Semir Kuntar İle Röportaj

Semir Kuntar İle Röportaj

Otuz yıl kesintisiz olarak İsrail cezaevlerinde kalan efsane esir Semir Kuntar Gerçek Hayat’tan Adem Özköse'ye konuştu.

20 Haziran 1962'de Lübnan sınırları içerisindeki Aybe köyünde dünyaya gelen Semir Kuntar, daha lise yıllarındayken Filistin'in özgürlüğü için savaşmaya başladı. 16 yaşındayken  "Filistin'in Kurtuluşu için Halk Cephesi" isimli direniş grubuna katılan Kuntar,  İsrail'e yönelik ilk eylemini de Ürdün-İsrail sınırında İsrail askeri konvoyuna düzenlediği saldırıyla gerçekleştirdi. Bu eylem sonrası Ürdün güvenlik güçleri tarafından yakalanarak hapse atılan Kuntar, Ürdün'de 11 ay hapis yattı. Kuntar'ın dünya tarafından tanınmasını sağlayan asıl olay ise 1979 yılında gerçekleşti. İsrailliler tarafından özel olarak korunan Yahudi bir atom profesörünü kaçırmaya kalkan 4 kişilik grubun liderliğini yapan Kuntar, İsrail askerleriyle girdiği çatışma sonrası yaralı olarak yakalandı. İsrail mahkemeleri tarafından 542 yıl hapis cezasına çarptırılan Semir Kuntar, tam otuz yıl İsrail zindanlarında kaldı. Kuntar, Araplar tarafından özgürlük için mücadelenin sembolü olarak kabul edilirken,  tutuklandığı gün olan 22 Nisan günü de bütün dünyada "mahkûmlarla dayanışma günü" ilan edildi. Lübnanlı efsane direnişçiyi esir takasıyla cezaevinden çıkarmak için birçok Filistinli grup çeşitli eylemler gerçekleştirse de, İsrail Kuntar'ın serbest bırakılmasını kabul etmedi. Çünkü İsrailli yetkililere göre Kuntar, İsrail'in dünyadaki en tehlikeli düşmanlarından biriydi. Fakat Kuntar, Hizbullah'la İsrail arasında yapılan esir takası anlaşmasıyla 16 Temmuz 2008 tarihinde özgürlüğüne kavuştu. Hizbullah askeri anlamda olduğu kadar, diplomasi alanında da ne kadar başarılı olduğunu bütün dünyaya gösterdi. Böylece Kuntar, 17 yaşında girdiği İsrail hapishanelerinden 47 yaşında çıkmış oldu. İtiraf etmeliyim ki Semir Kuntar'la görüşürken karşımda otuz yıl cezaevinde kalan efsane bir direnişçi değil de, sanki yıllardır aramızda yaşayan özgür bir insanın olduğunu hissettim. İsrail hapishanelerinde geçirdiği uzun yıllar, Kuntar'ın mücadele azmini daha da bilemiş. Lübnanlı direnişçinin ayrıca  "Hikâyem" isimli bir de kitabı bulunuyor. Cezaevinden çıktıktan sonra yayınlanan kitabında Kuntar, otuz yıl boyunca İsrail zindanlarında yaşadıklarını anlatıyor.

ADEM ÖZKÖSE / GERÇEK HAYAT

İsrail askerlerinin eline esir düşmenize sebep olan olay nasıl gerçekleşti?

Filistin'in kuzeyinde bulunan Neherya bölgesindeki bir Yahudi yerleşkesine yönelik eylem gerçekleştirdik. Amacımız İsrailli atom profesörü Dan Harn'ı kaçırmaktı.

Niçin özellikle bir atom profesörü kaçırmak istediniz?

Bu adam İsraillilerin nezdinde önemli bir kişiydi. Atom profesörünün karşılığında Filistinli esirlerin serbest bırakılmasını sağlayacaktık.

Operasyon esnasında sizinle birlikte başka kimler vardı?

