28 Şubat da 27 Nisan da darbe girişimi

28 Şubat'ı DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in danışmanı olarak 27 Nisan'ı ise Anavatan Partisi 'nde bir siyasetçi olarak yaşadı.

Siyasetin karargâhında askeri karargâhta planlananlara karşı stratejiler geliştirip liderlerle paylaştı. Kimi zaman başarılı oldu kimi zaman
başarısızlıkların sorumlusu. 28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde yaşadıklarını samimiyetle anlattı, aslında Türkiye 'de 1960 yılından beri olup bitenin analizini yaptı:
"Bütün müdahalelerin altını kazıdığınız vakit, milleti önemsiz, değersiz ve tehlikeli bulan bencil, otoriter, hastalıklı bir kafa çıkar ortaya."

İşte Hüseyin Kocabıyık'ın açıklamaları:

27 Nisan ve son cumhurbaş

kanlığı seçim sürecinde neler yaşadınız?

27 Nisan olayları

na giden süreçte yaşadıklarım bana 28 Şubat'ta yaşadıklarımdan daha çok şey öğretti. Bir kere siyasette durduğunuz yerin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. İnsanın fikirlerine, inançlarına, değerlerine sadakat içinde olmasının ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Ben o tarihte ANAP MKYK üyesiydim. 367 meselesinde ANAP'ın önemli bir rolü olduğu ortaya çıktı. Ama Sayın Mumcu tarihin kendisine verdiği sistemi değiştirme ve demokrasiye dönük tehdidi püskürtme şansım bugün dahi izah edemediğim bir beceriksizlikle tepti.

Abdullah Gü

l'ün telefonu

ANAP'a telkinler yapı

ldığı ortaya çıkıyor. Siz bu telkinleri ilk açıklayan kişiydiniz.

Ben doğ

rudan bir telkine şahit olmadım. Sayın Mumcu'yu kimin aradığım ve niye aradığım da bilmiyorum. Ancak, 25 Nisan 2007 tarihindeki MKYK toplantısında Meclis'e girme taraftan olan Erkan Mumcu, toplantının belirli bir bölümünde gelen telefonlardan sonra ani bir fikir değişikliği sergiledi. 26 Nisan gecesi Sayın Abdullah Gül beni aradı. ANAP'ın cumhurbaşkanım halkın seçmesi, siyasi partiler, seçim kanunu gibi anayasa değişikliği tekliflerini kendilerinin de kabul edeceğini söyledi. Ben bunu Mumcu'ya ilettim. Ben son ana kadar Mumcu'nun Meclis'e gireceğim düşünüyordum. Ama belli ki kendisine tesir eden kişiler veya nedenler bu tarihsel rolü oynamasına izin vermediler.

İ

ktidar ortağı olurlardı

Tam da o sı

ralarda DYP ile Anavatan Partisi arasında birleşme görüşmeleri başlamıştı, size göre bu bir tesadüf müydü? Yoksa iki partiyi markaj operasyonu muydu?

Hayı

r, bu birleşme iyi bir projeydi. Olması gereken bir projeydi ve iyi planlansaydı yüzde 20 civarında oy alacaklardı. Muhtemelen de iktidar ortağı olabileceklerdi.

Niye bunu baş

aramadılar?

Hep darbelere maruz kalmış

olan merkez sağ, 27Nisanda Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu eliyle, yani merkez sağ marifetiyle bir askeri müdahaleyi TBMM'ye girmeyerek meşrulaştırmıştır. Bu davranışlarından dolayı TBMM işlevsiz hale gelmiştir, Meclis'in seçme hakkı Anayasa Mahkemesi'ne devredilmiştir.

■ 27 Nisan bir askeri müdahale size göre.

Tabu ki, ama beceriksizce yapı

lan ve utanılarak yapılan bir müdahaleydi. Bir kere gerekçesi yoktu. 367'nin Anayasa Mahkemesi'ne gittiği günün gecesi bilgisayardan yayınlanan bir muhtıra. Son derece kötü kaleme alınmış, gayri ciddi bir metin ve Anayasa'nın 138. maddesine karşı suç teşkil eden bir girişim. Bu muhtıra, Anayasa Mahkemesi'ne "367 zorunluluğunu getiren karan çıkann, yoksa..'.' diyordu. Yani Anayasa Mahkemesi üyelerinin kafasma bir anlamda süah dayanmıştır.

Pemirel'i gibi oldular

■ Mumcu ile A

ğar birlikte apar topar basın toplantısı düzenleyerek erken seçim çağnsında bulunmuşlardı. Acaba darbe olacağına mı inanduılmışlardı?

Evet, belki de Mumcu Tü

rkiye'yi bir darbeden korumak ve sakınmak için bu tutumu talandı. Yani, birileri Sayın Mumcu'yu ve Sayın Ağar'ı kesinkes bir darbe olacağına inandırmış görünüyor. Zaten benim itirazım burada başlıyor. Özellikle Erkan Mumcu gibi gürültüye pabuç bırakmayacak bir siyasetçinin sonu ne olursa olsun bu yasa dışı girişime karşı durması gerekirdi. Ama o Demirel gibi davranmayı tercih etti. Hem pusuya yattı hem de o süreçte belirleyici konumunu yanlış ve müdahaleye destek verici bir biçimde kullandı. Yoksa ben doğrudan o tezgahın bir parçası olarak hiç görmedim Mumcu'yu.

Sermaye, silahlı

kuvvetleri taşeron olarak kullandı

■ 28

Şubat'ın 27 Mayıs ve 12 Eylül'den farkı "post-modern" olması ve kan dökülmemesi ile açıklanıyor.

