cümle ile bildirilir ve arkasından oyun havalarına geçilir.. Büyük kitleler, yüzbinler galeyana gelirler, tekbîr sadâları ile, cenaze namazını kılarlar.. (İlginçtir, "Atatürk"ü sevmek bir ibadettir.." diyecek kadar pervasız bir kemalist/ laik olan Celal Bayar 1986"da öldüğünde, kitleler, onun cenazesini de acı bir ironi teşkil edecek şekilde, tekbîr sadâlarıyla kaldırmışlardı).. Mareşal, yüzbinlerin tekbîr sadâlarıyla, Eyyub"de Haliç"e bakan bir tepede, şeyhi olarak bilinen Küçük Hüseyn Efendi"nin mezarının yanıbaşında defnedilir.
Mareşal"in cenazesini, eski İstanbul"u hatırlayanlar, "Sultan Abdulhamîd"in cenazesinden sonra görülmüş en büyük cenaze merasimi" olarak değerlendirirler..
*
Bütün bunlardan sonra, "Mareşal kimdir, hakkında ne diyeceğiz, nasıl düşüneceğiz?" demeye gerek var mı?
Allah"u Tealâ"nın kulları hakkındaki her tasarrufunda bir rahmet olduğunu hatırlayarak..
haksöz