Operasyon esnasından dört kişiydik. Ben takım komutanıydım ve yanımda Abdülmecid Aslan, Mehna el Muveyyid ve Ahmed Abras gibi cesur savaşçılar vardı. Hepimiz, "Filistin'in Kurtuluşu için Halk Cephesi" isimli bir örgüte mensuptuk.  Önce Güney Lübnan'daki Tire şehrinden bir şişme botla işgal altındaki Neherya bölgesine ulaştık. Kaçıracağımız profesörün evine yaklaşırken karşımıza bir polis devriyesi çıktı. İsrailli polisleri etkisiz hale getirdikten sonra profesörün evine girmeyi başardık. Yaptığımız plana göre beş dakika içinde profesörü evden alıp dışarı çıkmamız gerekiyordu. Fakat profesör küçük kızını da yanına almak istedi. Başlangıçta İsrailli profesörün bu isteğine karşı çıktık ve onunla tartıştık. Biz küçük kızı olası bir çatışmada zarar görmemesi için yanımıza almak istemiyorduk; fakat profesör kızını alma konusunda ısrarcı davrandı. Profesörle aramızda geçen tartışma sahile ulaşmamızı da geciktirdi. Sahile ulaştığımızda ise İsrail askerleri bize ateş açtılar ve aramızda saatlerce süren bir çatışma başladı. Çatışma esnasında arkadaşlarım Abdülmecid Aslan ve Mehna el Muveyyid şehit düştü. Ayrıca kaçırmak istediğimiz atom profesörü ile küçük kızı da olay esnasında hayatlarını kaybettiler. Çatışmada ben de aldığım kurşun yaraları nedeniyle ağır şekilde yaralandım ve esir düştüm. 

İsrailli askerler olayın ardından yıllar geçmesine rağmen ısrarla küçük kızı sizin öldürdüğünüzü iddia ediyorlar. Bu iddia hakkında neler söyleyeceksiniz?

Ben açık sözlü birisiyim. Şu ana kadar yaptığım işleri asla saklamadım. İsrail'e karşı gerçekleştirdiğimiz askeri eylemlerin hepsini gururla sahiplendik. Hatta arkadaşlarımı kaybettiğim ve benim esir düştüğüm çatışma esnasında birçok İsrailli askerin öldüğünü öğrenince buna sevindiğimizi de açıkladık. Çünkü bir direnişçi için en büyük sevinçlerden biri de işgalcilere zarar vermektir. Fakat İsrailli çocuğu kesinlikle biz öldürmedik. Hatta biz onu korumaya çalıştık. Kız çocuğu çatışma esnasında İsrailli askerlerin kurşunlarıyla öldü. Mahkemede beni yargılayan hâkime yurtdışından gelecek bağımsız bir birim tarafından otopsi yapıldığı takdirde, kızın katillerinin kim olduğunun ortaya çıkacağını söyledim. Fakat bu teklifim kabul edilmedi. Çünkü onlar da kızı benim öldürmediğimi biliyorlardı. İsrail yönetimi ve basını bu tür yalanlarla Yahudi halka bizi çocuk katilleri olarak göstermeye çalışıyor. Bu yöntem Amerika ve İsrail'in uzun zamandan beri kullandığı bir psikolojik savaş yöntemidir.

Çatışma esnasında yaralı olarak yakalandınız. Bundan sonra başınıza neler geldi? 

Yaralı olarak yakalandığım için vücudumda mermiler vardı. Bu mermileri sırf işkence olsun diye bana narkoz vermeden çıkardılar. Bir taraftan ameliyat ediyorlar, diğer taraftan da işkence yapıyorlardı. Yaralarım iyileştikten sonra da işkenceler sürdü. Haftalarca Filistin askısı denilen işkence yöntemiyle bana işkence yaptılar. Hala koltuk altlarımda bu işkencelerin izleri duruyor. Kulaklarıma hopörler dayayıp bana siren sesleri dinletiyorlardı. Hopörlerin sesi sonuna kadar açık oluyor ve bu işkence ben bayılana kadar sürüyordu. Pis kokulu bir poşeti başıma geçirip saatlerce güneşin altında bekletildiğim de oluyordu. İsrail İstihbarat Karargâhı'nda bana işkence yapan siyonist askerler, sanırım benim üzerimde bildikleri bütün işkence yöntemlerini denediler.

Daha sonra ne oldu?

Haftalarca süren işkencelerin ardından tek başıma bir hücreye kapatıldım ve bu hücrede yalnız başıma tam beş yıl kaldım. Bu beş yılın sonunda ise diğer Filistinli esirlerle bir arada kalmaya başladım.

Cezaevinde yaşamınız nasıl geçti? Bu otuz yılı dört duvar arasında nasıl doldurdunuz?

