17 Mayıs... 17 kurşun... 17. Türk devleti... Kim, nerede?

Hasan Karakaya

 

 

 


Bilirsiniz, bir "konu" hakkında "üst üste" yazı yazdığım "çok nadir"dir... Ama, "Danıştay Cinayeti" hakkında, bugün de yazıyorum... İstedim ki, ileride bu olayı merak edip, araştıranların elinde bir "belgesel" bulunsun.
 
Dün, "Danıştay Cinayeti'nin kim neresinde?" diye sormuş ve "birçok isim" zikretmiştim... Bunların kimi, "kurşunların hedefinde"ydi, kimi de "dışında!"
 
Kimi "olayın göbeğinde"ydi, kimi "arkasında", kimi de "yanında" veya "önünde!"
 
Dün verdiğim "liste", elbette bu kadar kısa değil... "Olay" kadar, "onu tırmandıranlar" ve "sinsi emellerini gerçekleştirmek" için olayı "çarpıtanlar" da var ki, adlarını zikretmeden geçmek olmaz!..
 
MEDYA VE ÇÖLAŞAN NEREDE?
 
Meselâ, "medya" bu işin neresinde?..
 
Danıştay cinayetinden "15 dakika" sonra, "Vakit'in kupürü"nü döndüre döndüre yayınlayıp, bizi "hedef göstermek"le itham eden "televizyon"lar ve ertesi günü "Hedef manşetten, kurşun avukattan" diye manşet atan "gazete"ler, acaba "kaosun bir parçası" mıydılar?..
 
Ve yine; saldırıya uğrayan Danıştay üyelerinden Ayfer Özdemir'in, "ısrarla yalanlamasına" rağmen, dönemin Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan; o esnada olay yerinde olmadığı halde; nasıl oluyor da; Alparslan Arslan'ın, "tekbir" getirerek ve "Allah'ın elçisiyiz, askeriyiz!" diyerek saldırdığını iddia edebiliyordu!.. Evet, Tansel Hanım, "olayın neresinde"ydi?..
 
Olayın üstündeki "sis"ler dağılmaya başlayınca, "yeni yeni isimler" zikredilmeye başlanmıştı... Danıştay Cinayeti'nden mahkum olan Osman Yıldırım diyordu ki; "Cumhuriyet'e atılan 3 el bombasını Muzaffer Tekin verdi!"
 
ARSLAN KİMLERLE GÖRÜŞTÜ?
 
Peki, Alparslan Arslan, saldırılar öncesi, "kimler"le görüşmüştü?..
 
Ortaya çıkmıştı ki;
 
Arslan; Muzaffer Tekin ve Ertuğrul Yılmaz ile irtibatlı olduğu bilinen Ayhan Parlak'la 108 defa, Sedat Peker'in liderliğini yaptığı örgütün üyesi "Kelebek İbrahim" lâkaplı İbrahim Cingi'yle 94 defa, Muzaffer Tekin ile 35 defa görüşmüştür!..
 
Alparslan Arslan, "Yeditepe Hukuk Bürosu'na ortak"tır ve "ilk staj"ını da, "Sedat Peker'in de avukatı" olan "Hakkı Kurtuluş'un yanında" yapmıştır.
 
Alparslan Arslan'ın otomobilinde; "Vakit'in kupürü"nün yanı sıra; "Ulusal Haber"e ait bir kart ile "Vatansever Güçbirliği Hareketi Genel Başkan Yardımcısı" yazan bir kartvizit ve "Milliyet'in kupürü" de bulunmuş ancak, kimse bunlar üzerinde durmamıştır... Çünkü, Ergenekon'un hedefi, "Vakit'i bitirmek"ti!..
 
O KUPÜRÜ KİM VERDİ?
 
Bu "kupür" işi de, hayli enteresan!..
 
"Vakit'in haberinin üzerinden 3 ay sonra" o kupürü kim nereden bulmuş ve Alparslan Arslan'ın eline kim tutuşturmuştur?..
 
Araştırınca öğrendik ki;
 
Alparslan Arslan, o kupürü, "Av. Hilmi Öztürk'ün bürosu"ndan temin etmiştir!..
 
