AB hâlâ Brexit şoku yaşıyor.. Cameron yolcu. Merkel ve Hollande şaşkın.. Hele şu Hollanda seçimleri de olsun, onlar da AB’ye veda edebilir.. “Benelüks ülkelerinin en büyüğü AB’den ayrılıyor” bu nasıl bir şok olur AB çevreleri için.. AB’nin başkenti Brüksel değilse nereye taşınır. Paris, Berlin, Roma ya da Stasbourg..
Hollanda’da “Kendi ülkemizin, paramızın, sınırlarımızın ve politikamızın kontrolünün bizde olmasını istiyoruz” diyen göçmen karşıtı Wilders,hükümete kendilerinin de AB üyeliği konusunda referanduma gitmesi çağrısında bulundu..
Fransa’nın aşırı sağcı “Ulusal Cephe” partisi başkan yardımcısı Florian Philippot, Twitter üzerinden verdiği mesajda, “İnsanların özgür iradeleri ile söyledikleri son söz bu. İngiltere›ye bravo. Şimdi sıra bizde” dedi ve Fransa’nın AB üyeliği konusunda referandum çağrısı yaptı.
Bilindiği gibi “Ulusal Cephe Hareketi” FN uzun bir zamandır “Fransa’nın AB’den ayrılması çağrısı” yaparken, son seçimlerde de iyi bir performans göstermişti.
Sahi Paris, Strasbourg da olmayacaksa AB’nin başkenti neresi olacak? AB diye bir şey kalır mı o zaman.. Zaten AB’de çıkmak isteyen başkaları da var. Bu kervana İtalyan lider Matteo Salvini de katıldı. Salvini İtalya’nın “AB’den çıkmasını gerektiğini” söyledi ve «Şimdi sıra bizde” dedi. O zaman biz ne duruyoruz, ne bekliyoruz ki. Avrupalılardan daha fazla mı Avrupacıyız.. Biz de referanduma gidelim.. Zaten Anayasa değişikliği için ardından başkanlık için madem sandık kurulacak, orada halka soralım.
Türkiye için bugünkü durum hem iyi, hem kötü. İyi, çünkü AB varlığını sürdürmek istiyorsa, Türkiye’ye daha fazla sorun çıkarmaması gerek. Kötü, İngiltere AB’de Türkiye’nin yanında duruyordu. İyi, AB dışında AB ile iyi ilişkiler geliştirmek isteyen ülkelerden oluşan yeni bir blok oluşuyor. Kötü, AB’de Türkiye ve İslam düşmanlığı, yabancı düşmanlığı artıyor.
Haziran 2016 AB tarihinde bir dönüm noktası.. O gün cin şişeden çıktı ve bana kalırsa bir daha da geri dönmeyecek.. AB için artık sonun başlangıcı.. Belki dağılma bir süre daha geciktirilebilir ama durdurulamaz.. Bu iş ne kadar gecikirse bu işin maliyeti o kadar artar ve sonuçta kabak Almanya’nın başında patlar..
Bana kalırsa Ankara ilk referandumda ya da ilk seçimde bir sandık da AB için konulmalı. İdam cezası ve AB birlikte de oylanabilir.. Bu AB’ye iyi bir cevap olur aynı zamanda.. Öyle tepeden konuşmaları da kesilir. Nefesleri de kesilir çünkü.
Ankara AB’den ayrılacak olursa AB resmen sona ermese de, fiilen biter.
Hani “ilişkileri donduralım” filan diyorlar ya, bir daha konuşsunlar da görelim o zaman..
Şu “Can” olayından sonra, hani şu Cumhuriyet gazetesi ve HDP’liler konusu ile ilgili olarak görüşmelerin dondurulması yönünde bir tavır içine girmişlerdi.. Ben de ardından bu ilişkileri dondurma ve referandum çağrısı yapmıştım. Erdoğan’ın açıklamalarından onu anlıyorum ki, Ankara bu çağrıyı ciddiye alıyor. O zaman ilişkileri mesela “1 Ocak” itibarı ile donduralım. Ta ki, referandum sonucuna kadar.. Yani kararlılığımızı ve ciddiyetimizi görsünler ve öyle her fırsatta kalkıp ileri-geri konuşmasınlar..