Cezaevi hayatım tam anlamıyla mücadeleyle geçti. Yahudi gardiyanlara karşı psikolojik bir savaş veriyorduk.  Açlık grevleri yapıyor, yeni haklar almaya çalışıyorduk. 1980'de 33 gün süren bir açlık grevi yaptık. Bu açlık grevinde üç arkadaşımız şehit düştü. Sonunda cezaevi yönetimi yenildi ve taleplerimizi kabul etmek zorunda kaldı. Cezaevinde ayrıca spor yapıyor, kitap okuyor ve kendi aramızda siyasi münazaralar gerçekleştiriyorduk. Hapishanedeyken öğrenimime de devam ettim. Önce açık öğretim lisesini, daha sonra da Tel Aviv Üniversitesi'nin Sosyoloji bölümünü bitirdim. Aslında mastır ve doktora da yapmak istiyordum; fakat İsrailliler buna izin vermedi.

Cezaevinde kalırken kimlerle tanıştınız? Ayrıca ziyaretçileriniz daha çok kimler oluyordu?

Birçok Filistinli önderle bir araya geldim.  Şeyh Ahmet Yasin ve Salah Şahade ile çok güzel diyaloglarımız oldu. Annem ve kardeşlerimle görüşmem yasaktı. Bundan dolayı otuz yıl boyunca ailemden kimseyi göremedim. Cebir isminde Filistinli genç bir direnişçi vardı. O da bizimle birlikte Nefa Hapishanesi'nde kalıyordu. Cebir'in annesi Ümmü Cebir ziyaretçimin olmadığını duyunca çok üzülmüş. Bu Filistinli kadın beni kendine evlatlık edindi ve 1985'den 1998 yılına kadar sürekli ziyaretime geldi. Fakat 1998 yılında İsrailli yetkililer Ümmü Cebir'in de beni ziyaret etmesini yasakladılar.   

Yargılandığınız davada İsrailli hâkim size 542 yıl hapis cezası verdiğinde neler düşündünüz?

Hâkim kararı açıklayınca ona, "Bana bu cezayı veremezsin. Çünkü İsrail asla 542 sene yaşayamayacak." dedim.

Aldığınız bu ağır cezaya rağmen bir gün özgür olacağınızı düşünüyor muydunuz?

Evet. Otuz yıl boyunca özgürlük duygumu hep diri tuttum ve bir gün özgür olacağıma inandım. 1998 yılında Hizbullah ile İsrail arasında bir esir değişimi yapılacaktı. Esir değişiminde benim de ismim geçiyordu. Fakat İsrail benim serbest bırakılmamı kabul etmedi.  Bunun üzerine bir İsrailli subay yanıma gelerek bana, " Semir, Allah daha bu dünyada seni bizim elimizden kurtaracak bir kul yaratmadı. Ölene kadar bizim cezaevlerimizde kalacaksın" dedi. Ben de bu Yahudi subaya, "Ben elinizde olduğum sürece siz de rahat uyuyamayacaksınız. Direnişçiler benim serbest bırakılmam için sürekli askerlerinizi kaçıracaklar. Daima boğazınızda bir kılçık olarak takılı kalacağım" dedim. O İsrailli subay yanıldı ve Allah sonunda bana özgürlüğü nasip etti.  

İsrailli askeri yetkili Ron Ben Ashai siz serbest bırakıldıktan sonra, "Semir Kuntar'ı serbest bıraksak da hep peşinde olacağız ve onu mutlaka öldüreceğiz" demişti. Her an öldürülme tehlikeniz var. Neler hissediyorsunuz?  

Ben otuz yıl boyunca siyonist düşmanın elinde esir olarak kaldım. Bu otuz yıl boyunca bir gün bile onlardan korkmadım. Şu an ise özgürüm. Düşmanının elinde esirken onlardan korkmayan bir adam, özgür olduktan sonra hiç korkar mı? Asıl siyonistler benden korksunlar. Çünkü ilk fırsatta canlarını yakmak için elimden geleni yapacağım. Biz İsraillilerle Filistin'i işgal ettikleri günden beri birbirimizin düşmanıyız. İşgal bitene kadar da düşman olarak kalacağız.

İlkokul arkadaşlarınız sizin küçükken bir kâğıda kendi resminizi çizdiğinizi, sonra da resmin altına "Şehit Semir Kuntar" yazdığınızı söylüyorlar. Bu doğru mu?