Kan dö

külmedi ama devlet, siyaset, hukuk döküldü ve aslında ekonomi de döküldü. 28 Şubat'a "post-mo-dern" diyorlar, ama kelimenin içerik analizinden hareket edersek çok da 28 Şubat'ı karşılayan bir kavramlaştırma olmadığını görürüz. Dile hoş geldiği için kullanılıyor.

İ

lkel bir hareketti

■ Sizce nedir 28

Şubat?

28 Ş

ubat ilkel ve Türkiye'yi modern hayat tarzının, modem siyasetin gerisine çeken bir hareketti. Gerçekten post modern bir darbe olsaydı Türk halkının metafizik dünyasına bu derece hoyratça saldırmazdı bu hareket.

■ 28 Şubat süreci nasıl oluştu?

28 Şubat pramidinin en üstünde büyük sermaye, onun hemen altında bu sermayeye eklemlenmiş medya, bu iki unsurun kullandığı operasyo-nel güç olarak da askerler vardı.

■ Yani size g

öre siviller askerleri mi kullandı?

Sivil kavramı

na itiraz ediyorum. Siviller değil, seçkinler demek lazım. Evet askerler kullanıldı. 28 Şubat'tan bugüne kadar yaşanan olaylar bize bunun böyle olduğunu gösterdi. 28 Şubat'ın en bilinen aktörlerinden birisi "Beni kullandılar" demek suretiyle bu durumu itiraf etti. Nitekim, 28 Şubat sonrası oluşan yeni Genelkurmay karargahı 28 Şubatçılar'ın neredeyse tamamını tasfiye etti.

AB'ye karşı

lar

■ Sivillerin size g

öre seçkinlerin darbeye önayak olduğunu söylüyorsunuz. Büyük sermaye neden böyle bir işin içine girdi?

yük sermaye sanıldığının aksine, Türkiye'nin AB'ye girmesine esastan karşıydı. Türkiye AB'ye girerse her şeyi kaybedeceklerini sanıyorlardı. İrtica, laiklik gibi mevzular bugünden geriye bakınca ne kadar yapay gerekçeler olarak duruyor görürsünüz. Bana göre büyük sermaye 28 Şubat'ın planlayıasıdır ve şartları oluşturandır.

Ç

iller itibarlı bir siyasetçi olarak yaşıyor

Bu sü

rece neden direnemediniz?

Kim demiş direnetnediğimizi? Bu hiç doğru bir yargı değil.

■ Bir hükümet yıkıldı.

Evet bir hükümet yıkıldı. Ama mesela ilk kez DYP gibi bir merkez sağ parti çok onurlu bir demokrasi mücadelesi verdi. Direndi, teslim olmadı. Kendi demokratik argümanlarını üretti. Bana göre şu anda AK Par-ti'nin de arkasında duran ve halkın dünyasına hakim olan demokratik bilinç yaygın bir şekilde o dönemde oluştu. Sayın Çiller bu demokrasi dışı müdahaleye örnek teşkil edecek biçimde direnmiştir, mücadele etmiştir. Ama çok yalnız kaldı. Sayın Yılmaz, Sayın Cindoruk, Sayın Ecevit, ardından Sayın Bahçeli, RPnin içinden çıkan AK Parti hepsi iktidar gördü. Ama Sayın Çiller bir daha iktidara gelemedi. 28 Şubat irticaya karşı değil de Çillere karşı mı yapıldı?

Mesela Yılmaz, Cindoruk ve 28 Şubat'a destek olanlar iktidar gördü, ama tarihin hafıza kayıtlarına da demokrasi sınavında sınıfta kalmış kişiler olarak geçtiler. Tansu Çiller bugün siyaset dışında olmasına rağmen zihinlerde, vicdanlarda itibarlı bir siyasetçi olarak yaşıyor. Diğerleri için ise bunu söylemek mümkün değil.

Bu olayları demokrasi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben 27 Nisan olayından siyasetin ve siyasetçilerin büyük dersler çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Siyaset kendi alanını kimseyle paylaşmamalıdır. Siyasete hangi sebeple olursa olsun asker bulaştığı andan itibaren siyasetin tüm doğası metamorfoza uğruyor. Buradan siyaset yara alıyor, ama asker de yara alıyor. 27 Nisan olaylarının bize öğrettiği bir başka şey, siyasetçi askerle siyaset kurgularsa yanıyor. Hiçbir şey de gizli kapaklı kalmıyor. Hakikatlerin ortaya çıkmak gibi kötü bir yanı var diyorlar ya gerçekten öyle. Şu yakın tarihte yaşanmış olayların gizli bir yanı kalmadı. Buradan da aslında demokratik ve şeffaf bir toplum olmaya doğru gittiğimiz anlaşılıyor. Fransız Başbakanı Clemenceau'nun siyasetin askerle ilişkisini anlatan çok güzel bir sözü var. "Süngüyle savaş kazanabilirsiniz, ama süngünün üstünde oturamazsınız" bu her zaman herkes için geçerlidir.

Bugün bir Ergenekon Operasyonu yaşanıyor. Geriye baktığınızda Ergenekon'u 28 Şubat'ın aktörleri arasında görüyor musunuz?

Hiç şüphesiz tam olarak öyle. Kullandıkları yöntemler, yaratmaya çalıştıkları korku duygusu, kitle psikolojisi üzerinde yürüttükleri faaliyetler hepsi 28 Şubat'ta da tanık olduğumuz yöntemler. Zaten söylüyorum, 1960'tır bunların kökeni. O günden bu yana bu örgüt şu veya bu biçimde şu veya bu fikrin etrafında varlığını devam ettiriyor. O nedenle de 1960'tan bu tarafa Sayın Aydın Menderes'in dediği gibi bu ülkede kan ve gözyaşı eksik olmuyor.

Bugün

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı