KENAN ÇAMURCU
33 yıl önce, 1979'da yine böyle bir Şubat vaktinde İran halkı, Amerikan emperyalizminin merkez üssü haline gelmiş şehinşahlık diktatörlüğünü yıkan büyük devrimi gerçekleştirmişti. İran devrimi, bugün Arap sokaklarında diktatörlerin karşısında dikilen ve liberal demokrasi dünyası tarafından "Arap baharı" adı verilerek çalınmaya çalışılan ümmi isyanlara ilham olmuş sarsıcı değişimin miladıydı.
İslam devriminden sonra, ne adına "ortadoğu" denilen dünyanın merkezi (Ortadünya) eski haliyle kalabildi, ne de dünya eski dünya olarak yoluna devam edebildi.
Türkiye ve Pakistan'daki ikiz askeri darbeler ve liberal demokrasi dünyasının Arap saltanatların da katıldığı kalabalık koalisyonla Saddam'ın tetikçiliğinde İran'a saldırması İran'da yaşanan istikamet değişikliğinin sistemde yolaçtığı telafisi imkânsız hasarı kontrol altına almayı amaçlıyordu. Washington, 80'li yıllar boyunca bir yandan Ortadünya'da eski nüfuzunu geri kazanabilmek için çaba harcarken, diğer yandan İran'da yakılan "bağımsızlık, özgürlük, İslam cumhuriyeti" ateşinin Arap saltanatlarını tutuşturmaması amacıyla oradan oraya koşuyor, askeri ve psikolojik harekâtlar gerçekleştiriyor, kapsamlı halkla ilişkiler ve propaganda faaliyetiyle, İran'da yaşananın İran'da kalması için olağanüstü uğraş veriyordu.
Sünni-Şii ihtilafının din farkı gibi takdim edildiği kara propagandalar, 1987'de Fransız komandoların da katıldığı imha hareketiyle Suudi saltanatının çoğu İranlı olmak üzere 400 hacıyı Kabe'nin yanıbaşında acımasızca katletmesi, bir yıl sonra Amerikan savaş gemisinin Fars Körfezi'nde İran yolcu uçağını düşürerek 300 İranlı yolcuyu öldürmesi, Saddam'ın savaş boyunca dünyanın gözleri önünde kullandığı kimyasal silahları İran'ın şehirlerine de atmaya karar vermesi gibi gelişmeler, gözü dönmüş liberal demokrasi dünyasının İran'daki devrimi ve milli iradeyi yoketmek için el atmadık saldırganlık bırakmadığının acı verici örnekleri, insanlığın utanç duyacağı hatıralardır.
Amerikan emperyalizminin liderliğindeki liberal demokrasi dünyası ya da yeni sömürgecilik, Ortadünya'da halklara musallat olmuş saltanat rejimlerini ve diktatörlükleri 30 yıl boyunca İran'da emsali gösterilmiş milli irade devrimlerinden korumayı stratejik görev olarak tarif etti.
Amerika'nın liderliğindeki liberal demokrasi dünyasının İran'a karşı hiç hız kesmeyen, soluklanmayan, ara vermeyen kesintisiz soğuk ve sıcak savaşının stratejik hedefi İsrail'i koruyup kollamaktır. Lübnan'da 1982'de ortaya çıkan Hizbullah'la birlikte Filistin dosyasında eksen kayması yaşandığından ve ilk kez İsrail'in istikrarlı yayılması durdurulduğundan beridir İran'a karşı dönemsel dalgalar halinde yönelen saldırılar, dünya savaş tarihinin en kapsamlı fasikülünü oluşturuyor.
90'lı yıllarla birlikte soğuk savaş kapitalizmi, soğuk savaş sosyalizmini tasfiye edip yeni dünyayı kurarken yeni sömürgeciliğin amaç ve hedefler şemasındaki en önemli başlık, İran'sız, yani itirazsız yeni bir "ortadoğu" inşa etmek, yeni bölgesel rejimi İran'ın sisteme tehdit oluşturmayacağı dinamikler üzerine kurmaktı. 90'lı yılların ortasından itibaren Türkiye'ye bu çerçevede rol biçildiğini doğrulayan sayısız kanıt var. İsrail'in, Türkiye'nin siyasi ve iktisadi gözeneklerine kadar sindiği bu dönemde neredeyse İran'la savaşacak kadar gerilimin yükseldiği anlar yaşandı.
