Global Research yazarı Nicolas J.S. Davies, "Amerika’nın 11 Eylül sonrası savaşlarında kaç milyon insan öldürüldü?" başlığıyla bir makele kaleme aldı.
Makalenin ilk kısmında Irak'a odaklanan Nicolas J.S. Davies, Birleşik Devletler'in savaşlarında 11 Eylül'den bu yana yaşanan kayıpların sayısının etraflıca hesaplanmadığını ve bu cinayetlerin gerçek miktarını ortaya koymanın ahlaki, politik ve meşru bir zorunluluk olduğunu savunuyor.
Bahsi geçen makaleyi, Medya Şafak'tan Kemal Küçük' tercümesiyle İslâmî Analiz okuyucularının istifadesine sunuyoruz:
Amerika'nın 11 Eylül sonrası savaşlarında kaç milyon insan öldürüldü? Ben bu sorunun cevabını, Birleşik Devletler'in 11 Eylül 2001 sonrası (2.996 insanın öldürüldüğü terörist cinayetlerine karşılık olduğunu söyleyerek meşruiyet devşirdiği) savaşlarını başlattığı andan itibaren araştırıyor ve yazıyorum.
Nuremberg savcısı Ben Ferencz'in Amerikan Ulusal Radyosu'na verdiği bir demeçte sabırla ve detaylıca açıkladığı gibi: Hiçbir cinayet -ne kadar korkunç olursa olsun- bahsedilen bu suçlardan asla sorumlu olmayan ülkeler ve halklarına açılan bu savaşları meşru gösteremez.
2018 Mart'ında Medea Benjamin ile birlikte yazdığımız “Amerikan işgalinden 15 yıl sonra Irak'taki ölü sayısı” adlı raporda kayıp miktarını masaya yatırırken olabildiğimiz kadar dürüst davranmaya ve yapabildiğimiz kadar doğru bir tahminde bulunmaya gayret ettik. Raporda, 2003'te Amerika ve İngiltere tarafından ortaya konulan bu tarihi saldırganlığın sonucunda Irak'ta 2,4 milyon insanın katledilmiş olabileceği tahmininde bulunduk. Üç kısımlık raporun bu birinci bölümünde, tahmin değerine nasıl ulaştığımızı detaylı bir şekilde açıklayacak ve tarihsel bağlama ilişkin veriler sunacağım. İkinci ve üçüncü bölümlerdeyse Amerika'nın diğer 11 Eylül sonrası savaşlarında kaç insanın öldürüldüğüne dair benzer güncel tahminlerde bulunacağım.
Ölüm üzerine çalışmalarda pasif raporlama
Benzer mevzuları ElIerimizdeki Kan: Amerikan İşgali ve Irak'ın Yok Edilişi adlı kitabımın 7. bölümünde; bundan önce 2005'te yazdığım Lancet Raporlarını gömmek… ve çocuklar ve 2016'da yayımlanan Savaş ölümleriyle oyun oynamak adlı makalelerde tahlil ettim.
Bu raporların her birinde, Birleşmiş Milletlere bağlı ajansların ve medya gruplarının düzenli olarak yayınladığı ölüm tahminlerin neredeyse tamamının, detaylı bir çalışmaya değil bütünsel olmayan “pasif raporlamaya” dayalı olduğunu açıladım.
Epidemiyolojistler, Amerika ve müttefiklerinin 2001'den bu yana savaşa tabi tuttuğu ülkeler arasından sadece Irak'ta (Angola, Bosna, Sudan ve Uganda'daki çalışmalarından elde ettikleri pratik ile geliştirdikleri) daha sahici sonuçlar veren yeni yöntemlerini kullandılar. Tüm bu ülkelerde olduğu gibi; Irak'ta yürütülen detaylı epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen verilerin, daha önce yayınlanan “pasif raporlamayla” elde edilmiş olanlardan 5 ila 20 kat daha fazla olduğu açığa çıktı.