Tamam, “Can” vatandaşları oldu. PKK’lıları, Gülenistler’i de vermiyorlar, durumu netleşmemiş başkalarını da gönderelim. Biz vatandaşlıktan da atalım onları, onlar da Alman, Belçika, Hollanda vatandaşı filan olsunlar. Suriyelileri kabul etmiyorlar, onlardan istedikleri kadar gönderelim.. Hatta “Cumhuriyet”in genel merkezini de Almanya’ya taşısınlar. Her ne kadar Gülenistler’in “Anavatan”ı ABD ise de, herhalde Trump sonrası işler değişti. Bulaç bu konuda yeni bir açıklama yapmadı. Almanya zaten “Küçük Amerika”. Sam amcanın işgali altında.. Cumhuriyet gazetesi de Missuri zırhlısı İstanbul’a geldiğinde bir gecede Amerikancı olmuştu! Zaten Cumhuriyet Alman / Hitler sermayesi ile kurulmuştu değil mi! “Anayurtları”na dönsünler bu vesile ile..
Can bu arada “Sarı Zeybek” tadında bir “Demir Leydi” belgeseli çekse bari.. Can, Gazi’nin Trablusgarp sonrası, “Bad Godesberg günleri”ni de araştırsa bu arada iyi olur.. Eğer geldiği ülkenin inanç, tarih, kültür, geleneğine dair orada izler arayacak olursa, Goethe’nin hayatını inceleyebilir. Ya da İmmenual Kant’ın hayatını, “Salt Aklın Eleştirisi” kitabını..
Batı’nın Türkiye’ye karşı anlamsız politikasına karşı Türkiye’nin vereceği en iyi cevap, Türkiye’nin üyelik başvurusunu dondurma kararı olacaktır.. İlk referandumda bu konu halka sorulmalıdır.. Olmuyorsa olmuyor. Üye olmadık diye düşman olacak da değiliz. Ama herkes yoluna gider. Biz de kendi kararımızı kendimiz veririz. Biraz da bu işi onlar düşünsün. Bu bedeli onlar ödesin..
Hem zaten çatırdıyan, güven vermeyen, herkesin kurtulmaya çalıştığı, dünkü Sovyet ülkelerini bile aralarına alırken bizi dışlayan, bu NATO’nun en önemli ve kritik cephe ülkesini görmezden gelen, PKK, PYD gibi, DHKP-C gibi örgütlere destek veren bir yapıda bizim ne işimiz var ki!
İstenmediğimiz bir yere girmek için yarım asrı aşkın kapıda bekletiliyoruz. Türkiye, 1958’de AET’nin kurulmasının ardından, Temmuz 1959’da bu topluluğa üyelik için başvurdu. Başvurumuz uzun müzakereler sonucu 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara anlaşması ile sonuçlandı. Başvurumuzun üzerinden 58 yıl, başvurudan 5 yıl sonra imzalanan Ankara anlaşmasının üzerinden 53 yıl geçmesine rağmen sonuçlanmadı..
Bu kadar aşağılanmak yetmez mi? Biz çekilelim, onlar kendi yollarına özgürce devam etsinler.. Onlar bize gölge etmesinler, biz de onlara engel olmayalım..
Biz aromalı, özgül ağırlığı yüksek, boyarmadde içeren bir ülkeyiz.. Ayrılalım, sonra tekrar geride kalanlarla tek tek ya da topluca, nimet ve külfet dengesine dayalı yeni işbirliği anlaşmaları imzalayabiliriz.. Biz Avrupa olmadan da yolumuza devam edebiliriz, Türkiye olmadan Avrupa’nın ne yapacağını da o zaman birlikte görürüz..
Onları en son vizelerin kaldırılması konusunda ipe nasıl un serdiklerinde gördük.. Bu kadar sabır ve tecrübe yeterli değil mi? Selâm ve dua ile..
yeniakit