Perşembe günü, “4 günlük bir seyahat”e çıkacağımdan söz etmiştim... 4 gün boyunca, bir grup gazeteci arkadaşımla birlikte Tanzanya’da idim...
“Lojistik hizmetler” alanında faaliyet gösteren iş adamlarımızdan Mehmet Aydın’ın daveti üzerine gittiğimiz Tanzanya’da, hem “Türkiye’nin Afrika açılımı”nı yerinde görme imkânı bulduk, hem de 28-31 Mayıs tarihleri arasında Tanzanya’nın başkenti Darüsselam limanını ziyaret eden “Barbaros Türk Deniz Görev Grubu”nun subayları ile Tanzanya Büyükelçimiz Sander Gürbüz’ün verdiği yemekte bir araya gelip, “liman ziyaretleri”ni kendi ağızlarından dinleme imkânı bulduk...
Bu arada; bir “çalışma ziyareti” için Tanzanya’da bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile “iç ve dış politika” konusunda “sohbet” imkânı bulduk...
Anlayacağınız;
Gezimiz, “turistik bir gezi” olmaktan çıktı, “yarı resmî bir gezi” hüviyetine büründü.
Hem nazik davetinden, hem de “titiz ev sahipliği”nden dolayı iş adamı Mehmet Aydın’a ve onun Tanzanya’da adeta “eli-ayağı” durumunda olan, gezi boyunca organizasyonda en ufak bir aksamaya meydan vermeyen Esra Hanım’a teşekkürü bir borç biliyorum...
Açık ve net söylüyorum;
Sadece Tanzanya’da değil, sadece Afrika’da da değil; Türkiye’nin “bayrak” göstereceği her yerde Mehmet Aydın gibi iş adamlarına, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı gibi vakıflara ihtiyacımız var...
Tabiî, “İhtiyacımız var” demek yetmiyor... Bu gibi “iş adamları”na ve “vakıf”lara devletin “pozitif ayrımcılık” yapması ve “onların önlerini açması” da gerekiyor... Aksi halde; ne Afrika, ne Asya, “Paralelcilerin at oynattığı” meydan olmaktan kurtulamaz!.. Bu konuda, özellikle “Büyükelçi”lere büyük görev düşüyor... Onların da, “Paralel kuşatma”yı bir an önce kırmaları gerekiyor...
AFRİKA LİMANLARINI ZİYARET
Bunu söyledikten sonra, gelelim “Barbaros Türk Görev Grubu”nun ziyaretlerine...
Efendim;
Dünya denizlerinde “sancak” göstererek “Türk dış politikasını desteklemek, Afrika ülkeleri ile ikili ilişkilerin geliştirilmesine ve yeni ilişkilerin tesis edilmesine katkı sağlamak” maksadıyla teşkil edilen Barbaros Türk Deniz Görev Grubu, 17 Mart’tan bu yana, “Afrika ülkelerine eğitim ve liman ziyaretleri” gerçekleştiriyor... Bu ziyaretler 27 Haziran’a kadar sürecek.
Tuğamiral Ali Murat Dede komutasındaki Barbaros Türk Deniz Görev Grubu TCG Gediz, Heybeliada, Oruç Reis ve Yarbay Kudret Güngör adlı lojistik gemilerden oluşuyor.
Bu gemiler, 28-31 Mayıs tarihleri arasında Tanzanya Limanı’nı ziyaret ettiler... Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, Tanzanya’daki Darüsselam Limanı’nda demirli Barbaros Türk Görev Grubu gemileri TCG Gediz, Heybeliada, Oruç ve Yarbay Kudret Güngör gemilerini ziyaret etti.
Davutoğlu, TCG Heybeliada Gemisi’nde askeri törenle karşılandı. Bakan Davutoğlu’na, Barbaros Türk Görev Grubu ve gemilerle ilgili brifing verildi. Daha sonra denizcilere hitap eden Davutoğlu, Barbaros Görev Grubu aracılığıyla Türkiye’nin uluslararası sularda operasyonel olabilme kabiliyetini” gösterdiğini söyledi.