2000'lerdeki renkli devrimler sırasında Lübnan'da eski başbakan Refik Hariri'nin ABD-İsrail ortak yapımı bir suikastla öldürülmesini bahane olarak kullanan "sedir devrimi", diğer renkli devrimler içinde en önemlisiydi kuşkusuz. "Sedir devrimi", 1982'den itibaren ilk kez İsrail'in yayılmasını durdurmuş Direniş zincirini parçalamayı amaçlıyordu. Plana göre Hizbullah'ın tasfiyesiyle Direniş zincirinden önce Lübnan çıkarılacak, ardından Lübnan'daki renkli devrimin sıçratılmasıyla Suriye Direniş zincirinden kopartılacak ve böylelikle İran'ın yeni sömürgecilik için oluşturduğu tehdit bastırılmış olacaktı. "Sedir devrimi", 1989 Taif Antlaşması uyarınca Lübnan iç barışını korumakla görevlendirilmiş barış gücü sıfatıyla Suriye silahlı kuvvetlerinin 2005'te Lübnan'dan çıkmasını sağlamış olsa da renkli devrim Suriye'ye sıçratılamadı. Üstelik Hizbullah da siyasi olarak tasfiye edilemedi. Bunun sonucunda 2006'da İsrail, liberal demokrasi dünyasının gözetimi ve koruması altında Lübnan'a saldırdı. Her türlü ahlaksız saldırı yöntemini ve silahı kullanan İsrail'in, arkasındaki büyük desteğe rağmen 33 günlük Temmuz savaşında ağır bir yenilgi almasıyla yeni sömürgeciliğin İran'a karşı ikinci büyük saldırı dalgası da tam bir fiyaskoyla sonuçlanmış oldu. Büyük umutla uygulamaya sokulmuş Büyük Ortadoğu Projesi, mimarlarının da itiraf ettiği gibi tarihe karıştı. Şüphesiz yeni sömürgecilik, BOP'un bıraktığı yerden bayrağı devralan "yeni ortadoğu" benzeri planlarla 22 ülkede sınır değiştirme ve Amerikan hegemonisini derinleştirme emelini gerçek yapmak için uğursuz gayretlerine son vermiş değildir.
Amerika'nın liderliğini yaptığı liberal demokrasi dünyası bugünlerde İran'a yönelik üçüncü dalga ve yeni nesil bir saldırıyı olgunlaştırmaya çalışıyor. 1979'dan bu yana devam eden öykünün tema, içerik ve biçiminde değişen hiçbir şey yoktur. Uzun yıllardır Suriye'deki tek parti rejimini hiç sorun etmeyen ve odaklandığı tek konu bu rejimin Filistin dosyasında İran'la birlikte hareket etmesi olan Amerika, şimdilerde Suriye'de siyasi rejim ve reform meselesini kampanya konusu yapmış bulunuyor. Yıkılmazdan önce Kaddafi'yi uluslararası toplumun saygın üyesi ilan etmiş olan aynı Amerika ve liberal demokrasi dünyasıdır bu. Suudi, Katar, Bahreyn, Yemen diktatörlerine ve bölgenin diğer benzin istasyonu sultanlarına dokunmayan, oralardaki gerici rejimleri ne pahasına olursa olsun korumaya azimli liberal demokrasi dünyası yani!
Suriye'deki siyasi kriz ve ülkenin sınır bölgesinde yaşanan silahlı isyan, daha önce bunu hiç dert etmemiş liberal demokrasi dünyası tarafından özgürlük kampanyasıyla kutsanıyor. Ne yazık ki Türkiye'de bazı saf dindarlar da, imalatı NATO karargâhında gerçekleştirilmiş bu ürünü sorgusuz sualsiz tüketiyor!