Ceset sayımı: ‘teröre karşı' yürütülen savaştan 10 yıl sonra zayiat hesabı
2015 yılında Sosyal Sorumluluk Sahibi Doktorlar (PSR) adlı sivil toplum kuruluşu tarafından bir rapor yayınlandı. Bu raporda Lancet'in 2006 çalışmasının; çalışma biçimleri, araştırma ekiplerinin deneyimli ve bağımsız oluşu, çalışmanın ölümlerin kayıtlara geçmesinin hemen ardından yapılmış olması ve işgal edilmiş Irak'ta yapılan diğer çalışmalarla tutarlılık arz etmesi açısından şu ana kadar yapılmış en detaylı ve en güvenilir kaynak olduğu iddia ediliyor. Rapordaki rakamlar şöyle: Irak işgali ve savaşının ilk 39 ayında yaklaşık 601.000 Iraklı öldürülürken, şiddet kaynaklı olmayan sebeplerdense 54.000 kişi hayatını kaybetti.
Amerika'nın 11 Eylül sonrası savaşlarına maruz kalan diğer ülkelerde kaç insanın öldürüldüğüne dair raporların hepsi; ya direkt BM veya bazı yerel BM temsilciliklerinden (Afganistan ve Irak'takiler gibi) gelen olay raporları ya da ‘Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi', ‘IBC' ve ‘Hava Savaşları' gibi bazı bağımsız izleme kuruluşlarının; resmi ajanslar, sağlık kuruluşları, yerli-yabancı medyadan aldıkları verilerden oluşan ‘pasif raporlamaya' dayalıdır. Bu pasif raporlar BM, resmi ajanslar, medya ve hatta ‘tahminler' gibi, öldürülen insan sayısı tahminlerinde aktivistler tarafından muntazaman kaynak olarak kullanılmaktadır. Ancak bu iş böyle yapılmaz. Tanım olarak, bölük pörçük raporların derlenmesi yöntemi, savaşla harap edilmiş bir ülkedeki tüm ölülerin sayısını bulmada gerçekçi sonuçlar veremez.
Bu pasif raporlar en iyi ihtimalle savaşta minimum kaç insanın öldüğünü bulmaya yarayabilir. Ama bu çoğu zaman, -bu tip bir çalışmalardan elde edilen verilerin daha önce bahsedilen ajanslarca kullanılmasıyla beraber- toplam ölü sayısının tahmini yönündeki çalışmalara temel teşkil ediyor ve gerçek sayının yanlış tahmin edilmesine yol açıyor. İşte bu sebeple, epidemiyolojistler, söz konusu basit yöntemin yerine istatistiksel tabanlı bilimsel örnekleme yöntemleri geliştirdiler. Bu sayede savaş ölümleri üzerine çok daha gerçekçi tahminler yapabiliyorlar.
Epidemiyolojistlerin yöntemleriyle bulunan rakamlarla “pasif raporlama” dediğimiz yöntemle bulunanlar arasındaki uçurum, (5'te 1 ile 20'de 1 aralığında bir fark) dünya genelindeki tüm savaşlar için geçerlidir. Batılı ülkeler, -çıkışından kendilerinin sorumlu olmadıkları savaşlarla ilgili- yapılan tahminler üzerinde herhangi bir politik anlaşmazlığa düşmüyorlar, bu sonuçlar Batılı yetkililer ve medya tarafından olduğu gibi kullanılıyor.
Ancak Batılı medya ve siyasiler politik nedenlerle söz konusu çalışmalar Irak'la ilgili olduğunda bunları ya reddediyor ya da abartılı olduklarını iddia ediyor. Irak Savaşı'ndan ABD ve İngiltere'nin sorumlu oluşu, aynı zamanda bu ülkelerin Irak'ın işgalinin büyük bir hezimetle sonuçlanacağı yönündeki meşru tavsiyeleri görmezden gelmeyi tercih eden üst düzey yetkilileri için de ortada bir savaş suçu olduğu anlamına geliyor.
