Sabahleyin saat 11.00’de İstanbul’dan yola çıktık... Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Almanya ve Belçika’daki gurbetçilerle buluşması”nı izleyip, konuşmalarını dinledikten sonra, gece saat 02.00’de İstanbul’a geri döndük...
Sizin anlayacağınız;
“15 saat”e, hem “yolculuk” sığdı, hem de “salon konuşmaları.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Fransa sınırındaki Karlsruhe Messe Arena’da yaptığı konuşma, son derece “etkileyici” ve “coşturucu” idi... Salon, “küçük”tü... Çünkü, Almanya’daki Türkler, “büyük bir salon” bulamamışlar... Ama yine de, salonda “10 bin” civarında gurbetçi vardı... “Salona giremeyen 5 bin civarında gurbetçi” daha vardı ki, Erdoğan, salondaki konuşmasını bitirdikten sonra, ayrıca “salon dışındakilere” de hitap etti... Salonun içindeki ve dışındaki coşku, “görülmeye değer”di...
Sonra, ver elini Belçika...
Erdoğan, Almanya’dan sonra Belçika’ya geçerek, Hasselt’teki “Gençlik Şöleni”nde konuştu...
KONUŞMUYOR, YAŞIYOR
Buradaki manzara, tek kelimeyle “muhteşem”di... Salon ve tribünler, “ağzına kadar dolu”ydu... Hani, “İğne atsan yere düşmez” derler ya, o derece “kalabalık”tı... “Coşku” ise, kelimelerle anlatılmaz!..
Salona girince gördük ki;
“Telefonların ışıkları” açılmış, “Türk Bayrakları” havada dalgalanıyor, “pankart”lar coşkuyla sallanıyordu...
Hani, derler ya;
“Dağ-bayır insan kaynıyor!”
Manzara, tam da bu şekildeydi!..
Ne yalan söyleyeyim;
“Milletin adamı” anonsuyla kürsüye çağrılan Erdoğan da, bu “coşku”yu görünce, “gerçekten coşkulu ve muhteşem bir konuşma” yaptı...
Hayır; “konuşmak”la kalmadı, konuştuklarını “yaşayarak” anlattı... Kâh “sevincini” paylaştı gurbetçilerle, kâh “üzüntü” ve “öfke”lerini!..
Konuşmuyor, paylaşıyordu!..
O anları, “yaşıyor”du!..
Zaten, onu “farklı” ve “karizmatik” kılan da bu olsa gerek...
Allah, hayırlı ömürler versin...
Gerek Almanya’da, gerek Belçika’da “yürekten” yaptığı konuşmaları dünkü Akit’te özetle aktardık...
Bugün de, “dönüş yolundaki sohbetimizi” aktaralım... Almanya ve Belçika’ya yaptığımız ve “15 saat” süren seyahatimizin ardından tekrar İstanbul’a dönerken, “TUR Uçağı”nda bulunan biz gazeteciler sorduk, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan cevaplandırdı...
İşte bizim “soru”larımız,
İşte Erdoğan’ın “cevap”ları:
SURİYE İLE SAVAŞ İDDİASI
l Son zamanlarda Suriye ile ilgili ‘Savaşa gireceğiz’ iddiası ortaya atıldı. Diğer iddia ise Suriyeli muhaliflere yardım için Suudi Arabistan’la anlaşma yaptığımız yönünde. Bu iddialarla ve Eğit-Donat programıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Bu iddiayı ortaya atan zat, esasen ortaya bir yalan attı. Aynı gün Genelkurmay Başkanımız’la haftalık rutin ziyaretimiz vardı. O da tabii şakayla karışık “Şu anda Suriye’ye bir harekat yapacak olan ordunun komutanının Sayın Cumhurbaşkanı’nın yanında ne işi var” dedi. Bu tür iddialar ortaya atılması, bunların devlet yönetiminden çok uzak olduklarını gösteriyor. Nerede ne konuşulacağını bilemeyenler, sadece mide bulandırmaktan, ülkedeki sağlıklı düşünce yapısını adeta bozmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
İddiayı ortaya atan kişiyi benden daha iyi tanıyorsunuz. Zaman zaman böyle beyanları olur. Ama dediğim gibi, bu iddia doğru değil.
