+1

Abdurrahman Dilipak

Derin yapılar böyledir. En fazla insan hakları ihlal edenler, en fazla insan hakları savunuculuğuna soyunabiliyorlar. Çevreyi en çok kirletenler, en çevreci gözükebiliyorlar. Bu şekilde hem kendilerini aklamış oluyorken, başkaları üzerinde de baskı/denetim sağlamış oluyorlar.

Bunlar soğuk savaş teknikleri ve bu anlamda soğuk savaş, yöntem olarak devam ediyor.

Sosyal medianın bu kadar yaygınlaşmasından sonra istihbarat örgütleri ve internet mediası 6. Kol faaliyetlerinin merkezi haline geldi. Bundan sonra da bu hep böyle olacak. Ve karşınızdaki profesyonel örgütlere karşı trollerle, bunlarla baş edemezsiniz.

Troller ucuz adamlardır. Çoğu zaman da kaş yapalım derken göz çıkarırlar. Ayrıca yarın için kendilerini örgütleyenlere karşı da risk oluşturmaya başlarlar.

Geçen gün Ali İhsan Karahasanoğlu bir sürü soru sordu, bu sol medianın, Atatürkçü geçinen, ulusalcı geçinen, iktidarı eleştirirken mangalda kül bırakmayanlara, sorular karşısında suspus oldular. Birileri ötekilerinin gözünde çöp ararken kendi gözlerindeki merteği görmüyorlar.

Bu batılıların aslında sürmedikleri tarla kalmamış. Sağ-sol, dindar, laik, Atatürkçü, ateist, liberal, milliyetçi fark etmiyor bunlar için kullanabildikleri herkesle çalışıyorlar. Herkesi destekliyorlar ve herkesi birbirine karşı kışkırtıyorlar. Biz hâlâ Kalkancı Tarikatını, Adnan Oktar’ı anlayamadık tam olarak. FETÖ zaten 1 numaraya yükselmişti sosyolojik taban olarak muhafazakar çevrelerde. Ve bu iş bu adını verdiğim dini yapılarla sınırlı da değil.

Alın size Kanal+1! Arkasından Sezgin Baran Korkmaz çıktı. Kimse sormuyor asıl patron kim! Yola çıkarken muhalif bir kanal olacak demişlerdi. Muhalefet yapacağım diye muhalefet yapılmaz ki. Sizin bir ideolojik, politik duruşunuz olur, ama doğruya doğru, eğriye eğri dersiniz. Suçlu sizden biri ise görmezden gelmememiz gerek. Media, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi olmak zorundadır. Değilse o “sahibinin sesi” bir Truva atıdır.

Bugün Türkiye yabancıların yerli mediadan daha fazla itibar sahibi olduğu ülke haline geldi. “Yerli ve milli” sandıklarınız da yerli ve milli olmayabilir, mesela “+1” örneğinde olduğu gibi.

Eskiden bir BBC, Amerika’nın Sesi, WDR gibi birkaç yabancı radyo istasyonu vardı. Moskova’nın sesi, Tiran radyosu filan. Bugün herkesin sesi her yerde duyuluyor. Yabancıların kendi merkez yayınları yetmiyor, yerli görünümünde, yerli görünümlü sermaye sahipleri üzerinden kanallar örgütlüyorlar. Bugün otomatik tercüme programları, Youtube hesapları ile herhangi bir yerden tüm dünyaya ulaşmak için bir “tripot bir kamera” yetiyor. Ama yine de Rus devlet radyosu, Çin devlet radyosu da birçok ülkede muhabirliklerini o ülkede resmi yayın organına dönüştürebiliyor. Bu da sonuçta bilgi kirliliğine sebeb olabiliyor.

Zaten artık kim kimdir çok da belli değil sanki. İnsanlar çok yüzlü olabiliyor, bukalemun gibi kendini bulundukları ortama göre konumlandırabiliyorlar. Birçok yayın kurumundaki kişiler içinde bu anlamda böyle bir rol üstleniyorlar. Yani bu tipler her yerdeler. SBK olayı, farklı ideoloji ve farklı kurumlardaki kişilerin nasıl aynı kaynaktan beslendiklerini de ortaya koymuş oldu. Aynı merkezden beslenen farklı kişilerin deşifre olmasıyla da hepsi birbirine düştü. Aslında şu Suudi gazeteci Kaşıkçı olayı da uluslararası bir media operasyonun bir parçası idi.

+1 yayına başlarken Uğur Dündar bu kanalı büyük iddialarla tanıtırken bir şeyi unutmuştu, bu kanalı kim, niçin kurmuştu! Sezgin Baran Korkmaz’ın perde gerisinde patronu olduğu bir kanal üzerinden nasıl dürüst, temiz bir yayıncılık yapacaksınız, bunu unutmuştu!

Ben Uğur Dündar’ı 28 Şubat ve öncesinden tanırım. Gülen Türkiye’den ayrıldıktan sonra bir hafta benim aleyhimde birçok gazete ve televizyon yayın yaptı. Beni de kaçırmak istiyorlardı. Dışarı çıksam, kaçıranların dışarıdaki dostları karşılayacak, sahiplenecekti. Ben kalıp mücadele etmeyi seçtim. O bir haftalık yayınında, yaşlı bir yazarın kendi kitabındaki cümleleri ekranda kendine yalanlattı ve ondan yaptığım alıntı sebebi ile beni suçladı. Dava açıldı, noter tasdikli suret verdim. Yalanı ortaya çıktı, ben berat ettim ama dava açtım ona yargı işlemedi. “Er meydanı” dedikleri meydan böyle bir meydandı. Darbe dönemlerinde darbecilerin borazanlığını yapanlar daha sonra muhalif gazetecilik yapalım derken komik oluyorlar. Zekeriya Say geçen gün günah defterini özetledi Yeni Akit’te. Operasyon gazeteciliğinin militan örnekleri ile doludur bizim media tarihi.

Bu bir oyun. FETÖ’cüler, PKK’lılar, Fehriye Erdalgiller, sosyalizm ve halkın kurtuluşu için mücadele ettiklerini sananlar sonunda NATO karargahının bulunduğu yerde korumaya alınmadılar mı? Bu işler böyledir. Hedef gösterilen kişiler, şirketler, topluluklara karşı bir media linci başlatırsınız. Bu da bir “iş”. Bu işlerin de ihalesi var. Bunlar da bir tür “Paralı asker”. Ya da kendi başınıza da operasyon çekersiniz. Açığını yakalar, şantaj yapar, fatura kesersiniz. Dündar’ın hedefindeki kişinin ölümüyle sonuçlanan operasyonları vardır. “Operasyon gazeteciliği” böyle bir şey. Çok kârlıdır. Yazsanız da kazanırsınız, yazmasanız da, haber yapsanız da kazanırsınız, yapmasanız da.

Ali İhsan Karahasanoğlu Tele1’i soruyor. Bugün birçok yayın kuruluşunun “sahibi kimdir? Paranın kaynağı nedir?” çok da belli değildir. Halk TV ile ilgili iddialar yok mu? Çok fazla kurcalamayalım, istisna kaideyi bozmaz, “ne pirusu, hepisu, hepisu” diyebilirsiniz.

Mediada reklam aynı zamanda bir para aklama, kaynak transferi anlamına da gelir. Zaten dürüst geçinen o medianın tirajları da sahte, ratingleri de büyük ölçüde sahte! Sahte tiraj ve rating üzerinden resmi ilan alırlar.. Anlayacağınız, “laf ile verirler aleme binlerce nizamat, bin teseyyüb bulunur hanelerinde.” Hep diyoruz ya, kem alat ile kemalat olmaz. Peki bu media ile nasıl olacak bu iş. Aslında “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş”. Toplum, siyaset, bürokrasi, iş dünyası, media, STK’lar, hepsi birbirine benziyor, istisnalar dışında. Bulaşıcı bir hastalık bu. Ahlaksızlık en büyük pandemi sanırım bu anlamda.

Herkes kendi Şeytanının kucağına oturmuş ötekilerin Şeytanını taşlıyor. Bu Şeytanın en keskin hilelerinden biridir. Şeytan için çok eğlenceli bir oyundur. Hep soruyorum ya, niye bir türlü “inni küntü minezzallimiyn” diyemiyoruz. Kendi nefsimizden başlamıyoruz! Bakara 2’de ne buyuruluyordu:(Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”. O “bilginler” ilim sahipleri ya da yöneticiler, kanaat önderleri de olabilir, bugün için, ayetin muhatapları olarak. “Tevrat” o günkü vahye işaret ediyor. Bugün de Kur’an-ı Kerim bunu ayrıca bize aktarıyor. Sonuçta bütün vahiylerin kaynağı tekdir. Ve “gerçekleri bilmek”.. Herkes kendi çevresindeki gerçekleri görmüyor mu, duymuyor mu, bilmiyor mu?

Hiç kimse dünyada olup bitenleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Bizler yaşadığımız zamana ve mekana şahidlikle emrolunduk. Adil şahidler olacağız. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı! Selâm ve dua ile.