2006'da, Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı'nın bilimden sorumlu baş danışmanı Sir Roy Anderson İngiliz yetkililere, Lancet'in çalışmalarının doyurucu ve işe yarar olduğunu ve bu alandaki ‘gerçeğe en yakın' çalışma olarak değerlendirilebileceğini rapor etti.
BBC, İngiliz yetkililerin Lancet'in çalışmaları hakkında “gerçeğe çok yakın”, “araştırma metotları göz ardı edilemeyecek kadar iyi ve birçok yerde denenmiş ve doğrulanmış” şeklinde ifadeler içeren e-postalarını elde etti. Ama bu yetkililer birden çalışmayı itibarsızlaştırıcı bir kampanyaya koyuldular. Başkan George W. Bush, çalışmayla ilgili kamuya açık bir demecinde “Güvenilir bir rapor olduğunu düşünmüyorum” dedi. Ardından yardakçısı olan Amerikan medyası çalışmayla ilgili haberleri hemen yayından kaldırdı.
2016'daki “Savaş ölümleriyle oyun oynamak” adlı makalemin sonuç bölümünde şöyle dedim: “İklim değişikliği ve diğer konularda yaptıkları gibi; BM yetkileri ve gazeteciler, politik baskılardan kurtulup sadece bilimsel temeli olan verilere itibar etmeli ve savaş kurbanlarının sayısı konusundaki verileri -akıllara Orwell'in “bellek deliğini” getiren cinsten itip çekmelerden vazgeçmelidirler. (Bellek deliği: George Orwell'ın 1984 isimli kitabında kurguladığı “gerçek bakanlığının” toplumların iktidar tarafından belleklerinin sıfırlanması için kullandığı bir yöntemin adı.)
Birileri, savaşlarda on binlerin mi yoksa milyonların mı öldüğünü bilmenin çok da öneminin olmadığını, sayısı ne olursa olsun onların yasını tutmamızın yeterli olacağını söylüyor. Fakat “Ceset Sayımının” yazarının not ettiği gibi: “Medyanın naklettiği rakamlar bile yeterince dehşetengiz… Ancak buradan bakınca onlar hala oldukça ‘hoşgörülü' olarak gözüküyorlar. Dahası; radikal din motivasyonlu bu şiddetin ortaya çıkardığı bilançoyu açıklamada da oldukça kolaycılar. Zira -sebep olduğu 655.000 kişilik kayıp ile- insanlığa karşı işlenmiş bu suç açıkça soykırıma eş değer...”
Ceset Sayımı'nın yazarının savaşların milyonları mı yoksa sadece on bin insanı mı öldürdüğünün açıklığa kavuşturulmasının önemli olduğu yönündeki fikrine katılıyorum. Kamuoyu araştırmalarına baktığımızda, Amerika ve İngiltere'de birçok insanın buna inandığını görüyoruz. Amerikalılara sorsanız, size Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndaki rolünün milyonların vahşice katledilmesine yol açmasının sadece on bin kişinin ölmesi durumundan farklı olacağını söyleyeceklerdir.
Almanya ve başka birçok ülkede kamuoyunca ikincisini tercih etmek bile yeterince büyük bir suç olarak algılanır gerçi, o ayrı mesele. Yani; bu savaş kendilerine ait olduğundan kaç Iraklının öldürüldüğünün bir önemi olmadığını söyleyen Amerikalı politikacılar, gazeteciler ve Amerikan halkı, bilinçli ya da bilinçsiz, ahlaken kabul edilemez bir çifte standart içerisindeler.