Ertesi gün de; 26 Nisan 1964’ten bu yana Tanzanya’ya bağlı bir ada olan Zanzibar’da biz “gazeteciler” ve “iş adamları” ile sohbet etti... Sayın Davutoğlu ile sohbetimiz bir “ufuk turu” şeklinde oldu... Hangi konularda neler düşündüğünü, inşallah yeri geldiğinde yazarım...
ZANZİBAR, BAHARAT MERKEZİ
Zanzibar’dan söz etmişken, biraz bilgi vereyim... 2 bin 643 kilometrekare büyüklüğündeki Zanzibar için, “dünyanın baharat merkezi” desek yanlış olmaz... Zaten ekonomisi “baharat üretimi” ve “turizm”e dayalı... Şiraz’dan gelen “İranlı göçmenler” tarafından kurulmuş... Adı, “zencilerin sahili” anlamındaki Farsça “Zangi Bar”dan geliyormuş...
1503-1698 yılları arasında “Portekiz hakimiyeti”nde kalan ada, 1698 yılında, Umman Sultanlığı denetimine geçmiş...
1840 yılında, Umman Sultanı Seyid Said bin Sultan El-Busaid sultanlığının başkentini Umman’daki Muskat’dan, adadaki Stone Town şehrine taşımış. 1856 yılında ölümünden sonra oğulları iktidar kavgasında düşmüşler ve 6 Nisan 1861’de sultanlık, Zangibar ve Umman olarak ikiye bölünmüş...
Ada sultanlığı, 1890 - 1963 yılları arasında İngiltere tarafından atanan vezirler ve valiler tarafından yönetilerek, yarı sömürge haline getirilmiş... 19 Aralık 1963 tarihinde bağımsızlık verilen ada, sultan yönetiminde anayasal krallık haline gelmiş... Kısa süren bu dönemden sonra 12 Ocak 1964’de yönetim devrilmiş, 26 Nisan 1964 tarihinde ise bugün özerk bölge olarak bir parçası olduğu Tanzanya’ya bağlanmış.
“1 milyon civarında bir nüfus”a sahip olan adada, halkın yüzde 99’u “Arap”lardan ve “Sünnî Müslümanlar”dan oluşuyor...
12 Ocak 1964 tarihinde, “İngiliz fitnesi” ile halk birbirine düşürülmüş, “ayaklanma” esnasında, bölgedeki “Arap Hanedanlığı” sona erdirildiği gibi, binlerce Arap ve Hint katledilmiş... Ki, “katledilenler” arasında, Umman Sultanı da bulunuyor... Bu “katliam” olmasaydı, İngiltere, herhalde “sömürü düzeni”ni kuramazdı!..
Zanzibar’ı gördükten ve tarihçesini öğrendikten sonra, İngilizlere duyduğum “kin ve nefret” bir kat daha arttı!.. Zira, “fitne”lerle, “entrika”larla halkları karşı karşıya getirmişler ve “hakimiyet” kurup, sadece “halkı sömürmüşler!”
Hâlâ da; Tanzanya ve Zanzibar’da “halkı inek gibi sağmaya” devam ediyorlar.
Ama Zanzibar, “cennet gibi” bir yer... Her taraf yemyeşil... “Gibi”si Zanzibar ise, Allah bilir, “Cennet” nasıldır?..
Cenab-ı Allah’ın bahşettiği bu “doğal zenginlik”te, insanların yine de “fakir ve yoksul” olmaları, “sefil bir hayat” yaşamaları, insanı kahrediyor... Hepsi de, “Batı’ya çalışan köleler” durumunda ki, gel de kahrolma!..
VARLIK İÇİNDE YOKLUK
Tanzanya’nın merkezi Darüsselam’da durum, daha da berbat!.. Bir “zenginler sınıfı” var ve “villa”larda yaşıyorlar, bir “yoksul” kesim var ki, yatacak yerleri yok!..
