Ahmet Hakan Fazıl Say'a son mektubunda nasihatlar ederken kendi alt psikolojisinide ifşa etmiş oldu. Nasıl ki her suçlu suç işleme vicdani rahatsızlığını kırmak için alt vicdanda meşruiyet zemini hazırlayarak suçu işlerse tıpkı A. Hakan'ınki de öyle. Bir hırsız ben hrısızlık yapıyorum diyeerek çalmayıp " bu zenginlerdeki benim hakkım olan pay" uyduruk gerekçesi ile çaldığı gibi... Böylelikle her suçlu birey eyleminin yada söyleminin başına bir "ama" yerleştirecek ve icraatına başlayacaktır. İşte tam burada A. Hakan'ın neden müslümanlara bu kadar pervasızca saldıra bildiğinin alt gerekçeside çıkmış oluyor. Zira; A. Hakan "ben İslam'a ve gerçek müslümanlara saldırmıyorum, köylü mantıkla uğraşıyorum, kendini İslamcı gösterip suistimal edenlerle uğraşıyorum" alt vicadini gerekçesi ile saldırdığını satır aralarında açıkca görmek mümkün. Ama bu gerekçe ile sırtını yaslandığı kitle acaba ne kadar "şehirli"? Yada olmadık fuhşuyat ile haşır neşir olmak onla bunla otel lobilerinde yakalanmak ne kadar "şehir İslamına(!!!)" uygun?
Bu psikoljiye İslam litaratüründe "Mürted Psikolojisi" denmektedir. Mürted psikolojisinde kişi ayrıldığı yere küfrederek, hakaret ederek yaşar. Çünkü bu tarzı benimsemese ayrıldığı yerdeki güzelliklere çekceği hasret kendisini boğacaktır o halde "tu kaka" diyerek rahatca cürüm işlemelidir. İşte A. Hakan'ın yazısı;
A. Hakan Coşkun/Hürriyet
Fazıl Say’a son mektup
Sevgili Fazıl... İlk mektubumda "Senin kafaya taktığın sorun dincilik sorunu değil, köylülük sorunudur" demiştim ya...
Aman yanlış anlama!
"Köylüleri niçin öldürmeliyiz?" türünden bir gaddarlık peşinde değilim...
Sadece şunu söylemek istiyorum:
Seni isyana sürükleyen temel arıza, "köy kültürü"nün, olduğu gibi şehre taşınma girişiminden kaynaklanmaktadır.
Sevgili Fazıl...
İstersen ne demek istediğimi bir parça açıklamaya çalışayım:
Sen de bilirsin ki...
Köyün ritmi düşüktür... İçe kapalıdır köy... Çerçevesi hayli dardır... Sadedir... Fazlasıyla yereldir.
Buna karşın şehir karmaşıktır... Ritmi yüksektir... Çerçevesi geniştir... Müreffehtir... Kozmopolittir... Farklılıklar barındırır...
Sakın bu saptamaları bir "köy aşağılaması" olarak algılama dostum!
Çünkü ben köyün bir "iç tutarlılığı" olduğu bilgisini ihmal etmiyorum.
Köyün sadelik içinden üretilmiş erdemlerinin ya da sadelik içinden üretilmiş estetik değerlerinin farkındayım.
Yani "köylü düşmanı" falan değiliz dostum!
Öyle olsa...
Sen Aşık Veysel’in "Kara Toprak" adlı güzelim türküsünden esinlenerek o harika besteyi yapabilir miydin?
Öyle olsa...
Ben Neşet Ertaş Usta’nın "Acem Kızı" ya da "Gönül Dağı" türkülerine meftun olur muydum?
* * *
Sevgili dostum...
Seni isyana sevk eden "temel arıza", köy çerçevesinden çıkan insanların, şehre geldiklerinde birden bire bombardımana uğramalarıyla başlıyor.
"Köylü", ne kendine özgü değerleri şehre taşımayı başarabiliyor, ne de şehre ait değerlere ve kültüre tam olarak adapte olabiliyor.
Ve ortaya tam anlamıyla bir "kültürel yozlaşma" çıkıyor.
Senin "dincilik" sandığın "arıza", işte bu yozlaşmanın ürünüdür dostum...
Unutma ki: "İslamcılar" dediğimiz kesim, büyük ölçüde arızanın mayalandığı kırsal kökenden geliyor.
Sen ve senin gibiler, "dincilik" falan diyerek aslında, bu insanların hızlı ve iddialı burjuvalaşma çabalarına itiraz ediyorsunuz... Bir "alternatif kültür" yaratma girişimlerinden rahatsız oluyorsunuz... "Kırsal kültürü"nü bir kısa devre yaratarak "alternatif kültür"müş gibi takdim etmelerine gıcık oluyorsunuz...
Dediğim gibi isyanınızda haklısınız ama teşhisinizde yanılıyorsunuz dostum...
Bunun dincilikle bir ilgisi yok!
* * *
Bir örnek vermeme izin ver dostum...
Mesela AKP hükümetinin atadığı Merkez Bankası Başkanı’nın oturduğu evin kapısına bırakılmış ayakkabıları anımsıyor musun?
O konu tartışılırken...
Biz "Apartman kapısına ayakkabı bırakılmaz" dediğimizde...
Muhafazakár kesimden, "Vay! Sen bizim öz kültürümüzü mü aşağılıyorsun?" şeklinde tepkiler gelmişti...
Oysa...
Apartman kapısına ayakkabı bırakmak, bizim kültürümüz değil ki!
Buna geçiş kültürü diyebiliriz.
Ancak...
Muhafazakárlar, bu geçiş kültürünü, kendi yarattıkları bir alternatif kültür, dahası "Bizim öz kültürümüz" olarak takdim ediyorlar.
Onlar böyle yaptıkça...
Sen ve senin gibiler de "İslami kültür" ile "apartman kapısına bırakılan ayakkabılar" arasında daha kolay ilişki kuruyorsunuz...
Ve işin içinden çıkmak imkánsızlaşıyor.
* * *
Sevgili Fazıl...
Seni isyana sevk eden AKP iktidarı, aslına bir geçiş kültürünü, "bizim öz kültürümüz" olarak görüyor ve algılıyor.
Daha da fenası "Mademki iktidarım o halde haklıyım" havası da estiriyor.
Oysa kırsalın dar çerçevesinden dünyayı algılamak imkansızdır.
O dar çerçeveden ne şehrin karmaşası, ne de Türkiye’nin farklılıkları anlaşılır.
Sözün özü sorun burada gizlidir sevgili dostum...
Hadi son mektubumu Oğuz Atay’ın bir öyküsünü bitirdiği gibi bitireyim:
"Ekmek suyla undan ibarettir/Maruzatım bundan ibarettir."