Öldürmeye devam eden savaş
Her ne kadar Sosyal Sorumluluk Sahibi Doktorlar adlı sivil toplum kuruluşunun çıkardığı “Ceset Sayımı” raporunun yazarı gibi bazı bağımsız uzmanlar, Lancet'in 2006'daki Irak işgali sonrası ölümler temalı çalışmasını, 11 Eylül sonrası savaşların sebep olduğu ölümler hakkında yapılan tahminlerin en doğrusu ve en güveniliri olarak tanısa da, bu çalışma 12 yıl öncesine, savaştan hemen sonraki 39 aya ait sadece. Trajik bir biçimde, Amerika ve İngiltere'nin bu tarihi saldırganlığının ölümcül ve katastrofik sonuçları değil bitmek, daha sona bile yaklaşmadı.
Lancet'in 2006 çalışması, işgal edilmiş Irak'taki şiddetin, 2003 ile 2006 arasında sürekli artış eğilimde seyrettiğini kaydetti ve ekledi: Birçok başka ölçüm gösteriyor ki şiddetin tırmanışı Amerika'nın ‘kabarışının' 2007'de dinmesine kadar devam etti. Bağdat morglarını tıka basa dolduran, ölüm mangalarının kurbanı, tanınmaz hale gelmiş cesetlerin sayısı, 2006'nın sonuna kadar artış grafiğinin henüz tepe noktasına ulaşmamıştı. Rakamlar, Ağustos'ta 1.800, Eylül'deyse 1.600 kadardı. Daha sonra, 2007'de Amerika'nın Irak'ı hava bombardımana tabi tutmasıyla rakamlar beş katına çıkacaktı. 2008 Ocağı, 2003 işgalinden bu yana görülen en ağır Amerikan bombardımanı ayıydı.
Bu olay örüntüsü, muteber bir İngiliz kamuoyu araştırma şirketi olan ORB'nin, Lancet'in çalışmasından bir yıl sonra Haziran 2007'de yaptığı bir araştırmada -o zamana kadar- 1.033.000 Iraklının öldürüldüğünü tahmin edişini haklı çıkarır cinsten…
Lancet sayıyı 328.000 olarak tahmin etmiş ve bu sayının yarısının Mayıs 2005 ile Mayıs-Haziran 2006 arasında gerçekleşen ölümlere ait olduğunu söylemişti. Buna göre, eğer ORB'nin tahmini doğruysa; geriye kalan 430.000 Iraklı Lancet'in 2006 çalışmasından sonraki yıl öldürülmüş demektir.
Bir milyon insanın öldüğünü ortaya koyan bu tablo şok edici olsa da, 2006'nın sonları ve 2007'de ölü sayısındaki artışın devam ettiğini söyleyen ORB'nin araştırması, işgalin faturasını çıkartan diğer raporlarla tutarlılık arz ediyor.
Irak'taki şiddet, 2008 ve takip eden birkaç yılda düşüş seyrindeydi. Ne var ki; Irak İçişleri Bakanlığı, Birleşik Devletler işgal kuvvetleri ve CIA tarafından 2004-2006 yıllarında istihdam edilerek eğitilip Irak topraklarına salınan ölüm mangaları olan “özel polisler”, terör hükümranlıklarını ülkenin Kuzey'i ve Batısı'nda yaşayan Sünnilere gerçekleştirdikleri saldırılar ile sürdürdüler. (Bunlar, 2005'te Al-Jadiriyah işkence merkezinde sahneye “Ulusal Polis” adıyla çıkarıldılar, son olarak 2009'da “Federal Polis” adını aldılar.) Bu durum, silahlı direnişin tekrar canlanmasına sebep oldu. Ardından çürümüş ve sekter Irak Hükümeti ve onun cani ölüm mangalarına bir alternatif olarak Irak'ın büyük bir kısmında ‘İslam Devletinin' hâkimiyeti kabul edildi.
