Nerelisin diye sorulduğunda, biraz duraklar düşünür, dünya vatandaşı olmamın soranda tam bir karşılık bulamayacağını idrak ederek, Erzurum derim. Erzurumluyum. Erzurum’da doğmamış olmama rağmen, ailem de Erzurumlu değilken benim Erzurumluluğum, iki yerde kaynak bulur: Birincisi çayı çok sevmem, ki Erzurum’da yaşadığımız yıllarda geliştirdiğim bir vazgeçilmezliktir benim için çay, ikincisi ve daha da önemlisi Erzurum’un benim hayatımdaki yeridir. 1974-84 yılları arasında ailemize kucak açan bu Nene Hatun şehri, benim siyasi zihnimin de geliştiği yerdir aynı zamanda. Bir başka deyişle, yıllar sonra geriye baktığımda, karakterimin, kimliğimin, benlik ve toplum bilincimin, dünya ve ahiret anlayışımın geliştiği, oturaklandığı mekandır Erzurum. Böyle olmasında hiç şüphesiz, en büyük pay orada, anne ve babamın bize sağladığı aile ortamıdır. Sıcacık bir yuva, güvenli bir ortam ve idealist iki genç insan... Her şeyin konuşulduğu, tartışıldığı, fikirlerin havada uçuştuğu, resmi tarih öğretisinin dışında gerçeklerin çocuk oluşumuza rağmen bizimle paylaşıldığı, daktilo ve öğrenci kağıtları arasında kaybolmuş bir anne ve evin her odasını kütüphaneye dönüştürmüş bir babanın himayesinde bir yuva.
Çocuksunuz ve bilmiyorsunuz, siz masanın altında incik boncuk oynarken, bir taraftan çocukluğunuzu yaşarken, biraz getir götür annenize yardım ederken, evinizi şenlendiren misafirlerin dünyaca meşhur ilim abideleri Muhammed Hamidullah, Tayyip Okiç, Annemarie Schimmel veya Fuat Sezgin hoca olduğunu… Siz çocuksunuz.
Erzurum böyle bir yerdi. Şimdi aradan geçen otuz üç sene sonra tekrar gidiyorduk Erzurum’a. Çeyrek asrın dışarıda, uzaklarda, çok ama çok uzaklarda geçmiş olması da bu kavuşmayı geçirtirmişti. Bir de tabii, Erzurum’dan ayrılış sebebimiz…bilmem…belki biraz o da dönüşü zorlaştırmıştı: Erzurum demek bizim için başörtüsü yasağının bir diğer adı olmuştu. Hem annem hem de babam için….Tatlı, güzel hatıralarınızın olduğu bir diyarı hatırlamak isteyeceğiniz kadar kötü ve keder dolu olanları hatırlatanlardan da uzak durmak istersiniz, belki biraz da bu ikisinin çekişmesi sonucu otuz üç yıllık bir ara vardı “iki Erzurum” arasında bizim için.
Üç günlük bu seyahatimizde gördüm ki yeni Erzurum tahayyül ettiğim eski güzellikleriyle hâlâ mevcut. Ve fakat yeni Erzurum, eski çirkinlilerinden çoktan arınmış. İslam davasına kendini adamış bir gençlik, derdi olan Müslüman ve onlara yön çizen büyükler hâlâ oradalar. İsimler değişmiş, saçlar ağarmış belki ama, bir meş’ale misali dava şuuru bir nesilden diğerine tevdi edilmiş. O zaman asistan, okutman, çömez, çırak olanlar bir önceki neslin bıraktığı yerden bayrağı almış. Onların yerine de gözleri pırıl pırıl ışıldayan, tertemiz bir gençlik geçmiş.
TÜGVA gençleri ve Milli Türk Talebe Birliği gençleri beraber karşıladı bizi güzel insanların şehri Erzurum’a. Ak Parti teşkilatından kardeşlerimiz evlatlarımız her an yanımızdaydı. Abdurrahman Gazi Vakfı ve Ensar Vakfı ev sahipliği de mükemmeldi. İlim Yayma Vakfı ve Ebuishak Vakfı bizleri bağrına bastı. İlahiyat Fakültesi bize ilk hoşgeldin derken yıllar öncesine götüren yuvamızdı. Kazım Karabekir Ortaokulu bizi hem ümmetin geleceği çocuklarımızla hem de İmam Hatip Okulları Platformu gibi önemli bir teşkilatla bir araya getirdi. Gençvizyon Öğrenci Platformu ve AklıSelim Derneği sadece ümmetin değil insanlığın beklediği geleceğin liderlerini bize tanıttı. Ertansa vasıtasıyla Erzurum Büyükşehir Belediyesi misafirlerine Doğu’nun misafirperverliğini bir kere daha göstermiş oldu.
Bütün bunlara vesile olan değerli Erzurumlulara, hassaten Muhammed İkbal Bakırcı kardeşimize teşekkür ediyorum.
Yeni Erzurum eski Erzurum’un çirkinliklerinden arınmış da demiştim… Allah izin verirse oradan devam edelim.
yeniakit