12 Eylül 1980 Cezaevi hatıraları (2)

Abdullah Büyük

Takip edildik. "Ne yaparız, nerelere gideriz, kimlerle beraber oluruz?" gibi konularda sürekli izlendik. Buna rağmen, sistemle fikri-zihni kavgamız bitmedi. Bitmez, çünkü barış ortamında insanlar birbirlerine daha yakın olurlar ve konuşurlar. Ergenekoncuların iddianamesinde dile getirilen konuların yüzde biri, bizlere isnat edilseydi, herhalde sonumuz darağacıydı. Şimdi birkaç konuyu siz okurlarımızla paylaşarak, İmam-Hatip neslinin gerçek kimliğini bir daha tanıyalım. Bu ülkeye ve halkına İmam-Hatip kökenli olan hiçbir insandan zarar gelmeyeceğine inanalım, iman edelim. Bu insanın cami imamı olması, polis olması, milletvekili olması, hatta Başbakan yahut Cumhurbaşkanı olması fark etmez. Kim olursa olsun, İmam-Hatip neslinden hiçbir insan, hiçbir kurum zarar görmemiştir ve görmeyecektir de. Kabul etseler de, etmeseler de bu hakikat değişmeyecektir.
İBADET HAYATIMIZA ENGEL ÇIKARIYOR
Konya, Tutlukır mevkii Askerî Cezaevi"ndeyiz. Cezaevinin bodrum katından tuvalet ve lavabolar var. Sessiz ve sakin bir yer. Abdest almaktayım. Birkaç komünist genç geldi ve "Bir daha senin burada abdest aldığını görürsek, şişleriz seni" deyip gittiler. Onlar, kendilerine yakışanı yapmışlardı. Sıra bize gelmişti. Müslüman olarak, kötülüğe, kötülükle cevap vermeyi Rabbimiz istemiyor ve tam aksine, "İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur" buyuruyor. (Fussilet Sûresi/34)
Ergenekoncular, yağdanlıklar, menfaatçiler, sırtını kuvvete dayayanlar iyi ve doğru anlasın İmam-Hatip neslini... Hâlâ hayatta olan Halil Yalçın ağabeye haber gönderdim. Bize biraz para, iç çamaşırı, ayakkabı, gömlek göndermesini istedim. Niçin? Çünkü anarşik eylemlere katılmış, adam öldürmüş ve inkârcı olmuş birçok gencin ziyaretçisi yok. Giydikleri gömleklerin rengi belirsiz, kirden belirsiz.. Ayakkabıları parçalanmış ve cezaevine gönderilen eşyaları aldım. Abdest almamı, ibadet yapmamı yasaklayan, beni şişlemek isteyen o insanlara, güzel usûl ve üslupla hediyeler verdim. İç çamaşırı, ayakkabı vs. Peki netice ne oldu? Netice. 3-4 ay sonra bizi şişlemek isteyenlerle cezaevinin mescidinde cemaat halinde namaz kıldık. Farkımız bu... Ergenekoncular bizi anlayamaz. Mantıkları, bizleri tartmaya müsait değildir.
MEDRESE-İ YUSUFİYE"YE DOĞRU
Cezaevinde çok onurlu ve kaliteli Ülkücü kardeşlerimiz vardı. Adeta dost olmuştuk onlarla. Birlikte karar aldık. Yemekhane masalarını, yemek yenildikten sonra adeta sınıf masası haline getirdik. Ellerinde defter ve kalem olan onlarca genç ile derslere başladık. Öyle bir noktaya geldi ki cezaevi, binbaşı rütbesinde olan cezaevi müdürümüzün bize karşı tereddütlü bir güveni vardı. Ders faaliyetlerimize göz yumuyor ve hatta memnun oluyordu. Bu arada Ülkücü kardeşlerimle olan irtibatımız, yardımlaşmamız göz ve gönül doyuracak seviyeye gelmişti. Sadece aramızda küçük bir problem oluştu. O da, bizim sol kesimle olan diyalog ve yardımlaşmamızdı. Sarıkamış"ta yaptığım askerliğimde de Ülkücü gençlikten fazlasıyla destek bulmuştum. Anarşik olayların tırmandığı o dönemde, haberim olmadan şahsımı sürekli koruma altına almışlar, fakat bundan haberim olmamıştı. Ta ki terhis oluncaya ve bu fedakârlığı duyuncaya kadar. Yine burada küçük bir not düşmek istiyorum. Ülkücü kardeşlerimiz sakın alınmasınlar. Cumhuriyet döneminde Ülkücü gençliğin, başlarında, yönetimlerinde ve eğitimlerinde dört dörtlük liderler pek olmadı. Biraz daha açık konuşmam gerekiyor ki; Sayın Devlet Bahçeli, Ülkücü gençliğin başkanlığını temsil etmede ne kadar isabetli, onun yorumunu vicdanlara havale ediyorum. Bağırtkanlığı, yüz ifadeleri, kullandığı ağır ve itici kelimeler, verdiği örnekler, Ülkücü gençliğin gerçek kimliği ile bağdaşmıyor. Referandumla alakalı tavır ve sözleri, kamuoyunda kabul görmüyor.