Hem de, Fenerbahçe-Denizlispor arasında oynanan "şampiyonluk maçı"nın yapıldığı ve Fener'in yıkıldığı gün!..
 
Evet, 14 Mayıs 2006 tarihinde...
 
Yani, "saldırı"dan "3 gün önce!"
 
Alparslan Arslan; "heyecan" mı desem, "telâş" veya "tedirginlik" mi desem, Fenerbahçe Orduevi'nin karşısındaki "Av. Hilmi Öztürk'ün bürosu"na, bu ruh haliyle "paldır-küldür" geliyor ve oradan "arkadaşı" olan Hilmi Öztürk'ü telefonla arayıp diyor ki;
 
"Hilmi, görüşmemiz lâzım...
 
Büronda görüşelim!"
 
Gerisini, Hilmi Öztürk'ten dinleyelim:
 
"Maçın 80. dakikasıydı. Alparslan Arslan aradıktan sonra, Kızıltoprak'ta bulunan ofisime gittim. Alparslan, ofisin orada bekliyordu. Büroya geçtik. Havadan sudan konuştuk. Alparslan bana, 'Danıştay'ın verdiği karar var. Türbanlı öğretmenler okul yolunda da türbanlı gezemeyecekler' dedi. Haberimin olmadığını söyledim. Alparslan Arslan, 'Vakit gazetesinde verilmiş. Detaylarını öğrenmek istiyorum. Bulabilir misiniz? Araştırdım, ben bulamadım' dedi.
 
Bilgisayarı açtım. Internet Explorer'e girdim. 'Vakit Danıştay' yazdım. Birinci sayfada çıkmadı. 25. sayfada manşeti buldum, çıktısını verdim. Siyah-beyaz çıktı verdim. Alparslan Arslan, 'Acelem var' dedi. Hemen çıktı. Evimle ofisim arası 4 kilometredir. Evime 800 metre kala beni geceyarısı yolda bıraktı. Saygısızlık yaptı. Israrım üzerine evime bıraktı."
 
Diyeceksiniz ki, nereden biliyorsun...
 
Hayır, ben bilmiyorum... Bu "bilgi"yi veren Av. Hilmi Öztürk, bunları 2 Aralık 2010 tarihinde "mahkemedeki ifadesi"nde aynen söylemiş ve hatta; "Olmaz olsun böyle arkadaş!.. Bu işte beni de kullandı" demiştir!..
 
Şimdi, söyleyin Allah aşkına;
 
"Vakit'in haberi"nden, "3 ay sonra haberdar" olan bir adam, o haberden nasıl "etkilenir" ve nasıl "tahrik" olur da, cinayete karar verir?.. Ve Vakit nasıl "hedef göstermiş" olur?..
 
Alparslan Arslan'a; "Vakit'in haberinden nasıl ve kimler tarafından haberdar edildiği" sorusu da sorulmalı değil midir?..
 
Demek ki; "cinayeti tezgahlayanlar" işin içine Vakit'i de sokmak istediler!..
 
Ama, hevesleri kursaklarında kaldı!..
 
SEBEP "TÜRBAN" DEĞİL!
 
Hâlâ, merak ederim;
 
Alparslan Arslan'ın, "Glock" marka tabancasıyla, toplantı salonunda 11 el, odadan çıktıktan sonra 6 el, yani toplam "17 el" ateş ettiği "kurşun"ların kim, neresindedir?..
 
Meselâ, olaydan sonra açıklama yapıp, "Kışkırtmaya neden olan Başbakan ve TBMM Başkanı'nı istifaya davet ediyoruz" diyen bazı "baro"lar, "aslında ne istiyor"lardı?.. Hayret; bu açıklamaları nasıl da "Ergenekon'un hedefiyle örtüşüyor"du!..
 
Demek ki, onlara verilen "rol" de, "saldırı" üzerinden "Hükümet'i vurmak"tı!..
 
Oysa, dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın dediği gibi; saldırı "Danıştay'ın türban kararını protesto" için yapılmış olsaydı; Alparslan Arslan'ın, üyelerden "Ayfer Özdemir'i hedef alıp, yaralamaması" gerekirdi!..
 