İngiltere menşeli IBC, pasif raporları derlemek suretiyle Irak işgalinden bu yana gerçekleşen sivil ölümlerin sayısını Haziran 2006 itibariyle 43.394 olarak hesapladı. Bu, Lancet'in bulduğu 601.000 rakamının 14'te 1'ine tekabül ediyor. Amerika'daki JCP adlı kuruluş, bir çeşit “Irak ölümleri tahmincisi” geliştirdi. Programlama işinde şu yöntemi izledi: “Irak'ta ceset sayımının” ortaya koyduğu pasif raporlama verilerindeki ölümlerin izini sürerek Lancet'in çalışmasındaki rakamları güncelledi, bunu, IBC'nin 2006 çalışmasındaki rakam ile ölüm çalışmalarındaki rakamı oranlaması sonucu ortaya çıkan değerle çarptı.
IBC sadece İngilizce yayın yapan medya kanallarından aldığı raporları kullanıyor. Batı medyasının Irak'a olan ilgisi 2007'den bu yana azalmış olduğu için, kaynakları bu sınırlarda kalan IBC'nin çalışması kesinlikle gerçeğin çok altında rakamlar verecektir. Öte yandan, devlet yetkilileri ve gazetecilerin Irak'ta artık daha güvenli seyahat edebilmeye başlamasıyla IBC, raporlarını geliştirmiş de olabilir. Ya da belki, bu ve diğer başka faktörlerin artık belli bir durgunluğa ulaşmış oluşuyla, JFP'nin “Irak ölümleri tahmincisi” artık daha sahicidir. Zamanla daha az doğru hale gelebilme ihtimaline karşın Eylül 2011'den sonra devam ettirilmedi. Bu yüzden Irak'taki ölümler üzerine tahminleri 1.46 milyon'da sabit kaldı.
Ölümler üzerine yapılan başka bir çalışma da 2013 yılında PLOS adlı tıp dergisinde yayınlandı. 2011 yılına kadar olan dönemi kapsayan bu çalışmanın başyazarı, National Geographic'in yaptığı 500.000'lik tahminin “oldukça düşük” olduğunu söyledi. Çalışmanın hata payı Lancet'in 2006'da yaptığından bile daha büyüktü ve araştırma ekipleri 100 kişi arasından rastgele yapılan seçim yönteminin oldukça tehlikeli olduğu kanısına vardı.
PLOS'un çalışmasındaki en ciddi problem şuydu: Birçok ev yıkılmış veya terk edilmiş, birçok aile son bireyine kadar yok olmuş ya da ortadan kaybolmuştu. Dolayısıyla araştırmacılara ailelerinden kaç kişinin hayatını kaybettiğini rapor edecek hiç kimse kalmamıştı. İçlerinde yaşayan kaç kişi varsa yok edilmiş evler ya da komple binalar, insanda “acaba burada hiç kimse öldürülmemiş mi…” hissine neden oluyordu.
Aşırı şiddet yılları olan 2006 ve 2007 ve bunu takip eden düşük seviyeli çatışma yılları gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, PLOS'un çalışmasını olumsuz yönde etkileyen, tamamen yok oluş veya göç faktörleri en çok 2006 yılında vuku bulmuştur. Irak'taki altı kişilik her bir ailenin bir mensubu 2005 ve 2010 yılları arasında en az bir kez göçe zorlanmıştır. UNHSR kayıt dışı olan birçoğunu bilmediklerini de itiraf ederek -iç ve dış olmak üzere- toplam 3 milyon mülteci kaydının bulunduğunu söyledi. Dergi yazarları, tespit edebildikleri rakama, göç eden her altı kişilik aileden bir bireyin iltica esnasında ölmüş olabileceğini varsayarak, 2 milyon olarak bildikleri mülteci sayısının yaklaşık %15'ine tekabül eden 55.000 daha ekledi. Ancak bunun oldukça muhafazakâr bir yaklaşım olduğunu da itiraf ettiler.