EKONOMİDE BÜYÜME SİNYALİ
l Önceki seçimlerde daha çok kimlik siyaseti üzerinden gidiliyordu, bu seçimlerde ekonomi ağırlıklı kampanyalar yürütülüyor. Ülke ekonomisinin kötüye gittiği hususunda birtakım spekülatif söylemler var. Bakanlar Kurulu’na zaman zaman başkanlık ediyorsunuz, bilgi sahibisiniz. Türkiye ekonomisi kötüye mi gidiyor? Türkiye’yi seçimden sonra ekonomik bir kriz mi bekliyor?
Ben Türkiye’nin ekonomisinin kötüye gittiğine inanmıyorum. Şu anda ortada bir gerçek var. Geçenlerde sanayi üretimleriyle ilgili açıklama yapıldı, yanılmıyorsam: 4,6. Bir defa, sanayi büyümede bir sinyaldir. Ben 2015 yılının seçimden sonraki süreçte çok daha farklı bir şekilde ekonomide olumlu sinyaller vereceğine inanıyorum. İhracatımızın daha da artacağına yönelik sinyaller ortada. Kaldı ki şu anda bir istikrar ve güven iktidarı oluşursa, bu zaten Türkiye’yi farklı bir şekilde çekim alanı haline getirir. Uluslararası yatırımcılar özellikle istikrara ve güvene koşuyorlar. Eğer bir ülkede istikrar ve güven varsa o ülkeye gelip yatırım yapılır.
MÜCADELE SÜRECEK
l Savcılık “Fethullahçı Terör Örgütü” dedi. Kırmızı Kitap’a girmiş bir terör örgütü olduğunun belirtilmesine rağmen medyaları aracılığıyla propagandayı sürdürüyorlar.
MGK biliyorsunuz ‘legal görünüm altındaki illegal terör örgütleri’ ifadesini kullandı. Hükümetimiz de gerekli yerlere bunun bildirimlerini yaptı ve tekrar MGK’da hazırlanan taslak ile Kırmızı Kitap’ı tüm bakanlıklar, ilgili kurumlar gözden geçirdiler. Ve gözden geçirildikten sonra riyasetimdeki Bakanlar Kurulu’nda değerlendirme yapıldı. MGK Sekreterliği son halini tekrar Başbakanlığa gönderdi ve son hali de bugün yarın gelmiş olacak ve böylece Kırmızı Kitap’a girmiş olacak. Kırmızı Kitap’a girdikten sonra burada yargı mercilerinin de bakışı değişecek. Çünkü, bu milli güvenlikle ilgili bir durum.
Süreç başladı... Yargıda olanları takip ediyoruz. Bu ülkenin tarihinde yargı mensuplarından savcı veya hakim hiç tutuklanan oldu mu? Bu farklı bir olay. Burada bu tutuklama süreci muhtemelen diğerleriyle devam edebilir.
DİYANET’E SALDIRILAR
l Diyanet kurumuna yönelik, Paralel Yapı, CHP ve HDP’den dozu gittikçe artan ithamlar görüyoruz. Bu saldırıları nasıl yorumluyorsunuz?
Oldukça hassas olan bu kuruma yapılan saldırılar gayri ahlakidir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuya dört dörtlük cevap verir. Siyasetçi, istediği kuruma ve kişiye istediğini söyleme hürriyetine, hakkına sahipse, o kurum da kendisini yasalar ve hukuk içerisinde savunma hakkına sahiptir. Diyanet İşleri de benim kendisini savunduğum kadar kendisini savunacaktır.
Kürtçe Kur’an meali ile ilgili de yalan söylüyorlar. Elimdeki Kur’an Meali Kürtçe’dir. Binlercesi Diyanet İşleri’nce bastırılmış, Doğu ve Güneydoğu’ya gönderilmiştir. Ancak birisi diyor ki, ‘Ensar Vakfı’na aittir!’ Diğeri de ‘Cumhurbaşkanı’nın şahsına bir tek adet bastırılmıştır’ diyor. Dürüst olun, yalan söylemeyin…
Yıllarca Kürt kardeşlerimizi bu yollarla aldattılar, hâlâ da bu yollarla aldatmaya gayret ediyorlar. Aynı şekilde Taksim’e Kâbe benzetmesi yapıyorlar. Ayrıca din derslerinin kaldırılması ile ilgili konuşuyorlar. Bu nasıl bir yaklaşımdır? Hâlbuki Müslümanlar bir kez sokulduğu delikten bir daha sokulmaz!
HÜKÜMET ÇÖZÜM’DE KARARLI
l Çözüm süreci ve Suriye konusuna iyimser bakabiliyor musunuz?
