A. DİLİPAK: İki “enayi adam”(!?)ın hikayesi...

Muhterem Abdurrahman Dilipak'ın bugünkü yazısı. Habervakti.com sitesinden iktibas ediyoruz.

Abdurrahman Dİlipak/Habervakti.com

İki “enayi adam”(!?)ın hikayesi...

Bugün size Hasan Celal Güzel ve Recep Yazıcıoğlundan söz edeceğim...
Biri siyaset adamı, biri vali, bürokrattı.
Hasan Celal Güzel alıntıladığım yazısını 14 Mayıs 2013’de Sabah’ta yazmıştı. Recep Yazıcıoğlu hakkında yazılan ise, sosyal mediada dolaşan, onunla ilgili bir tanıklık.

Çarşamba günü Uşak Asliye Cezada karar duruşmam vardı. Uşak eski valisinin hakkımda davacı olduğu mahkeme beraatle sonuçlandı. Dava konusu olayda, Twitter’de RT ettiğim bir eleştiriyle ilgili olarak “Yazıcıoğlunu güzel bir örnek demiştim, kötü örnekleri eleştirdiğimiz gibi, güzel örnekleri desteklemek gerek” anlamında bir şeyler söylemiştim. Ve son duruşmada Yazıcıoğlu ile ilgili anlatılan bir olayın hikayesini de sunmuştum mahkemeye. Bugün onu da takdim edeceğim, inşallah!
Önce Hasan Celal Güzel’in makalesi. Tam de Milletvekili seçiminin ardından, bakanlıklara, bilim ve politika kurullarına, üst yönetime, parti kademelerine yeni atamalar yapılırken önemli bir uyarı bu. Her iki kardeşime, dava arkadaşıma / Suç(!?) ortağıma, da Allah'tan rahmet diliyorum.

Hasan Celal yazıyor:
“(Sayın Milletvekillerine ithaf olunur)
Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir 'enayi' olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren 'beytülmal'ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse 'Devlet malı deniz, yemeyen domuz' dememişti.
Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle 'eşşek gibi' çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana 'uykusuz müsteşar' adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama 'Ne akılsız adam yahu!' şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde 'T.C. Hükümeti' yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
Meğer ben ne enayiymişim!...
*** Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur... Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman 'beleş' cep telefonlarımız da yoktu. Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışında tek bir hatıra eşya göremezsiniz. Benim anladığım mânâda siyasete 'Zengin girilir, fakir çıkılır'. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP'taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran'daki daireyi; YDP'nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya'daki ev ile dedemden kalan Gaziantep'teki evin bana düşen hisselerini harcadım. Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği 'Vakıflar Genel Müdürü' olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.
Sadece bununla kalsa neyse... ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan 'kıyak emekliliği' reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı'yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım. Meğer ben ne enayiymişim!...
*** Şimdi 70'ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım... Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda 'Dikili ağacım dahi yok'. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, 'Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?' lâfım vardı. Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.
Beni bütün 'enayiliğime' rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.”

Ve Yazıcıoğlu hakkında bir şahidlik:
‘’Tokat valisi iken adından çok söz ettiren ve tebdili kıyafetle köylülerin traktörlerine binip Niksar Dörtyol mevkiinde köylü traktörcülerden haraç isteyen polisleri görevden alan ve içki satan yol kenarındaki büfelerde içki satımını ve kahvelerde kumardan sayılan oyunları yasaklayan bir vali iken; Aydın Valiliği'ne atanan ve henüz üç dört günlük vali iken Nazilli SSK Hastanesi ile ilgili bir şikayet kulağına çalınır... Hiç vakit kaybetmeden hastaneye gider. Tebdil-i kıyafet gelir. Acil bölümünden girer.
Oradaki görevli bir hemşireye der ki "Başhekimin odası nerede?"
Hemşire şöyle bir bakar Yazıcıoğlu'na. Tanıyamaz tabi. Küçümseyici bir ses tonuyla
"Üst kata çık, koridorun sonundan sağa dön, sondaki oda" der.
Yazıcıoğlu üst kata çıkar. Başhekimin odasını bulur. Kapısı açıktır ama başhekim odasında yoktur. İçeri girer. Tam o sırada başhekim gelir.
"Buyurun ne istiyorsunuz?" diye sorar.
Yazıcıoğlu, rahatsız olduğunu, tedavi olmak istediğini ama parası olmadığını söyler. Başhekim kendisine
"Burası hayır kurumu değil, paran yoksa tedavi olamazsın" der.
Yazıcıoğlu, "Devletin görevi vatandaşına bakmak değil mi doktor bey ?" der.
Başhekim sinirlenir ve Yazıcıoğlu'nu odasından kovar. Sessizce aşağı iner, hastanenin iki sokak arkasında bekleyen makam aracına biner, arabada onu bekleyen yardımcısına "Gerekli yazışmalar hemen bugün yapılsın yarın görevden alınma yazısını kendisine bizzat ben vereceğim" der. Ertesi gün bu sefer resmi giyimli, kıravatlı, takım elbiseli olarak gider hastaneye. Elinde rulo halinde bir kağıt. Bu sefer makam aracı hastane girişine kadar gelir. Herkes şaşkındır. Dün gördükleri yamalı pantolonlu, kasketli, yırtık gömlekli adam meğerse yeni atanan Aydın valisiymiş. Vay be! der görevliler...
Hiç vakit kaybetmeden başhekimin odasına çıkar. İçeri girer. Başhekim dona kalır. Siz ? Ama siz ? der.
“Bugün itibariyle başhekimlik ünvanından azledilmiş bulunmaktasınız” der, elindeki görev azli belgesini uzatır ve ayrılır hastaneden.

Senin gibiler bu memlekete üç beş gömlek fazla geldi Sn. valim. Mekanın cennet olsun.
Vefatının yıldönümünde Efsane Devlet Adamı Değerli Valimiz Recep YAZICIOĞLU'nu Rahmet ve Minnetle Anıyoruz...
Vali beyi sadece anmak yetmez..!
Onun gibi bürokratların bir listesini yapıp her şehrin (Valilik binalarına, Belediye girişlerine, Emniyet müdürlüğü önüne, Üniversite girişlerine) isimleri ve hizmetleri yazılmalı!
Bunu cahil, kültür seviyesi düşük, başarısız yetkililer istemez...
Vali beyi tanıyoruz ama yanında meşhur "Çadırlı HAKİM Nurullah Aydın”ı da rahmetle analım!

Çünkü analar her zaman bu kadar cesur hakim doğurmaz...’’

Selam ve dua ile.

Hasan Celal Güzel Doğum tarihi: 1 Ocak 1945, Gaziantep / Ölüm tarihi ve yeri: 19 Mart 2018, Ankara
Recep Yazıcıoğlu Doğum tarihi: 2 Haziran 1948, Köprübaşı / Ölüm tarihi ve yeri: 8 Eylül 2003, Altındağ

Medya-Makale Haberleri

Mücahit Gültekin: Suriye Tartışmaları, "Kökü Dışarıda Olmak" Söylemi ve Politik Hafıza Üzerine
Abdurrahman Dilipak: Suriye İsrail’le karşı karşıya gelirse!
Abdurrahman Dilipak: Suriye’deki halk devrimine nasıl bakıyorum
Abdurrahman Dilipak: Allah’a ve ahiret gününe inanmak!
Abdurrahman Dilipak: Suriye bizim göz aydınlığımız olsun!