“Ceset Sayımının” yazarları, PLOS'un araştırmaya tabi tuttuğu evlerin sadece %1'i boş olsa ve bu boş ya da harabeye dönmüş her bir evde yaşayan bir ailenin ikişer bireyi ölmüş olsa, PLOS'ın ortaya koyduğu rakamın iki katı ortaya çıkar.” dedi. Gözlem grubu araştırma metodu, etkilenmişlik açısından birbirinden farklı bölgelerin en kötü şekilde etkilenmiş olanından; görece hasara uğramamış, ya birkaç ölüm kaydedilmiş ya da hiç kaydedilmemiş olanına kadar uzanan bir boy kesitinin çıkarılması esasına dayanır. En çok şiddete bağlı ölüm, genelde küçük miktarda gruplarda yoğunlaşmıştır. Bu kesitteki en alt ve en üst değerlere sahip gruplar, nihai tahminin daha doğru çıkması için hesaba katılmaz.
2011'den sonra savaş tamamen farklı bir aşamaya geçmiş oldu. 2011'de Irak'ta Arap Baharı diye bir şey vardı. Ancak zulüm ile sindirilmeye çalışılan halk, bir kez daha, Felluce'den başlayıp daha sonra pek çok şehre sıçrayan apaçık bir isyan başlattı. Irak hükümet güçlerinin kuşattığı ve ardından Amerika öncülüğündeki hava saldırıları, Irak ve müttefiklerinin topçu atışları altında ileri düzeyde tahrip edilen Irak'ın birçok başlıca kenti, 2014'te “İslam Devletine” doğru savruldu. “Irak ceset sayımı” ve BM Irak Temsilciliği savaşın bu aşamasında pasif raporlama yöntemiyle on binlerce insanın katledildiği bilgisine ulaştı.
Eski Irak Dış İşleri Bakanı Hoşyar Zebari, The Independet muhabiri Patrick Cockburn'a verdiği demeçte Irak Kürdistanı'nın istihbarat raporlarına göre sadece (ABD'nin) Musul bombardımanında 40.000 sivilin katledilmiş olduğunu bildirdi. Zebari ayrıca, birçok cesedin de enkaz altında kalmış olabileceği ihtimalini dile getirdi.
Yakın zamanda Musul'un sadece bir mahallesinde gerçekleştirilen enkaz kaldırma çalışması esnasında sadece yıkıntıların altındaki 3.353 cesede ulaşıldı. Bunların %20'si IŞİD savaşçısına benziyordu, geri kalan %80'i de sivillere aitti. Musullu 11.000 kişi de aileleri tarafından kayıp olarak bildirilmiş ve halen izlerine rastlanabilmiş değil...
IBC, Haziran 2006'ya kadarki periyoda ait ceset sayımı hesabını -Lancet'in 2006 çalışmasındaki rakama uyguladığı oranı 11,5'e 1'e indirmek suretiyle- 52.209 olarak güncelledi. Eğer JFP'nin “Irak ölümleri tahmincisi” metodunu -bu güncellenmiş oranı kullanarak- Temmuz 2007'den bu güne uygular ve çıkan rakama ORB'nin Haziran 2007'de öldürülen insan sayısı tahminindeki 1.03 milyonu eklersek; 2003'ten bugüne Irak'ta öldürülen toplam insan sayısıyla ilgili yeni bir tahmine ulaşmış oluruz. Bu tahminin epidemiyolojislerin geliştirdikleri yöntem ile buldukları rakam kadar doğru olması mümkün değil elbette. Ancak kanaatime göre; bu tahmin bizim yapabileceğimizin en iyisidir.
Bizim tahminimize göre Amerika ve İngiltere'nin Irak'ı işgalinin sebep olduğu ölüm miktarı 2003'ten bu yana 2,38 milyondur.
Minimum ve maksimum değerler
Bu tahminin altında büyük bir belirsizlik yatıyor. Ayrıca mümkün varyasyonlara dayalı minimum ve maksimum rakamları hesaplamak da çok önemli.