Çözüm süreciyle alakalı olarak hükümetimizin samimiyetine inanıyorum. Fakat muhalefetin samimiyeti diye bir şey yok, çünkü onlar çözüm süreci diye bir şeyi kesinlikle kabul etmediler. Bundan sonra da kabul edeceklerine inancım yok. Ama hükümet bu konuda kararlı.
HDP de zaten bu işi çok farklı bir şekilde provoke ediyor. Ve hiçbir zaman bunun yanında yer almadı. Eğer bunun yanında yer almış olsaydılar Van’da bilboardlara kan akan musluk resimleri asmazlardı. Bu davranışların hepsi provokasyon amaçlıdır.
AMBARGO KALKMADIKÇA İLİŞKİ OLMAZ
l İsrail’le önümüzdeki dönemlerde nasıl bir ilişki içerisinde olacağız?
Yani biz, baştan beri bir şey söyledik. Biz yine aynı noktadayız. İsrail’in bölgede tek görüşebildiği, alışveriş yapabildiği ülke Türkiye’ydi. Ama Türkiye’yi Mavi Marmara’yla kaybetti. Mavi Marmara olayından sonra Sayın Obama’nın devreye girmesiyle özür konusunda bir ilerleme kaydedildi; telefonda özür dilendi. Ama ben Sayın Obama’ya toplam üç başlık söylemiştim. Özre ilaveten tazminat ve Filistin’e ambargonun kalkmasını istemiştim. Ancak bunlar tazminata yanaşmadıkları gibi Filistin’e ambargoyu da kaldırmadılar. Bunlar gerçekleşmediği sürece ilişkilerimiz normale dönmez. Bakın Filistin’e yapılan zulüm dünyada hiç kimseye yapılmıyor. Hele hele Gazze, ben bunları bizzat söyledim. Bir sandık domates için bile İsrail’in onayı gerekiyor. Böyle bir şey olabilir mi? Tam bir açıkhava hapishanesi. Defalarca söz verdiler ama Gazze hâlâ aynı. Mısır’ın takındığı tavır da kötü. Mısır, şu anda en büyük zulmü Gazze’ye yapıyor. Temenni ederim ki bu yanlışlardan bir an önce dönülür. Dönülmesi halinde biz de ilişkilerimizi normalleştiririz.
Ölüleri bile rehin almadılar mı?
l Muhalefetin bu ekonomik vaatlerinin insanlar nezdinde bir karşılığı var mı sizce?
Ben halkımızın bu tür kurusıkı atma olayına değer verdiğini zannetmiyorum. Ben Başbakanlığım ve Genel Başkanlığım döneminde hiçbir zaman yapılamayacak bir şeyi vaat etmedim. Tam aksine hep sıkıntıyı gösterdim. Kışı gösterdim, yaz olursa bahtına dedim. Bugün de böyle bir siyasi noktada olmuş olsam, benim anlayışım gene budur. Halk buna değer vermiş olsa asgari ücretle ilgili bir tanesi ne diyor: 1.400 diyor. Biri 1.500, biri 1.800, diğeri ise 5.000 diyor. O zaman 5.000 diyenin bütün oyları toplaması lazım. Daha önce böyle bir oy toplayabildiler mi?
ASGARİ ÜCRET TANIMINI BİLMİYORLAR
Çok daha enteresan, onu da söyleyeyim. Bunlar asgari ücretin tanımını bilmiyorlar. Burada sıkıntı var. Asgari ücret aslında bir korumadır. Azami ücret yoktur burada. Yani siz bu belirlediğiniz ücret üzerinden sigortasını, vergisini vermek durumundasınız. Ama işveren bunu 2 bin de yapar, 3 bin, 4 bin de yapar. Fakat kalkar da siz bu asgari ücreti 5.000, 1.800 ya da 1.500 diye koyduğunuz anda; fabrikalarda, özel sektörü söylüyorum, hemen işçi sayılarında düşme başlayacaktır. İstihdamda düşme başlayacaktır. O zaman ne olacak, işsizlik gelecek. Bunlar kamuya dayanarak bunları söylüyor. Bunlar, kamuyu da böyle bitirdiler. Ama aynı tuzağa Türkiye’nin düşmemesi lazım.