945 bin kilometrekarelik yüzölçümü ile dünyanın en geniş topraklarına ve 38 milyon nüfusa sahip Tanzanya, uzun yıllar “Almanya ve İngiltere’nin boyunduruğu”nda kalmış...
1954 yılında Julius Nyerere başkanlığında “bağımsızlık mücadelesi” verilmiş olsa da, Nyerere, Tanzanya’ya “sosyalizm diktatörlüğü” getirmiş... Bu rejim, Çin, Doğu Almanya ve SSCB tarafından desteklenmiş...
“Sosyalist rejim” süresince kimi köyler yakılmış ve halk, toplu olarak “zorla tarlalarda çalıştırılmaya” başlanmış!..
Şu tabloya bir bakar mısınız;
Ülkede altın, elmas, kömür, demir, uranyum, nikel, krom, kalay, platin, koltan ve niyobyum gibi değerli yeraltı kaynakları yer alıyor... Her ne kadar madencilikte gelişmemiş olsa da Tanzanya; Güney Afrika ve Gana’nın ardından Afrika’nın altın madenciliğinde en gelişmiş üçüncü ülkesi..
Ülke, ayrıca Tanzanit adlı değerli taşlarıyla da ünlü... Bunların dışında ülke sınırları içinde Serengeti ve Ngorongoro gibi dünya çapında ün yapmış birçok ulusal park yer alıyor... Öyle ki sadece bu parklar, ülke için önemli bir turizm geliri sağlıyor... Ayrıca Hint Okyanusu açıklarındaki Songo Songo adasından doğal gaz çıkarımı da 2004 yılında başlamış...
Böyle bir tabloya rağmen, halkın; “varlık içinde yokluk” çekmesinin tek izahı vardır: “Sömürge düzeni”nin devam etmesi!.. Bu “sömürge düzeni”dir ki; Tanzanya’yı “dünyanın en az gelişmiş, dış yardıma en çok ihtiyaç duyan ülkesi” haline getirmiş!..
Bugün bile;
“IMF ne derse, o oluyor!”
HALKIN 4’TE BİRİ AIDS’Lİ!
Bu kadar “boyunduruk” altına girmiş ve bu kadar sömürülmüş Tanzanya’da, nüfusun üçte biri Müslüman veya Hıristiyanlardan oluşuyor... Geriye kalan nüfus ise yerel dinleri benimsemiş... Ancak, yine de 1967 yılındaki sayımlardan sonraki hiçbir sayımda insanlara, hassas bir konu olduğu düşüncesiyle dinî inançları sorulmamış... Bu sebeple, günümüzdeki dini durum hakkında kesin bir tahmin yapılamıyor...
Acı ama, gerçek;
Tanzanya’daki Müslümanlar ne “tam Müslüman”, ne de Hıristiyanlar “tam Hıristiyan!..”
Sorduğunuzda “Müslümanım” veya “Hıristiyanım” diyorlar ama, “yaşantı”larının “din”le ilgisi yok!..
Eğer “dinî bir yaşantı”ları olsaydı; ülkedeki “AIDS’li” oranı, herhalde bu kadar yüksek olmazdı... Bebeklerdeki ölüm vakalarında “sıtma” ilk sırayı alırken, 2006 verilerine göre; 15-60 yaş arası yetişkinlerdeki ölüm sebebi, maalesef AIDS... Ülkedeki AIDS teşhisi konulan ve tedavi gören insanların oranı “yüzde 15-20 civarında” olarak açıklanıyor ama bu oranın “yüzde 25”i bulduğu söyleniyor!..
Yani, 4 kişiden biri AIDS’li!..
Ortalama ömür de, 50 yıl!..
GÜLEN CEMAATİ NE YAPIYOR?
İnsan, işte bu noktada soruyor:
“Fetullah Gülen Cemaati 15 yıldır Tanzanya’da... Peki, bu 15 yılda İslâmiyet adına ya da Türkiye adına ne yapmışlar?.. Oralarda okullar açmışlar, sadece Türkçe Olimpiyatları’na katılacak çocuklara Türkçe öğretmişler de, İslâmiyet adına ne yapmışlar?”