Irak'taki muhtemel minimum ve maksimum öldürülmüş insan sayısını bulabilmek için işe, Lancet'in 2006 çalışmasındaki vahşi ölümlerin -%97,5 doğruluk payı ile hesaplandığı söylenen- en düşük ve en yüksek ölü sayısından başlayabiliriz. Bu rakamlar 426.000 ve 794.000 şeklindeydi. Daha geniş bir numune grubu ile yapılan ORB'nin 2007 çalışması, minimum ve maksimum değerler için ortaya daha dar bir aralık koymuştu. Ama başka cihetlerden, ORB'nin çalışması Lancet'inki kadar hassastır. ORB'nin ana tahminine Lancet'in çalışmasındaki minimum ve maksimum değerleri uyguladığımızda Haziran 2007'den bu yana minimum 730.000, maksimum da 1.36 milyon insanın öldürüldüğü sonucu çıkar.
Bu minimum ve maksimum değerleri bugüne güncellemek için, JFP'nin yaklaşımının bir benzerini kullanacak olursak; IBC'nin çalışmasındaki ölüm sayısı ile gerçek ölü sayısı arasındaki oran değişikliğini de hesaba katmalıyız. Lancet'in minimum-maksimum oranı: 1/8, IBC'nin revize hesabındaki aynı oran ise 1/15.
Bu oranlar, pasif raporlama yöntemi ile epidemiyolojistlerin yaptığı hesaplar arasında -başka savaş bölgelerinde yapılan çalışmalarda- daha önce not ettiğim 1/5 - 1/20 aralığının içerisinde bulunuyor. Ama belki IBC, -2006'ya kadar ve sonrasında da yaptığı gibi- gerçek rakamın altında veya üstünde sayım yapmış olabilir. Kesinlikle veri toplama kapsamını değiştirmiş olmalı... Öte yandan, savaşın daha önce bahsedilen yeni aşamasında ‘İslam Devleti' hâkimiyetindeki (hal-i hazırda üzerinde yaşayan insanların sadece dış dünyayla bağlantı kurmaya çalıştıkları için cezalandırılıp infaz edildiği) topraklara yapılan Amerika öncülüğündeki bombardımanın sonucunda birçok insan öldürüldü. Böyle bir durumda IBC'nin verisi eskiden olduğundan çok daha bölük pörçük olacak ve bütünsellik arz etmeyecektir.
Gerçek minimum-maksimum değerlere ulaşabilmek için her iki ihtimalin de doğru olabileceğini hesaba katmalıyız. IBC'nin ve Lancet'in 2006 çalışmasının minimum değerlerinin oranı olan 8'e 1, şu ana kadarki oranların en düşüğü olan 5'e 1'lik tarihi orana en yakın orandır. Aynı yaklaşımı bu iki kurumun maksimum rakamları arasında gerçekleştirdiğimizde 15'e 1 değerine ulaşırız ki bu da şu ana kadar kaydedilmiş en yüksek oran olan 20'ye 1'e yaklaşmış olur. Minimum rakam için 6,5'e 1, maksimum için de 17,5'e 1'i ele alırsak -en uç değerlerin dışında- diğer çatışmalardaki çalışmalarda kullanılmış şu ana kadarki en yüksek ve en düşük değerleri elde etmiş oluyoruz. Bu da bizi Irak'ta -Temmuz 2007'den bu yana- minimum değer olarak 760.000'e, maksimum olarak da 2.04 milyona ulaştırmış olur.
Bu rakamları -daha önce hesapladığımız- Haziran 2007'ye kadar olan minimum ve maksimum değerlere eklediğimizde; ABD-İngiltere'nin Irak'ı işgali sürecinin en başından bu güne kadar olan minimum ve maksimumlara ulaşmış oluruz. Bu şekilde, ülkeleri gayrı meşru işgale uğramış Iraklılardan bu güne kadar öldürülmüş olanların sayısının artık 1,5 milyon ile 3,4 milyon arasında bir rakamla ifade edileceğini söyleyebiliriz. Elde ettiğimiz bu istatistiksel aralığa bakıldığında bizim ilk tahminiz olan 2.38 milyon rakamının olması gereken yerde durduğunu göreceğiz.