Başarının iki önemli sırrı vardır. Biri insan, biri de finans yönetimidir. Eğer insanla finansı başarılı bir şekilde yönetemezseniz çökersiniz. Bunun ikisini de iyi götürmek zorundasınız. 1998’e gidelim. SGK’nın hali ortada. SGK, açıklamasında ne diyor, “Bunu siyasilerin çözmesi, kaynak üretmesi lazım. Senin orada görevin ne? Genel Müdür’sün. Genel Müdür; o hastanelerin bakımından sorumlu olmayacak mı? Pisliğinden, o pisliğin temizliğinden sorumlu olmayacak mı? Tabii ki başbakanın ve bakanın da sorumluluğu vardır ama en yakın olması gereken kimdir, bürokrattır.
Affedersin ölüleri rehin alacaksınız, hastaları rehin alacaksınız... A’dan Z’ye bunların sorumluluğu bürokrattadır. Bürokratik oligarşi bu ülkeye çok çektirdi. Şimdi o çektirenler diyor ki ‘biz bunu yapmayız.’
Sen zaten bunun örneğini orada gösterdin. Örneği ortada. Ama bizim şu anda hastanelerimizde hamdolsun böyle bir şey yok. Sendikalar dediler ki ‘Biz sigorta hastanelerini vermeyiz.’
‘Ne demek o’ dedim? Kusura bakmayın biz bu hastaneleri birleştireceğiz. Bu hastaneler bu milletindir, sendikaların değil. Bu hastaneleri birleştirirken de tek hedefim millete çok daha hızlı ve üst kalitede sağlık hizmetini vermektir. Memuru, işsizi bunlara ilk etapta karşı çıktılar. PTT hastanesini ve Milli Eğitim’in hastanesini kapattık. Hepsini buraya devrettik. Aynı şekilde vakıf, özel sektör bütün bu hastanelere ‘Sizden de hizmet alımıyla alırız, buyurun yapın’ dedik. Bugün geldiğimiz noktada sağlık hizmetleri kamuoyu araştırmalarında 1. sırada çıkıyorsa, vatandaş o günle bugünün kıyasını yapıyor ve diyor ki ‘Artık ben istediğim hastaneye gidiyorum, ilaçlarımı rahatlıkla alıyorum. Dolaysıyla ben sağlıktan memnunum.’
Cenaze törenine katılmayacağım
l Kenan Evren vefat etti. Evren’e devlet töreni olacak mı? Katılacak mısınız?
Edindiğim bilgiye göre aile; Ankara’daki devlet mezarlığında defnini istiyor. Ve şu anda devlet töreni, ailenin de arzu etmesi halinde yapılacak bir törendir. Cumhurbaşkanlığı yaptığı için, böyle bir hakkı var. Bizim, şu anda malum törenlerimiz var. Bu törenlere katılıyoruz. Salı günü yurt dışından misafirlerim var. Şu an katılmak gibi bir düşüncem yok. Ama, Cumhurbaşkanlığı makamı adına temsilen bir arkadaşım törene katılır.
Ahmet Bey, benden izin alarak Pensilvanya’ya gitti
l Kısa bir süre önce Sayın Başbakan ile 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül arasında Pensilvanya’ya gitme ile ilgili karşılıklı açıklamalar oldu. Sizin Başbakanlığınız döneminde yaşanan bu olay sizin bilginiz dahilinde miydi?
Ahmet Bey’in Pensilvanya’ya gitmesinden benim bilgim vardı... Benden izin almıştır ve oraya gitmiştir. Fakat Cumhurbaşkanımızla bu konuyu görüştüler mi, doğrusu bilmiyorum. Kaldı ki, oraya gitmesi konusunda izin alması gereken makam benim. O günlerde; zaman zaman bizim milletvekillerimizi Pensilvanya’ya götürme âdeti başlamıştı. Bazen bakan da götürüyorlardı. Tezgah derin, hedefler farklı, bunlar muhtemelen daha sonraki günlere yönelik adımlardı. Tabii bir dönemden sonra, ben arkadaşlara ‘Pensilvanya’ya gitmeyeceksiniz’ demeye başlamıştım. Çünkü rahatsız olmuştum. Fakat Ahmet Beyin gidişi, hatta Zafer (Çağlayan) Bey de gitmiştir. Bunlar benim bilgim dahilindeydi. Tabiî, bu iyi niyetlerimizin hiçbiri karşılık bulmamıştır. Ahmet Bey, döndükten sonra görüşmenin içeriğini bana anlatmıştı. Görüşmenin içeriğini söylemem doğru olmaz. Abdullah Bey’le aralarında ne geçmiştir bilmiyorum. Ama dediğim gibi Ahmet Bey, benim bilgim dahilinde gitmişti.