Öyle ya;
 
Ayfer Özdemir, Danıştay'ın türban kararına "muhalif" kalmış, yani kararı onaylamamıştı!..
 
Demek oluyor ki;
 
Saldırının "türban"la bir ilgisi yoktur!..

Öyle olsa, Alparslan Arslan, olaydan 3 ay sonra, "o kupür"ün peşine düşmezdi!..
 
NİYE HEP ELAZIĞLILAR?
 
Gelelim, "olayın bir başka boyutu"na...
 
Alparslan Arslan, herkesin bildiği gibi Elazığ Lisesi'nden mezundur...

Ailesi de, halen Elazığ'da yaşamaktadır.
 
Ne ilginç değil mi;
 
"Derin Devlet"in kafa adamlarından "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım da "Elazığlı"dır!.. Bu vesileyle ifade edelim, Yeşil, halen "sağ"dır ve aramızda "estetikli" olarak dolaşmaktadır.
 
Ve yine, ne ilginçtir ki;
 
PKK'nın üst düzey liderlerinden Cemil Bayık ile DHKP-C lideri Dursun Karataş da "Elazığlı"dır!.
 
Aynı şekilde;
 
"Hrant Dink Cinayeti"nin azmettiricilerinden olan Erhan Tuncel de "Elazığlı"dır iyi mi?..
 
Bütün bu isimlerin "Elazığlı" olmaları, ister istemez şunu düşündürtüyor insana;
 
"Acaba, Vatan-Millet-Sakarya işlerinde Elazığ insanının milliyetçi duygularından mı yararlanılıyor?.. Bu tür işlerde hep onlar mı kullanılıyor?"
 
Bu soru;
 
Aklınızın bir köşesinde bulunsun.
 
SALİH KUNTER, KİMİN İCADI?
 
Tamam, Türkiye'de bir "Ergenekon yapılanması" vardır ve bunlar; "Hükümeti devirmek" için bir yandan "cuntacı askerleri", bir yandan da "tetikçileri" kullanmışlardır...
 
İyi, hoş da; bir "Bulgar göçmeni" olan Salih Kunter adlı yaşlı bir vatandaşı nasıl bulaştırdılar bu işe?.,.
 
Olayı biliyorsunuz...
 
Terör uzmanı olarak bilinen Doç.Dr. Emin Gürses, 24 Mayıs 2006 günü çıktığı bir TV kanalında Danıştay saldırısını düzenleyen Alparslan Arslan'ın arkasında bir şeyhin olduğunu iddia etmişti... Melih Aşık da bu iddiayı 'Keramet Şeyh'te mi?' başlığını taşıyan 26 Mayıs 2006 tarihli Milliyet'teki köşesine taşımıştı.
 
Aşık soruyordu: "Nereden biliyorsun?"
 
Gürses'in cevabı:

"Arslan'ın arkadaşları söyledi."
 
"Şeyh" dedikleri adam, bugün "88 yaşında" olan Salih Kunter'den başkası değildi...

İyi de Salih Kunter ismine Emin Gürses nasıl ulaşmıştı?..

Tamam, "Alparslan Arslan'ın arkadaşları" söylemişti ama; "kimdi o arkadaşlar?"
 
Sakarya Ünversitesi Öğretim Görevlisi Prof.Dr. Mehmet Sait Doğan, o arkadaşların Prof.Dr. Musa Taşdelen ve kardeşi Av. Mehmet Taşdelen olduğunu, "saldırı akşamı"nda, Üsküdar Belediyesi'nin hemen altındaki "Sarhoş İmamlar Kahvehanesi" denilen "çay ocağı"nda buluştuklarını ve orada "Salih Kunter" isminin zikredildiğini, bunun da Emin Gürses tarafından kamuoyuna açıklandığını iddia ediyordu.
 
Ne var ki; Prof.Dr. Mehmet Sait Doğan; daha sonra savcıya verdiği ifadede, Salih Kunter ismini, "cinayetten 10 gün sonra" duyduğunu söylemiştir...