Atlantik havzasında müstahdemlik yapan medyanın NATO karargâhında atılmış manşetleri, renkli devrim finansörü kapitalistin "ihraç ürününüz TSK" nasihatini harfiyen takip ediyor.
Suriye'de halkın iradesinin özgürce tecelli etmesinin önündeki büyük engel olan tek parti rejimiyle Direniş'e katkı vermenin mümkün olamayacağını yıllardır söyleyenlere emperyalist kampanyaya katılmadıkları için suçlama yöneltilmesi NATO'cu psikolojik harekâtın önemli ayağıdır.
Suriye'deki siyasi krizde NATO sancağı altında ABD istilasına holigan olmayana "Baasçı" dediklerinde biz de onlara merhum Erbakan'ın tabiriyle "hadi oradan" diyoruz.
Bazı saf dindarlar, Atlantik odaklarından gelen tüm çağrıları gaflet ve dalalet içinde başüstü ediyor olabilir. Ama biz, döktüğü kan yeryüzündeki okyanuslarla karşılaştırılabilecek sömürgeci liberal demokrasi dünyasının çıkarlarını temine seferberlik çağrısı olan kampanyalara katılmayı haram kabul ediyoruz!
Atlantik dünyasının hiçbir tarifini kabul etmiyoruz. Onun adalet tarifiyle bizimki farklı, onun zulüm tarifiyle bizimki kökten farklı. Atlantik dünyasında zulmün tarifi, yeni sömürgecilerin menfaat hiyerarşisine göre değişiyor. Atlantik havzası için zulüm, tıpkı terör gibi siyasi bir maniveladır. Yemen, Bahreyn ve Suud'da öldürülen insanların kanı hepimizinki kadar kırmızı kabul edilmiyor. Oralarda yaşananlara zulüm adı verilmiyor, buradaki diktatörlüklerin uyguladığı vahşet kampanyalara konu olmuyor.
Liberal demokrasi dünyası halkların özgür iradelerinin tecellisinden heyecan duymuyor, ülkeleri onun çıkarına hizmet eder hale getirecek demokrasi ideolojisini ihraç etmekten başka bir şeyi gözü görmüyor. BOP bünyesinde sınırların ve rejimlerin değiştirilmesinin büyük emeli, ülkelerin siyasi ve iktisadi olarak küresel otomasyona bağlanmasıydı. Yeni sömürgeciliğin bu karanlık ve kirli emeli ilk günkü hevesiyle yerinde duruyor.
İran, bu hevesi her defasında kursaklarında bıraktığı için sindirilmek, bastırılmak, hatta eğer mümkünse imha edilmek isteniyor!
Tarihi sömürgecilik, kan, gözyaşı, işgal, talan ve savaşla yazılmış liberal demokrasi dünyası, İran'da milli iradeyi yoketmek istiyor. Karanlığın ışığı, zulmetin nuru yoketme hırsıdır bu. Karanlığın imparatorluğu, nur inkılâbını, ışığın devrimini imha etmenin peşindedir.
İran'a yönelik üçüncü saldırı dalgasında öyle anlaşılıyor ki Türkiye her türlü tezviratın göbektaşı yapılmak isteniyor. 1999'dan başlayarak adına "küresel entegrasyon" denilen radikal ve kritik dönüşüm süreciyle birlikte Türkiye, yeni sömürgeciliğin ana karargâhına bağlı siyasi ve iktisadi otomasyona geçmiştir. 2000'li yıllar boyunca yaşanan değişim ve dönüşümün, aslında yabancılaşma ve başkalaşma biçiminde okunmasına fazlasıyla izin veren nice kanıtı ve örneği var.
Bütün değişim iddialarının aksine Türkiye'nin temel sorunu yerinde sapasağlam duruyor: Geçmiş-bugün, eski-yeni yok, süreklilik var ve bunun güvencesi de ülkenin Batıya çıpalı stratejik istikametinin aynen devam ediyor olmasıdır. Öyleyse Batı sömürgeciliğinin emellerine çıpalı istikamete karşı çıkmayanlar, derin devlete de, başka gizli örgütlenmelere de karşı olamazlar. Bu nedenle "vesayetten kurtulma" adı verilmiş sahne performansını reddetmek dürüstlüğün gereğidir. Değişen Türkiye"de değişen tek şey sahne dekoru ve oyunculardır, oyun kaldığı yerden yeni dekoru ve oyuncularıyla sahnelenmeye devam ediyor.