O hava limanlarını teröre rağmen yaptık
Şu anda Güneydoğu’da açtığımız ve açmakta olduğumuz havalimanına karşı takındıkları tavırlar da önemlidir. Yüksekova’daki havalimanını iki yıl önce açacaktık, ancak iş makinelerinin yakılması, müteahhitlerin tehdit edilmesi ve kaçırılması gibi nedenler yüzünden proje gecikti. Şu anda ismi, ‘Selahaddin Eyyübi Havalimanı’ olarak belirlendi. Çok yakında da açılacak.
Biz hükümet olarak sağlık, eğitim, ulaşım ve adalette, enerjide gerekli hizmetleri verdik. Ancak onlar hep bariyer oluşturmaya çalıştılar, biz ise onlara rağmen ret, inkâr, asimilasyon politikalarını ayaklar altına aldık. Çünkü biz bir şeye inandık: Hepimiz kardeşiz ve hiçbir ayrımın içine giremeyiz.
HESABI SORULMALI
l Özellikle Doğu bölgelerinde seçmenin korkutulduğu, silah baskısıyla oy istenildiği ifade ediliyor?
Annelerin ağlaması istismarını da yine kendileri yapıyor. Diyarbakır Belediyesi’nin önünde ağlayanlar Kürt anneler değil miydi? Ağlamasına neden olan ve onların yavrularını kaçıranlar onlar değil miydi? Tüm bunları yaşadık ve gördük. Ancak onlar tüm bunları inkar eder hale geldiler. Şimdiye kadar akan kanın hesabının sorulması gerekiyor. Kürt kardeşlerimizin de bu durumda aktif rol alması gerekiyor.
Sandık güvenliği noktasında tüm tedbirleri İçişleri Bakanlığı ve Jandarma almış durumda. Silahlı Kuvvetler de gereken desteği verecek ve sandık güvenliği sağlanacak. Bir de siyasi partilerin, sandıklarına sahip çıkması gerekiyor. Her halükarda milletimizin özgüveni ile sandığa giderek demokratik hakkını kullanması ve gerekli adımı atması lazım. İnanıyorum ki, sandıklarda çok yüksek bir katılımla Cumhuriyet tarihindeki en büyük seçime katılım rekoru kırılacaktır.
l HDP barajın altında kalırsa çözüm süreci akamete uğrar mı?
Ben, işin o boyutuna girmek istemiyorum. Benim tek derdim, ülkemizin istikrarıdır. Haziran’daki seçimle ilgili yegane dileğim de inşallah, sandıktan istikrarı güçlendiren bir netice çıkmasıdır. HAYSİYETLERİ VARSA, TIR’LARDA SİLAH OLDUĞUNU İSPAT ETSİNLER
Adana ve Hatay’daki TIR’larla ilgili olarak Batı’nın yaklaşımını savunan bazı köşe yazarlarımız var. Ben Cumhurbaşkanı olarak söylüyorum: Hiç kimse kalkıp “MİT, El Kaide’ye silah gönderdi” diyerek, bu tür iftiralar atarak, istihbarat teşkilatımızı zan altında bırakamaz.
Eğer haysiyetleri varsa, ispatla mükelleftirler. Bunu ispat edemeyenler, kalkıp bizim Milli İstihbarat Teşkilatımızı zan altında bırakamazlar. Bayırbucak’ta senin soydaşların olacak ve onlar bomba altında olacaklar, onlara insani yardım dahi ulaştıramayacaksınız.
Bu kabul edilebilir bir şey değildir.
Yardım eli uzatamıyorsanız, millet olarak, ülke olarak varlığınızın ne kıymeti olur?
Tarih sizi hiçbir zaman hayırla yâd etmez.
Bu açıdan MİT görevini yapmış, ancak bu görevini yerini getirirken önü kesilmeye kalkışılmıştır.
GARANTÖRLÜKTEN VAZGEÇMEYİZ
l KKTC ile ilgili son dönemlerde yaşananlarla ilgili neler söylemek istersiniz?
Değerli arkadaşlar Yunanistan kendi garantörlük hakkından vazgeçebilir, ama Türkiye’nin garantörlük hakkından vazgeçmek gibi bir sorunu yok. Biz oradaki garantörlük hakkımızı sonuna kadar kullanırız. Bunun için de kimseden akıl almaya ihtiyacımız yok.
yeniakit