Ruanda'nın Gözyaşları
Ruanda'daki gözyaşları, 1994'te yardım çağrılarını büyük ölçüde görmezden gelen Batı'yı yargılıyor ...
Michael Gerson
Holokost'tan kurtulan ihtiyarlara ait soluk fotoğraflara bakmaya, onların gençlere ve unutanlara neler olup bittiğini hatırlatan hikâyelerini dinlemeye alıştık. Bu yüzden hatıraları taze yaralar gibi hâlâ kanayan 31 yaşındaki bir soykırım tanığıyla karşılaşmak şok edici oluyor.Ruanda soykırımının 800 bine yakın kurbanı için yapılan ve henüz yarısı tamamlanmış bir anıtın yanında, bir beyaz mezar taşları denizinin ortasında Freddy Mutanguha'yla konuşuyorum. "Annem kurşunla öldürülmek için para verdi" diye hatırlıyor o günleri. "Çünkü palaları görmüştü ve kendisine onlarla neler yapacaklarını biliyordu. Fakat kurşun da çok pahalıydı."
Hutuların Tutsilere karşı yürüttüğü şiddet furyası geriye bir cesetler ülkesi bıraktı, aynı zamanda bir hikâyeler ülkesi. Genç bir adam beni, haftalar boyu asker ve muhbirlerin izini sürdüğü bir mahalleye götürüyor.
O günlerden birinde, bir dostu hayatını bir kasa bira vererek kurtarmıştı. Genç adam kirli sokakta karşılaştığı bir kadını kucaklıyor; kadın uzaklaşırken, "Bütün çocuklarını kaybetti" diyor. Oradan geçerken karşılaştığım bir adamın, 14 yaşındayken annesini, babasını ve kardeşlerini evlerinin yanındaki bir mezara tek başına gömdüğünü öğreniyorum sonradan.
Sömürgeci eliyle ırkçı ayrım
Ve görünen o ki hayaletler kutsal yerlerde toplanıyor. Ntrama Kilisesi'nde askerler binlerce Tutsi'yi kuşatmış, kapıları kapatıp içeriye el bombaları atmış. Karanlık mabedin duvar ve çatı kirişleri, kurbanların üzerindeki kumaş parçalarıyla kaplanmış. Çatıda şarapnel parçalarının açtığı deliklerden gün ışığı sızıyor, ölüm anında donup kalmış takımyıldızları misali.
Ruanda soykırımına yol açan bazı noktalar gayet bildik. Kurbanlar yıllar boyu 'inyenzi' (çekirge) denilerek aşağılandı -tıpkı Avrupalı Yahudilere yılan denmesi gibi. Tutsi çocukları ilkokullarda ayağa kaldırılıp aşağılandı ve taciz edildi -tıpkı Yahudi çocuklara yapıldığı gibi. Ve çocuklar nihayetinde caniler için özel birer hedef haline geldi; büyümelerini engelleyecek, böylece tehditle başa çıkacaklardı -Nazilerin öne sürdüğü bahanelerden biri de buydu.
Ve bu örnekler bize tanıdık gelmeli, çünkü Afrika'nın bu köşesindeki nefretin en azından bir kısmı Avrupalı köklere sahip. Geleneksel Afrika kültüründe Hutu-Tutsi bölünmesi sosyal ve ekonomikti; karşılıklı evlenme yaygın, sınıflar arasında geçişkenlik mümkündü. Derken Ruanda ve başka yelerdeki Alman ve Belçikalı sömürgeci yöneticiler bunun ırksal bir ayrım olduğunu ilan ediverdi -ırkçı teorilerini kanıtlamak için Hutularla Tutsilerin kafataslarını ölçüp ırka dayalı kimlik kartları çıkardılar.
Fakat Holokost'la Ruanda soykırımı arasında farklar da var. O dönemde Almanya, trenler, takvimler ve gaz odalarından menkul, gayri insani bir ölüm mekanizması geliştirdi. Ruanda'daysa şiddet daha doğrudandı. Aynı sofraya oturan komşular birdenbire muhbirlere ve cellatlara dönüştü -evlat edinilmiş çocuklar ailelerine düşman oldu. Ziyaret ettiğim bir kilisede askerler çocukları bacaklarından tutup başlarını duvara çarparak öldürmüştü.
Ve bu geride, eşi benzeri olmayan bir zorluk bıraktı. Avrupa'da soykırım sonrası uzlaşmaya pek ihtiyaç yoktu, zira geride pek az Yahudi kalmıştı. Ruanda'daysa soykırıma iştirak edenlerin çoğu aynı mahallelerde yaşıyor veya hapis yattıktan sonra evlerine dönüyor. Diğer birçokları için de 13 yıl sonra ebeveyn ve kardeşlerinin akıbeti hâlâ meçhul. Potansiyel tanıklar suçluları koruyor ve mahkemeler adil değil. Binaların temelleri kazıldığında hâlâ toplu mezarlar bulunuyor. Ruandalılar için bütün bunlardan büyük dersler çıkarmak zor gelecek kuşakları bir şekilde dizginsiz şiddetten uzak tutmak gereği dışında.
Özür dilemekte iyiydik...
Biz geri kalanlar cesaret dersleri çıkarabiliriz. Tanıştığım bir yetimhane yöneticisi, milislere blöf yapıp onlara yiyecek rüşveti vererek 400'e yakın çocuğu kurtarmış. Yetimhanenin etrafındaki mahallede 10 bin kişinin öldürüldüğü hesaba katılırsa, bu 400 hayatın önemi daha da fazla ortaya çıkıyor hem onların kurtulmuş olması hem de bu tür kurtarmaların daima simgelediği insanlık onurunun teyidi bakımından çok önemli.
Bunun yanında, utanç dersleri de çıkarmalıyız. Gerilim işaretleri ve yardım çağrıları 1994'te büyük oranda görmezden gelindi. Dünyanın kitlesel katliamı önlemek açısından sicili karanlık, ama sonrasında özürler dilemek konusunda gayet iyi bir performans sergiledik.
Ruanda soykırımı başladığında, Sifa adında bir kadın soykırım bitene kadar arananları evinde saklamış. Bir kişi daha geldiğinde, ağlayan arkadaşını geri çevirmek zorunda kalmış. Fakat tekrar düşünüp şunu söylemiş: "Dön, yoksa gözyaşların beni sonsuza kadar yargılayacak." Ruanda ve başka yerlerde gözyaşları hâlâ bizi yargılıyor