Sanatın aynasında Ruslar ve Türkler

Sanatın aynasında Ruslar ve Türkler
53.Eurovision yarışmasını Ruslar kazandı. Rusların sevinci bizim için fazlasıyla haber değeri taşıyor. Neden? Başka ülkeler Ruslar kadar "taşkın" olmadığı için mi yoksa başka ülkelerin sevinçleri ya da kederleri bizi Ruslar kadar ilgilendirmediği için mi? Bu soruları soruyorum çünkü, Moskova'dan "bildiren"muhabirler Rusların geceyi uykusuz geçirdiğini kutlamaların sabaha kadar sürdürdüğünü söylüyor.

Galatasaray'ın UEFA başarısını Türkiye nasıl kutlamıştı. Ya da Sertap Erener'in birinciliğini. Hatırlayınız. Kabından taşa taşa.

Eurovision şarkı yarışmasında uluslar arası ilişkilerin bir imaja gerek görmeyecek kadar doğrudan etkili olduğu bir süreç varlığını iyiden iyiye hissettiriyor. Verilen oylar adeta komşuya gönderilmiş tabak olarak algılanıyor."Gönderdiğimiz tabak neden iade edilmedi" şaşkınlığı yaşanıyor her yarışma sonrası.

Zaferlerin karşılanış biçimi ile o ülkeyi yöneten kişinin "karizmatik şahsiyeti" arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu söylemek mümkün. Rusya'nın zaferi mesela Putin zamanında değil de Yeltsin zamanında kazanılmış olsa idi "biz Ruslar neden bu kadar fevkaladeyiz" coşkusu bu denli yaşanmazdı. Rusya'nın tek başına sahibi hala Putin.

Sporda ve müzikte yakalanan başarı ile Rusya'nın yeniden lider devlet olacağı inancı pekiştiriliyor. Vatandaşın "biz" duygusu etrafında kenetlenmesi ve liderine güvenmesi için sembolik zaferler çok önemli.

Rusya'nın sembolik zaferlerini bizim için önemli yapan nedir? Ruslar'ın sahip olduğu "biz" duygusuna Türkiye'nin aydınları asla sahip olmadı. Dostoyevski'nin 1880 yılında Puşkin'in heykelinin açılışı nedeniyle yapmış olduğu konuşmayı okumanızı tavsiye ediyorum. Batıcılara karşı "Slavcı" bir konumda bulunan ve Rusya'nın Batılılaşmasını derin bir sızı olarak yaşamış olan Dostoyevski'yi, büyük yapan Rus halkına olan inancı.

Bizden yüzyıl önce Petro'nun önderliğinde –ki biliyorsunuz kimileri için deli kimileri için de büyük Petro'dur o-Batılılaşmaya başlayan Rusya ile aşağı yukarı aynı süreçlerden geçtik. Onlar Çarlık Rusya'sını yıkıp SSCB birliğini kurdular. Biz Osmanlı İmparatorluğuna red-i mirasta bulunarak Türkiye Cumhuriyeti olduk. SSCB, Gorbaçov'un prestorika ve glasnost politikalarının sonucu olarak tarihteki yerini alırken Rusya Federasyonu doğdu.

Rusya Fedarasyonu'nun doğum sancıları sürerken yokluklar ve kıtlıklarla gelen Nataşalar, bir defa daha Rus'ları endam aynamız yaptı.Bir defa daha diyorum çünkü 1917'de kızıl ihtilalden kaçan Rus soylularının özelikle kadınlarına vurulmuştu İstanbul münevverleri.Bir defa daha kendimize baktık,gelenleri endam aynası yapıp.Kendimize baktık ve iyi gördük.Onlarda olmayanlar bizde ziyadesiyle vardı.Pardoe'nun 1835'te İstanbul çarşılarını sunumdan yoksun bulması gibi kimi idealist sosyalistlerimiz 90'lı yılların ortalarında ilk defa yoğun olarak Moskova'ya gitti geldi ve "Koministler Moskova'ya" ihtarı "Kapitalistler Moskova'ya" davetine dönüştü. Moskova çarşılarının "ışıksızlığından" hayal kırıklığına uğrayıp sosyalist düşüncesinden avdet edenler oldu çünkü. Avdet etmeyenler zaten Sovyetlerin hiçbir zaman sosyalist olmadığını söylemeye devam etti.

