27 Mayıs neden hâlâ güncel?
Bugün 27 Mayıs. Halkın oylarıyla seçilmiş bir iktidarın alt rütbeli subayların inisiyatifindeki bir askeri darbeyle devrildiği, devrilenleri yargılamak üzere özel yargı düzeninin kurulduğu, bu mahkemenin, kendilerini tayin edenlerin iradesi istikametinde kararlar oluşturduğu, bir Başbakan'ın, iki bakanın idam edilerek katledildiği, Cumhurbaşkanı dahil birçok siyasinin sürgün ve hapis cezasına çarptırıldığı bir sürecin başlangıcının 48'inci yıl dönümü...
27 Mayıs'ı neden hatırlıyoruz?
Çünkü Türkiye'de benzer şeyler yaşanıyor. 12 Mart diyoruz, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan, 14 mart, 21 Mayıs diyoruz.
27 Mayıs'ın, bugün çok özel anlam kazanması, siyasi iktidara kural dışı müdahalenin, bu müdahaleye gerekçe oluşturacak ortamı özel planla kurgulamanın yanında "Yargı'nın özel işlev" yüklenmesi itibariyledir. 27 Mayıs gösteriyor ki, Yargı her zaman yargı olarak kalmıyor.
Evet mahkemeler kuruluyor: Hakim heyeti var, sanıklar var, avukatlar var.... ama o hakim heyetinden biri çıkıp "Sizi buraya getirenler böyle istiyor" dediğinde ve kararlar o istikamette alındığında, yargı "adil yargı" olmaktan çıkıyor, "yargısız infaz"a dönüşüyor.
Ondan sonra her şey "sureta" haline geliyor. Yargı, verilmiş bir kararı zapta geçiren bir kurum oluyor. O zaman "Yargı" dediğimizde akan sular durmuyor.
Yargı bir cephede yer alıyor ve farklı güç odaklarının savaş aracına dönüşüyor. O durum, bir sistemin sağlığı açısından "tuzun kokması" gibi bir şey oluyor.
Çünkü insanlar yargıdan özellikle siyasi bir dava söz konusu olduğunda adalet beklemekte zorlanıyor. Bugün Yargı yine ayakta ve siyasi iktidarla cepheleşme halinde.
Bir yargı kurumunda, tıpkı ihtilalle devrilen DP gibi, halktan büyük oy alarak iktidara gelen siyasi partinin kapatılması ve Cumhurbaşkanı - Başbakan dahil 32 milletvekilinin siyasi yasaklı hale gelmesi için dava açılmış bulunuyor.
Bunun yanında Yargıtay Başkanlar Kurulu, tam bir cephe mantığı ile, görülmekte olan davanın iddianamesini desteklediğini ilan ediyor ve siyasi iktidara karşı bildiri yayınlıyor.
Bu görüntünün 27 Mayıs'tan neyi eksik? Buna bir de, bir başka yüksek yargı kurumu Başsavcısının, 27 Mayıs'ı "devrim" diye nitelemesini ve "idamlardan halkın coşku duyduğu" nu ilan etmesini eklerseniz, yargı - siyaset ilişkisinde 27 Mayıs damarının sürüp geldiğini düşünmemek mümkün olmuyor.
İşte AB Ortaklık Konseyi'nin dün kabul ettiği "Ortak Tutum Belgesi" nde "halkın adalete güvenini artırması için" yargıda köklü reformların kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor. Bunun için tarafsız, bağımsız, şeffaf ve etkili bir yargı sürecinin gerekliliğinden söz ediliyor.
Vurgu "halkın adalete olan güveninin artırılması" üzerine yapılıyor. Yani, kimse buradan bu işler "AB'nin keyfi için yapılıyor" gibi bir "ulusal onur" rantı devşirmeye kalkmasın. Yani bu ülkenin insanı istiyor yargı reformunu: Tarafsız yargı. Bağımsız yargı. Şeffaf, hızlı ve etkin yargı.
Buradaki "Bağımsız yargı" vurgusunu da, sadece "siyasi iktidara karşı bağımsız" gibi algılamamak gerekiyor.
Evet, yargı siyasi iktidara karşı bağımsız olmalı, bunun tedbirleri alınmalı, ama 27 Mayıs, 28 Şubat gibi süreçlerde Yargı'nın nasıl başka güç odaklarının etki alanında icra-yı faaliyet ettiği de Türkiye'nin müktesebatı halinde siyasi arşivlerde duruyor.
Anayasa Hukukçusu Doç. Dr. Serap Yazıcı, Taraf Gazetesi'nden Neşe Düzel'e verdiği mülakatta, "Yüksek yargı hukuka uymazsa ne yapmak gerekir? Toplum bu hukuksuzluğu nasıl önleyebilir? Bu Türkiye'nin çözemediği en köklü sorun.
Yargıyı hukuka bağlılığı sağlamak için reforme etmeliyiz." diyor. Bu sözlerde elbette derin bir ironi ya da paradoks var. "Yargıyı hukuka uymaya zorlamak", başlı başına bir ironi taşıyor. "Tuzun kokması"nı önlemek gibi bir şey bu. Avrupa Parlamentosu'nun Türk asıllı üyesi Vural Öger, oradan baktığında çok net olarak görüyor.
Ona göre bu iş "Adnan Menderes ve DP zamanından beri gelen süreç." Bakın Öger'in sözlerinin tamamı nasıl: "-Demokratik bir seçim yapıldı ve halkın yüzde 47'si oyunu AKP'ye verdi. İşte halkın bu oyunu kabul etmek istemeyen kuruluşlar, kurumlar ve bir parti var. Halkın oyuyla başa geçen hükümeti kabul etmek istemedikleri için AKP'yi başka yollardan iktidardan indirmek istiyorlar.
Aslında bu, Adnan Menderes ve DP zamanından gelen bir süreç. Demokratik açıdan seçimleri kabul etmeyen ve oy alamayan bir partinin devlet organlarını kullanarak muhalefet yapması. -CHP'yi mi kastediyorsunuz? "-Evet, CHP'den bahsediyorum.
Avrupa Parlamentosu'nda da Türkiye karşıtları sevinç içinde. Çünkü hepsinin beklentisi AKP'nin kapatılması. Sarkozy de dahil. Çünkü bu parti kapatılırsa hemen önergeler getirecekler parlamentoya. Müzakerelerin durdurulması için." (Sabah, 26 Mayıs 2008 Ecevit Kılıç'ın mülakatı) Türkiye, üzerinde 27 Mayıs'ın bagajını taşıyan bir yargıyı hak etmiyor.
Aradan 48 yıl geçtikten sonra Avrupa kantarında Türkiye'den hâlâ "yargı tarafsızlığı, bağımsızlığı" istenmesi, ve bunun, DP ile AKP 'nin aynı muamelelere maruz kaldığı bir süreçte ortaya çıkması, Türkiye için gerçek bir talihsizlik olmalı.
bugün