NATO bayrağı altında İran'ın, Irak'ın, Suriye'nin, Lübnan'ın üzerine yürümeye yeltenenlerin "vesayet rejiminden kurtuluş"tan sözedecek halleri yoktur. Atlantik vesayeti altında talimatla saldırılar düzenleyen insansız ve insafsız hava aracına dönüşmüş ruhlar özgürleşmiş sayılır mı?
Katliam, katil, kıyım, kırım ve cinayet ustası Amerika'ya ve İsrail'e sitem bile etmeyenler İran'a saldırmak için bahane mucidi olmaya çabalasa da İsrail lobisi ile işbirliği içindeki muhafazakâr ve liberal medyada yapılan operasyonların hepsini görüyoruz, karanlık ve kalleş icraatlarının hiçbiri gözden kaçmıyor. Bu yüzden, ellerindeki leviathan medya aygıtına ve görkemli iktidarlarına rağmen sadece sosyal medya ortamlarında meramını ifade edebilen sözümüz karşısında acziyet içindeler.
Onların Atlantik havzasında faaliyet halinde devasa medyaları, hükümetleri, petro-dolarları, NATO'ları var. Batı sistemine çıpalı istikametlerinde bu devasa aygıtları diledikleri gibi kullanıyorlar. Bizimse hakikate sadakatten başka sıfatımız, imkânımız, gücümüz yok. Sahip olduğumuz tek varlık ve güç, vicdanımızdan ve ahlakımızdan süzülüp gelen sözümüz!
Kara propaganda ve soğuk savaş makinesinin hakikate sadakatten milim sapmayan vicdanlar için tabii ki soğukkanlı ve ahlaksız planları, hesapları, propagandaları var ve bunları ellerindeki küresel ve yerel medyalardan, güç merkezlerinden, iktidarlardan, kabarık bütçelerle semirtilip azmanlaştırılmış mecralardan üzerimize boca edebiliyorlar. Batı sistemine çıpalı istikamete itirazı olan herkes için mutlaka bir etiketleri var. Varsın olsun, bunda dert edecek hiçbir şey yok! Onların hiçbir yakıştırması, ithamı ve etiketi hakka, hakikate ve adalete inancımızı sarsamaz, bu uğurda mücadele azmimizi kıramaz. Ellerindeki devasa kudretle karşımıza dikilseler de gözden gizlenmek istenenleri hakikatin sicil kaydına geçmekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Her türlü tezvirata, baskıya, kara propagandaya karşın bu ülkenin iktidar sarayına ilişmemiş toplumsal kesimleri, politik gruplar ve vicdanlarında duyarlılık ateşi sönmemiş olanlar, karşılarındaki dev medyatik ve politik iktidarlardan, muktedir sermaye ve servet öbeklerinden, tahrif, tahrip ve tahrik organizasyonlarından yılmayarak hakikate sadakatin yüksek ahlakından asla ayrılmayacaklardır.
Atlantik'ten sökün eden kampanyalara kanmayıp katılmayanlar, küresel otomasyona yapışık yerel iktidara ilişmeyenler, hakkı batılla örtüp hakikati gizleyen iktidar bileşenlerinin parçası olmayanlar, tek kelimeyle muhalifler, 4 Şubat 2012 Cumartesi günü İstanbul'da Taksim Meydanı'na toplanarak "İran'a savaşa da, yaptırıma da hayır!" diyeceklerdir.
Amerika'nın İran'a tehditleri ile Türkiye'de yükseltilen İran karşıtı tansiyon arasındaki bağı ifşa ve teşhir etmek üzere Taksim'de hakikatin, adaletin, vicdanın ve ahlakın sesini yükselteceğiz.