Tanık Bülent Akkar da aynısını söylemiştir.
 
Kendileriyle görüştüğümüz Prof. Musa Taşdelen ve Mehmet Taşdelen ise, "Emin Gürses'e, Salih Kunter'den bahsetmediklerini" iddia etmişlerdir... Kısacası, "Biz, bu işte yokuz" demişlerdir ama Mehmet Taşdelen, "Alparslan Arslan'la arkadaşlığını" inkar etmemiş ve ayrıca Salih Kunter'in olaya dahil edilmesinin "önceden hazırlanan bir tezgah" olduğunu ifade etmiştir.
 
İSRAİL, OLAYIN NERESİNDE?
 
Doğu Perinçek'in iddia ettiği gibi; Danıştay cinayetinin ardında, acaba İsrail ve MOSSAD var mıydı?.. Derken, 25 Ocak 2012 tarihli Akit'te, "Danıştay'a saldırı İsrail'e uzandı" başlıklı bir haber çıktı ve denildi ki;
 
"Ergenekon davasıyla birleştirilen Danıştay saldırısıyla ilgili olarak tutuklanan OYAK Güvenlik A.Ş. Elektronik Güvenlik Sistemleri Şube Müdürü Y. Selim Kavaklıoğlu'nun 5 Ocak'ta emniyette verdiği ifadesinde, İsrailli bir firmadan söz ettiği öğrenildi.
 
Kavaklıoğlu'nun ifadesinde, "Danıştay saldırısından sonra hard disklerden görüntülerin kurtarılması için İsrail'den Regard firması yetkilisi geldi. Bilgi İşlem Bölümü ile birlikte baktılar. Bu işlemler Orhan Çoban'ın talimatı ile yapıldı. Regard firması yetkilisi bir ya da iki gün çalıştı. Görüntü kurtarılıp kurtarılmadığını bilmiyorum" dediği öğrenildi."
 
Görüyorsunuz ya;
 
"Danıştay cinayeti"ne "bulaşmayan" kalmamış...

Herkes, "olayın bir yerinde" yer almış...
 
Kimi "hedefinde", kimi "karşısında!"
 
Kimi "içinde", kimi "yanında!"
 
Kimi "önünde" kimi "arkasında!"
 
Ama herkes, bir yerlerde!..
 
Bu olayda, tek "masum" taraf Vakit gazetesidir... Biz, baştan beri; "Çiğ yemedik ki, karnımız ağrısın... Yaramız yok ki, gocunalım" dedik, hâlâ da aynı şeyi söylüyoruz...
 
UZUN BİR İSİM LİSTESİ
 
Dün, yazıya girerken, bir "soba hikâyesi" anlattım ve dedim ki; "karmaşık" gibi görünen bazı olayların sebebi, aslında "çok basit"tir...

Sonra, "Kaos" Teorisi"nden söz ettim ve dedim ki; "fırtına"ların oluşumunda, bir kelebeğin "kanat çırpması"nın da rolü vardır.
 
Peki; "kelebeğin kanat çırpması" sonucu "fırtına"lar oluşuyorsa, "yarasa"ların kanat çırpmasıyla acaba ne oluşur?..
 
"Tayfun" mu, "bora" mı?..
 
Yoksa, "hortum" mu?..
 
Orasını bilemem... Ama, çok iyi bildiğim bir şey var ki, kesinlikle "kaos" oluşur.
 
Nitekim; Alparslan Arslan'ın, 17 Mayıs günü Danıştay binasına gidip, "17 kurşun" sıkması, "17. Türk devleti"nde çok büyük bir "kaos"a yol açmış ve bu kaosta, birçok insanın adı geçmiştir... Zaten, Alparslan'ın babası İdris Arslan da, "Oğlum yalnız değildi" demiştir.
 
Ne dersiniz;
 
O "isim listesi"ni yeniden hatırlayalım mı?..
 
Buyrun, Alparslan Arslan'ndan başlayarak, "isim"lere bir bakalım:
 
Mustafa Yücel Özbilgin, Mustafa Birden, Ayla Gönenç, Ayfer Özdemir, Ahmet Çobanoğlu, Kamuran Erbuğa...
 