Irak'ta yeni bir “Ölümler hakkında çalışma” çağrısı
Halk sağlığı ile ilgili kuruluşların Irak'ta ve diğer 11 Eylül sonrası savaş bölgelerinde doğru ve güncellenmiş bir “ölüm üzerine çalışma” geliştirmesi çok önemlidir.
En tehlikeli bölgelerde bile araştırma yapmayı mümkün kılan bir çalışma olmalı… Tüm aile bireylerinin yok edildiği, evlerin yıkıldığı ve insanların göç ettiği koşullarda bile doğru sonuçlar verecek bir yöntem geliştirilmeli… Bu faktörler, 2004'ten bu yana Irak'ta yapılmış her çalışma için geçerli olan bir zaaf olarak tanımlanmış ve zaman içerisinde bu zaafın manası daha iyi anlaşılmıştır. Bu, göz ardı edilemez ve tahmin çalışmalarında telafisi mümkün olmayan hatalar doğuracak bir husustur.
Araştırma ekipleri, çalışma yaptıkları sahada bulunan -içlerindeki birçok insanın öldürülmüş olabileceği- boş ve yıkılmış evlerin civarındaki komşu evlerden derledikleri verileri kullanabilirlerdi. Ayrıca mültecileri ve ülke içerisinde yer değiştirmek zorunda kalmış kimseleri tespit ederek, nüfusun ne kadarının öldürüldüğü konusunda daha doğru tahminler yapabilirlerdi.
Epidemiyolojistler, savaşın insan maliyetini doğru olarak ortaya koyan tekniklerini geliştirmek için birçok ciddi tehlike ve zorlukların üstesinden gelmek zorunda kalmışlardır. Çalışmaları devam etmeli ve gelişmeyi sürdürmelidir. En başta katliamdan sorumlu mücrim partiler tarafından maruz bırakılacakları güçlü politik baskılara, sonra da -bu inanılmaz derecede zor ama bir o kadar da soylu ve hayati çalışmalarının- politize edilip itibarsızlaştırılmaya çalışılmasına tahammül etmek zorundalar.
Irak'ın gayrı meşru bir biçimde işgal edilişinin 15. yıl dönümünde, Amerika'daki “Anayasal Haklar Merkezi” Amerika'nın Irak halkına savaş tazminatı ödemesi yönündeki çağrısını yineledi. Saldırganlık ve diğer savaş suçlarının faili ülkelerin, neden oldukları ölüm ve yıkımdaki ortak sorumluluklarını kabul etmeleri için bir yol.
Ellerimizdeki Kan adlı kitabımda, Birleşik DevletIer'in savaş tazminatı ödemesi gerektiğini, Amerikan ve İngiliz yetkililerin (gerek askeri gerekse sivil) işledikleri bu “en büyük uluslararası suçun”, şiddetin ve diğer sistematik savaş suçlarının araştırılması için soruşturmaya tabi tutulmalarının lüzumunu dile getirdim.
İşlenen suçların gerçek ölçeğinin bilinmesi; Irak, ABD İngiltere ve tüm dünya halkları açısından ivedilikle çözülmesi gereken politik, ahlaki ve meşru bir sorun olarak halen karşımızda duruyor.
Dünya kamuoyu, baş suçlu Amerika ve İngiltere'nin savaş suçlularının gerçek ölçeğini ve korkunçluk derecesini anlamadığı sürece onları mutlak manada sorumlu olarak göremeyecek ve saldırganların bu “en büyük uluslararası suçu” cezasız kaldığı sürece, dünya barışı diye bir şey söz konusu olamayacaktır.
Kaynak : Medya Şafak