Gülen okullarında okuyan öğrencilerle de konuştuk orada... Öyle ki; “Türkiye’de, Tanzanya için himmet toplayan” ama himmet paraları Tanzanya’ya gitmediği için “Cemaat”ten kopan gençlerle de görüştüm... “Ben ve diğer arkadaşlarım” dedi; “İslâm’ı da, Kur’an-ı Kerim okumayı da kendi çabalarımızla öğrendik!.. Bunların tek bir hedefi var, para kazanmak!..”
Evet, sadece “cep”lerini düşünüyorlarmış... Çocuklara “din-iman” aşılamak, onlara “dinin emirleri”ni öğretmek filân, böyle bir stratejileri yok!.. Tek yaptıkları, “elçilikleri kuşatma altına almak” ve orada “iş” yapacak “iş adamları”na “gözdağı” verip, “Buranın tek hakimi biziz” demek!..
Bunu, inşallah yarın “ayrıntılı” biçimde ve “örnekleriyle” anlatacağım ama, bugün söyleyeceğim şu: “Gülen Cemaati”nin, “Tanzanya’yı sömüren İngiliz, Alman ve Amerikalı iş adamları”ndan hiçbir farkları yok!.. Açtıkları “okullar”da da, “sadece zenginlerin çocukları”nı okutuyorlar... Öyle ya; “yıllık 15 bin doları bulan ücret”leri “fakir”ler nasıl ödesin?..
Tanzanya’da, iyi ki, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı gibi vakıflar var da, “Afrika genelindeki 30 okulları ile, fakir ve kimsesiz öğrencileri, tamamen ücretsiz okutuyorlar.”
“Dinî eğitim” de cabası...
Allah, onlardan razı olsun...
Bugünlük bu kadar.
************************************************************************
CHP ve MHP’nin çatı adayı Rahşan Ecevit olsun!
30 Mart seçimlerinde, “MHP’lilerin CHP adaylarını desteklediğini ama CHP’lilerin MHP adaylarına oy vermediğini” söylemiş, bunun “aptallık” olduğunu dile getirmiştim...
Bazı MHP kurmayları beni kınamış, bazıları da; “Kurumsal bir ittifak yok, bunlar MHP’lilerin bireysel tercihleridir” şeklinde açıklama getirmeye çalışmışlardı...
İyi de, bu nasıl bir “bireysel tercih”tir ki; Yalova ve Ağrı’daki yenilenen seçimlerde de, MHP’lilerin oyları CHP’ye ve BDP’ye gitti!..
Tamam, bu 2 vilayette “AK Parti’nin oyları arttı” ama nihayetinde seçimi kaybettiler...
Hem de; 1 veya 10 oyla” değil, belirgin bir oy farkıyla...
Ne yani, CHP’nin ve BDP’nin seçimi kazanmasında “MHP oyları”nın hiç mi rolü yok?!?..
Gördüğüm kadarıyla; “Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli karşıtlığı”, tabandaki MHP’lilerin CHP’ye ve BDP’ye gitmesine yol açıyor!..
Oldu olacak, bu ittifak “Cumhurbaşkanlığı seçimleri”nde de devam etsin ve belirlenecek “Çatı Aday”a oy verilsin!.. Mansur Yavaş’ın “Çatı Aday” olarak gösterilmeye gönlü var ama, bence en uygun aday Rahşan Ecevit’tir!..
Her halûkârda “CHP adayı”na destek veren MHP tabanı, herhalde, kendilerine “Eli kanlı faşistler” diyen Rahşan Ecevit’e de desteklerini esirgemeyecektir!..
Olmaz mı?.. Niye olmasın?..
Nasıl olsa;
“Bülent Ecevit kontenjanı”ndan, “Gülenistler” de Rahşan Hanım’ı destekler!..
yeniakit