Bunlar, "hedef" olanlar.
 
Bir de "kaşıyanlar" var:
 
Ahmet Necdet Sezer, Deniz Baykal, Tansel Çölaşan, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay, Askerî Yargıtay, Türkiye Barolar Birliği ve barolar!..
 
Aşağıdaki isimler de, Danıştay cinayetinin "herhangi bir yerinde" bulunanlar:
 
Veli Küçük, Muzafer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk, Fikret Emek, Oktay Yıldırım, Sedat Peker, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Hakkı Kurtuluş, Mehmet Taşdelen, Servet Cömert, Doğu Perinçek, Tuncay Özkan, Hilmi Öztürk, Emin Gürses, Salih Kunter, OYAK mensupları, İsrail'in Regard firması, MOSSAD, Danıştay Dâvâsı'nı alelacele bitiren Hakim Orhan Karadeniz ve...
 
Dâvânın Ergenekon'la birleştirilmesinden sonra, cinayetin aydınlatılması için yoğun çaba harcayan Savcı Zekeriya Öz ve 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri Hasan Hüseyin Özese, Hakim Hüsnü Çalmuk ve Hakim Sedat Sami Haşıloğlu...
 
Elbette unuttuğum isimler vardır...

Lehte veya aleyhte tavır alanların hepsinin isimlerini yazmamış olabilirim... Ama, derdim "isim"lerden ziyade, "basit bir cinayet" gibi görünen olayın, aslında ne kadar "girift" ne kadar "karmaşık" olduğunu göstermekti!..
 
Gördünüz işte; Danıştay cinayeti, "göründüğü kadar basit değil"miş!..

Herkes, "olayın bir yerinde" yer almış ve "kendi ideolojisi" için kullanmış!..
 
Sizce de, bu olayın üstüne sonuna kadar gidilmeli ve "17 Mayıs'ta, 17 kurşun ile 17. Türk devleti"nde kaosa yol açan bu olay aydınlatılmalı değil mi?..
 
Ben "isim"leri verdim, "cisim"leriyle uğraşmak, elbette "yargı"nın işi!..
 
Umarım, bu olayı aydınlatırlar...
 


Mustafa Başoğlu'nu özleyeceğiz
 
Cenab-ı Allah, gani gani rahmet eylesin. Makamı "Cennet" olsun.

Ömrünü "mücadele" ve "hizmet"le geçiren Sağlık-İş eski Genel Başkanı Mustafa Başoğlu'nun vefat ettiğini öğrenince son derece üzüldüm... Ama maalesef beklediğim bir haberdi... Çünkü "ağır hasta"ydı... Son olarak, "Akit'in iftar"ında görüştüğümüzde, hayli zayıflamış ve o dev gibi adam; eriyip, küçülmüştü.
 
Ama, o "hasta" ve "yaşlı" haline rağmen, "mücadele azmi"ni hiç kaybetmemiş, hâlâ "birşeyler yapma"nın heyecanını yaşıyordu...
 
"Yazmak" istiyordu... Ama, "Akit'te yazmak" istiyordu... Akit'e ayrı bir ilgisi, bizlere ayrı bir sevgisi vardı... "Kendini toparla, iyileşince yazarsın" deyince, mutlu olmuştu...

Ama iyileşemedi.
 
O bir "dindar"dı, o bir "milliyetçi"ydi, o bir "vatansever"di...

Ömrünü, bu millet ve bu vatan için harcadı...

En çok da; "başörtüsüne özgürlük" yolunda mücadele etti...

O kadar "dik duruşlu"ydu ki; Demirel'e tepki gösterip, "Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı"ndan bile istifa etmişti...

Sendika Başkanlığı döneminde de; "hayırlı hizmetler" yaptı.
 
Hasılı kelâm, arkasında "iz"ler bıraktı... Bir defa daha; ona Allah'tan rahmet, sevenlerine sabırlar diliyorum.
 
Lütfen, ruhuna bir "Fatiha" hediye edin...

yeniakit