Bir ayağında olayı “minik bir darbe teşebbüsü” olarak niteliyordu. Şöyle diyordu: “Yargı ve polis teşkilatına nüfuz etmiş bir grubun belli dosyaları uzun zaman bekleterek o günkü iktidara yönelik minik bir darbe teşebbüsüydü.”
İkinci ayağında ise “Ancak o dosyaların bir noktada tekrar incelenmesinde de bir fayda görürüm doğrusu” diyerek çok naif biçimde olayın üç bakanla ilgili “Yolsuzluk” boyutuna işaret ediyordu.
İktidar medyası buradaki “minik” sözcüğüne takıldı, tartışmayı oradan sürdürdü, Babacan’ın “minik” diyerek FETÖ olayını küçümsediği gibi bir yorum üretmeye çalıştı. Aslında bu yaklaşım ikinci ayaktaki “Dosyalar görüşülsün” ifadesine “FETÖ ağzı” damgasını vurmak içindi.
İktidar cenahı malum, bu konunun “Emniyet – Yargı darbesi” ayağını konuşmayı seviyor, “Bakan dosyaları – Yolsuzluk iddiaları” ayağını konuşmayı sevmiyor.
Gerekçe olarak şu söyleniyor: FETÖ buradan Cumhurbaşkanına ulaşmak istiyordu. O günkü Yüce Divan (AYM) üyeleri dosyayı bakanlardan Cumhurbaşkanına götürecek kişilerden oluşuyordu. “Darbe” bunu hedefliyordu, bu önlendi.
Evet, bu Emniyet ve Yargı’daki bir “Paralel Yapı”nın “Kumpas”ı idi. Devlet içinde böyle bir yapı kabul edilemezdi. İktidarın başka zeminlerde böyle bir yapı ile iş birliği yapmış olması da ele alınabilirdi, ama bu da kabul edilecek bir şey değildi.
Peki ama, ya dev bir yolsuzluk da var ise… Buna bakanların da adı karışmış ise…
Onlar görülmemeli miydi?
O konuda iktidar cenahı çok kararlı. Soruşturma talepleri “FETÖ ağzı” diye çok agresif biçimde püskürtülmek isteniyor. Babacan da nasibini aldı bu agresif tepkiden.
Ancak konu, Babacan’dan çok daha net biçimde Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun da gündeminde yer aldı. 8 ocak tarihinde
T24’ten Murat Sabuncu’ya verdiği mülakatta şunları söyledi:
‘’17-25 Aralık açık seçik bir FETÖ darbe girişimiydi. Daha önce 7 Şubat’ta MİT’e ve müsteşarımıza hamle yapmışlardı. Buna karşı dik durmuştuk. Ancak arkadan bu hamleyi yaptılar.
17 Aralık’ta itham edilen bakan arkadaşlarla ilgili ise benim farklı bir duruşum oldu. Bu arkadaşların Yüce Divan’a giderek aklanması gerektiğini düşünüyordum. Hatırlarsınız 17 Aralık’ı araştırmak için Meclis’te bir komisyon kurulmuştu. İçlerinde 9 AK Partili üye de vardı. Onlar belgeleri incelemişti. Ben hem onlardan bilgi aldım, hem belgelere baktım, hem de komisyon başkanı Kastamonu Milletvekilimiz Hakkı Köylü ile görüştüm.
Hepsi ‘Bir bakanınki usulsüzlük (dönemin Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar, yazarın notu), diğerleri ile ilgili iddialar ciddi, Yüce Divan’a gidilmeli’ diyordu. Üç bakanı ofisime çağırdım. Tartışmalı bir görüşmeden sonra ertesi gün saat 11’de basın toplantısı düzenleyip gönüllü olarak Yüce Divan’a gitme konusunu açıklamalarında anlaştık.
Ben o günlerde ‘Kim milli hazinemize, kaynaklarımıza yolsuzluk niyetiyle yaklaşırsa, kim hangi şekilde harama bulaşırsa, kardeşimiz de olsa, onunla mücadeleye kararlıyız’ demiştim. Ertesi gün öğlen saatleri oldu. Açıklama yapılmadı. Ne olduğunu sordum. Bakanların Tayyip Bey ile görüştüklerini ve onun ‘yapmayın’ dediğini öğrendim. Hemen yanına gittim. Neden böyle yaptığını sordum. Önemli kırılma noktalarından biriydi.”
Davutoğlu somut bir olay anlatıyor. Açık iddia şu: Bakanlar Yüce Divan’a gitmeyi kabul ediyor, Komisyon üyeleri böyle olması gerektiğini belirtiyorlar, Bakanlar Cumhurbaşkanı ile görüşüyor, Cumhurbaşkanı “yapmayın” diyor, Davutoğlu Cumhurbaşkanına çıkıyor, “Neden böyle yaptığını” soruyor… Söz bitiyor. Davutoğlu bunu “Kırılma noktalarından biri” diye tanımlıyor.
Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Davutoğlu’na verdiği cevap yok. Cumhurbaşkanı Bakanlar’ın Yüce Divan’a gitmesine neden karşı çıkıyor, bunun bilinmesi lazım. Bakanlar’ın konuşması lazım, Komisyon üyelerinin konuşması lazım. Ve Davutoğlu’nun “Dosyalar Yüce Divan’a gitmeli” izleniminin nereden kaynaklandığını açıklaması lazım.
Aslında Ali Babacan da görev alanı gereği söz konusu bakanlar ile ilgili iddiaların tümüne vakıf durumda olmalı. “Dosyaların tekrar incelenmesinde fayda görürüm” derken, dikenli bir alanda söz söylediğini biliyordur. Bunu sokaktaki adam söylese bir değer ifade etmiyor olabilir ama, “Ekonomiden sorumlu bakan” söylüyorsa bilmeden konuşmuş olamaz.
Benim gördüğüm, hem Davutoğlu hem Babacan, içlerinde bir yandan “Devlet terbiyesi neyi konuşmaya izin verir?”, diğer yandan da “Demokraside millet neyi bilmeyi hak ediyor?” sorusunun cevabını verme sancısı yaşıyor. Bildikleri pek çok şey olduğu kesin.
O gün Yüce Divan olsaydı bunlar açığa çıkar mıydı? Bugün Yüce Divan olsa açığa çıkar mı? Kim bilir. İşler belki mahkeme-i kübrâya kalmıştır. Ama bakın aradan 7 yıl geçtikten sonra “Dosyalar” diye bir gündem oluşuveriyor.