Evet... Aynı duyguları şimdi de taşıyorum. Fakat siyonist düşmana büyük bir zarar vermeden, özellikle de İmad Muğniye'nin intikamını almadan şehit olmayı düşünmüyorum.

Otuz yıl sonra ailenizle ilk defa karşılaştığınızda neler hissettiniz?

Mutlu oldum. Çünkü annemi ve kardeşlerimi gerçekten çok özlemiştim.

Yaptığınız konuşmaların videolarını izlerken Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'a karşı olan sevginiz dikkatimi çekti. Nasrallah'ı size bu kadar çok sevdiren temel sebep nedir?

Nasrallah gerçek bir lider, gerçek bir komutandır.  Her şeyden önce sözüne sadık bir kişi" Yahudi halkı kendi liderlerinin sözlerine inanmaz; fakat Nasrallah'ın sözlerine inanır. Çünkü Yahudiler Nasrallah'ın sözüne sadık bir kişi olduğunu, bir şey söylerse onu mutlaka yapacağını biliyorlar. Bundan dolayı Nasrallah İsrail'i tehdit ettiği an Yahudiler büyük bir panik yaşıyor.

Tunus'da bir gencin kendini yakmasıyla başlayan ve bölgede bir domino etkisi oluşturan Arap isyanını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Arap yöneticiler yıllardır Filistin davasını kendi menfaatleri için kullandılar. Ayrıca bölge insanını baskı altında tutup fakirleştirdiler. Halkımız da sonunda adalet, özgürlük, ekmek ve Filistin için isyan etti. Artık siyonist düşmanın bölgedeki kaleleri tek tek yıkılıyor. Arap isyanları Filistin devrimine giden yolu açmak için büyük bir fırsattır. Bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeli ve devrimlere sahip çıkmalıyız. İsrail basınını yakından takip eden biri olarak siyonist düşmanın nasıl bir korku içinde olduğunu çok net bir şekilde görebiliyorum. Bu korku siyonistlere büyük hatalar yaptırabilir.

Mavi Marmara gemisine yönelik saldırı hakkında ne düşünüyorsunuz?

İsrail'in Mavi Marmara gemisine saldırmasını aslında garip karşılamadım. Eğer Mavi Marmara herhangi bir engelle karşılaşmadan Gazze'ye girseydi bence asıl bu şaşırtıcı olurdu. Dünya, İsrail'in gözü dönmüş hasta bir güruh tarafından yönetildiğini artık anlamalı. Mavi Marmara'daki Türk gençleri kahramanca direndiler ve canlarını ortaya koyarak Filistin mücadelesine destek verdiler. Gemide şehit düşen dokuz Türk'ün kanı bütün direnişçilerin boynuna borçtur.  Bu şehitlerin kanı asla karşılıksız kalmamalı. Biz Araplar olarak geçmişte Türkiye'yi Amerika ve İsrail'in bölgedeki bir müttefiki olarak görüyorduk. Fakat Türkiye'ye bakışımız artık değişti. Çünkü Türkiye şu an İran ve Suriye ile birlikte Filistin mücadelesine en büyük desteği veren ülkelerden biri haline geldi. İsrail'in bölgede yalnızlaşması açısından bu büyük bir kazanç.

Gözlemlediğim kadarıyla son derece canlı ve hareketlisiniz.  Ayrıca hiç cezaevinde otuz yıl kalmış biri gibi durmuyorsunuz. Bunu nasıl başardınız?  

İnanarak" Otuz yıl boyunca hep içinde bulunduğum mücadelenin büyüklüğünü düşündüm. Filistinlilerin, direnişçi Lübnan halkının, şehitlerimizin benim yanımda olduklarını aklımdan hiç çıkarmadım. Bu mücadeleye başlarken bir gün esir veya şehit olabileceğimi biliyordum. Cezaevi biz direnişçiler için bir mücadele alanıdır. Ellerinde esir de olsam otuz sene boyunca her gün siyonistlerle savaştım ve içimdeki mücadeleci ruhu hep canlı tuttum.

Bundan sonra ne yapacaksınız?

Siyonist işgal güçlerine karşı şimdiye kadar verdiğim savaşı bundan sonra da sürdüreceğim ve Filistin devrimi zafere ulaşana kadar mücadele edeceğim. Ben bir direnişçiyim. Bir direnişçi zafere kadar mücadele etmeli ve başladığı işi bitirmelidir.