ADLİ MÜŞAVİR İFADEMİ ALIYOR
Yüzbaşı rütbesinde olan M. Kapısız isimli askerî savcı, güleryüzlü davranıyor, lâkin bize ceza verme talebinde kararlı olduğu belli. Günümüzde Ergenekoncuların iddianamede suçlandıkları meselelere bakarak, askerî savcının şahsıma sorduğu sorulara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Soruyor: Niçin T.C. dedin? Türkiye Cumhuriyeti diyemez miydin? Devleti küçük düşürdüğünün farkında mısın? Ne istiyorsun bu devletten?
Cevap veriyorum: Sayın Savcı! Size ABD desem, ne anlarsınız? Benim anladığım Amerika Birleşik Devleti"dir. Şimdi ben, ABD dememle ilgili devletle alay mı ettim?
Savcı bey susuyor ve ısrarlı: Biz, sizi biliriz. T.C. demenizin arkasındaki fikirleriniz bellidir. Siz bu devleti yıkmak istiyorsunuz, öyle değil mi?
Cevap veriyorum: Sayın Savcı! Siz şu anda niyet okuyorsunuz. 10 senedir Konya"dayım. İstihbarat ağınız kuvvetlidir. Lütfen sorun bizim durumumuzu. Simitçiye, tüccara, fakirlere, kadınlara, erkeklere sorun. "Abdullah Büyük"ü nasıl bilirsiniz?" diye bir sorun.
Savcı harekete geçiyor: Demagoji yapma. Sen niçin T.C. dedin?
Bundan sonra iş yine bana düşüyor. İç dünyama dönüyor ve dua ediyorum: Ya Rabbi, bu kuluna hidayet ver!
İşte devlet yıkmakla suçlanan İmam-Hatiplinin niyeti ve tavrı budur? Ama çağdaş ve lâik zihniyet bu gerçeği anlayamaz.
"SEN SİHİRBAZ MISIN?"
Cezaevi Müdürümüz bir gün çağırdı makamına ve sordu sorusunu: "Cezaevine geldiğin günden beri takip ediyorum ziyaretçilerini. Her gün 30-40 araba geliyor. Karşı tarlaya park ediyor. Arabanın camından kaldığın cezaevine bakıyor ve sonra el sallayarak buradan ayrılıyor. Günlük gelen araç sayısı, bir ayda 900-1000 eder. Sen bu insanlara ne yaptın? Sihir mi yaptın ki sabahtan akşama kadar biri gidip diğeri geliyor. Anlamıyorum seni.
Cevap veriyorum: Komutanım, sıkıntı da burada zaten. Bizi anlasanız, her şey hallolacak. Size ulaşan dosyamızda, ben, Ziraat Fakültesi mezunu olsaydım, avukat veya mühendis olsaydım, böyle olmazdı. İmam-Hatip mezunu olmamız, sizin yanınızda ve kanaatinizde suç işleyen, devletin geri kalmasına sebep olan, ülkeyi parçalamada aktif olan bir portre.
Komutan sükut ediyor ve makamından ayrılıyorum. Bilmiyorum şimdi, nerede, hangi askerî birlikte? Bilsem, ziyaretine gider, hediyeler verirdim. Ve şu açıklamayı da yapardım: Sayın komutanım. 1980 askerî darbesinde ülke için potansiyel suçlu gördüğün İmam-Hatip nesli, bugün ülkeyi yönetiyor. Muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için kefen giymiş bir Başbakan var. Ülkesine ve milletine sevdalı olan insanlar işbaşı yapmışlar. Türkiye, dünya devletlerinin arasına girdi. Amerika, Türkiye konuşmadan, Ortadoğu hakkında yorum yapmaktan çekiniyor. İsrail, Türkiye"den giden bir telefonla şok olup, esas duruşa geçiyor. Komutanım 10 senedir İmam-Hatip neslinin iktidarında ne ülke parçalandı, ne de geriledi. Hazinede 60 milyar dolar mevcut. Dünyanın her tarafından gelen zenginler, ülkede yatırım yapmak için sıraya girdi, biliyor musunuz?..

 

 


vakit