Laleli üzerinden yapılan bavul ticareti, Rusları ne kadar geçtiğimizin göstergesi gibiydi bir zamanlar.

Şimdi nerdeyiz?! Orada olmadığımız kesin. Çünkü onlar Yeltsin'den Putin'e devir teslim töreni yaparken yeniden "Biz" olmaya başladılar. Putin'in yeni dönemini yani başbakanlığını kutlayan armağan gibi geldi kazanılan Eurovision. Çünkü onların her on yılda her yeri işgal eden korku virüsleri yok. Varsa da belli ki bağışıklık sistemleri bizden güçlü olduğu için bünyeyi yıllarca iptal etmiyor. Derlenip toplanıp "Biz" olmaları, bize göre daha hasarsız geçiyor.

Oysa biz ne "korkular" yaşadık. Sonunda e muhtıradan y muhtıraya kadar geldik. Ama kaybederken kazanıyoruz işte. Türkiye 21.Yüzyıla sanat ile doğuyor.

Rusya şarkı yarışmasında birinci olurken Türkiye Cannes'te Nuri Bilge Ceylan aracılığı ile en iyi yönetmen ödülünü aldı. Kurduğum cümlede mantık hatası aramayın. Evet Türkiye Nuri Bilge Ceylan aracılığı ile en iyi yönetmen ödülünü aldı. Nuri Bilge Ceylan; Mayıs Sıkıntısı'ndan bu yana çektiği her filmi seyrettiğim ve her defasında yanıma bir arkadaş olarak gidip de "niye beni bu sıkıcı filme getirdin" şikayetini duymama rağmen takip ettiğim bir yönetmen. Çünkü günlük hayatın zaman algısını bire bir perdeye yansıtması benim içimde sonsuz vadiler açıyor. Yazdığım her kitaba bir film,bir müzik ve bir şiir eşlik etti.Hiçbiryer romanını yazarken takıldığımda ,yazdığım satırların şiiriyetini kaybettiğini düşündüğümde "Mayıs Sıkıntısı"na sığındım.

Her defasında neden Nuri Bilge Ceylan'ın "herkesi bu kadar sıkan" filmlerine gitmeye devam ettiğimi, gidemediğimde DVD'sini bulmak için günlerce emek harcayışımı düşündüm. Sonunda cevabımı buldum. Ödülünü "yalnız ve güzel ülkesi"ne bağışlayan yönetmenin toprak ve insan sevgisiydi beni bu filmlere çeken. Bizim insanımızı anlatırken bulmuş olduğu o "dil".Tıpkı Dostoyevski gibi olanca muhalefetine rağmen halkına inancını ve "bu topraklar"ın insanı olduğunu hiç unutmuyor Nuri Bilge Ceylan.

Bu satırları yazarken, şunca sıcağa rağmen kalbime kar yağıyor. Neden mi? Ruslar Cannes'te en iyi yönetmen ödülünü almış olsalardı çok başka türlü kutlarlardı. Onların hem kitlesel hem de sanattan anlayacak coşkuları var. Biz sadece "kitlesel çoşku"ya aşinayız.

Dosto'yu, Dosto yapan Puşkin'e duyduğu hayranlıktı. Bizim sorunumuz tam da buradan uç veriyor. Hayran olmayı bilmiyoruz. Hayran olmak da öğrenilebilir ve öğretilebilir bir durum oysa. Eleştirinin olmaması biraz da bununla alakalı.Hayran olmadan görmeyi öğrenmek sağlıklı değildir .Çünkü algılama kabiliyeti gelişmez.Hayranlık algıyı algı,hayranlığı besler.Görmeyi öğrenmeden de asla hayran olamazsınız.

Çarlık Rusya'sında iki yüz bin kitabın basıldığı tarihlerde Osmanlı'da sadece 250 kitap basıldığını söylüyor ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı. Rus romanının yanında Tanzimat romanının zavallılığından bahsediyor.

Her şeye rağmen geldiğimiz noktada çağdaş Rus romanı ile çağdaş Rus sineması ile yarışabilir durumda olduğumuzu görmeliyiz. Kendimizi neden Rusya ile kıyasladığımı yazının sonunda tekrarlamama gerek yok zannediyorum. Batı dışı modernleşmenin iki güçlü ülkesi olarak Türkiye ve Rusya birbiri için hala endam aynası.
yenişafak

Bu yazı toplam 748 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar