Türkiye Dışişleri Bakanlığının, Amerika’nın Türkiye’de hükümet ve bakanları dinlediğine dair haberler üzerine harekete geçip bir açıklama yaptı.
Açıklamada “ABD’den söz konusu iddiaları araştırarak, doğru olmaları halinde, Türk devlet kurumları ve dış temsilciliklerine yönelik yürüttüğü faaliyetlerini derhal sonlandırmasının beklendiğini bildirdi” deniliyor.
Yani, “eğer dinlemelerin yapıldığı doğru ise, bu dinleme faaliyetleri son ermeli” deniliyor.
Dışişleri bakanlığının bu açıklaması “diplomatik” açıdan “oldukça nazik bir dil”i ifade ediyor.
Dışişleri çok iyi biliyor ki, ABD’nin Türkiye’yi dinlediği su götürmez bir gerçek. Zira ABD’nin sadece Türkiye’yi değil, bütün dünyayı dinlediği, hatta gayri meşru çocuğu Siyonist rejimi bile casusluk ağına taktığı aldığı ortaya çıkmıştı.
Bu dinlemeler, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından bir tehdit ve risk oluşturuyorsa, bu tehdidin kaynağı bizzat Amerika’dır, bunun diğer okuması da, Amerika Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından bir tehdittir.
Bunu böyle okumak ülke siyaseti ve yönetimi açısından büyük bir sıkıntı. Çünkü Türkiye ABD ilişkileri, özelde de Türkiye’nin NATO ile olan bağları ve taahhütleri, böylesi bir “tehdit tanımlaması”yapmasını güçlendiriyor.
Ama Türkiye siyaseti ve aydınlarıyla bu “tehdit”i artık yüksek sesle tartışmalı ve sorgulayabilmeli.
Hiçbir bağımsız ülke ve hiçbir özgür insan kendisinin ulusal güvenliğini tehdit eden bir güç karşısında sessiz ve tepkisiz kalamaz, bunun adı en hafif ifadeyle, “acziyet”tir.
Tekrar örnek verecek olursak; 18 Mart 2014 tarihli Washington Post’ta çıkan haberde, Amerika’nın geliştirdiği MYSTIC adlı sistem ile dünyanın her yanındaki bütün telefonları 2009 tarihinden itibaren dinlediğini yazmıştı.
Habere göre, bu dinleme sisteminin aylık periyodlarla dünya çapında milyarlarca telefon görüşmesini kaydettiği belirtiliyor.
Bu haber, bugün Türkiye’nin Amerika tarafından dinlendiği haberlerinin ne anlama geldiğine kaynaklık ediyor aynı zamanda.
Bütün bunların arkasında NSA, Amerika Ulusal Güvenlik Ajansı var. Amerika’nın CIA ve FBI’dan sonraki üçüncü istihbarat ve güvenlik merkezi. Yıllık bütçesi ise 10 milyar dolar...
NSA yasal izne başvurmaksızın Amerikalıların dinlenmeye alındığını itiraf etmişti. Buna göre, özgürlükler ülkesi Amerika’nın bir başka yüzü de, “herkesi yasa dışı dinleme özgürlüğü.
Tabiki NSA’nın asıl misyonu bütün dünyanın dinlenmesi, yani küresel çapta bir casusluk. Bunu da gizlemiyorlar zaten. Zira NSA sözcüsü Bernadette Meehan, “Amerika bütün ülkelerden bilgi topluyor” diyerek bunu açıkça ortaya koyuyor.
İngiliz The Guardian gazetesi de 4 Mayıs 2013 tarihinde yayınladığı bir haberde “Amerika'nın her gün 1.7 milyar kişinin telefon, e-mail ve diğer iletişim kanallarını takip ettiği”ni yazıyor…
Peki NSA, soğuk savaş dönemi uygulamalarında olduğu üzere, sadece “düşman ülkeler” veya“düşman örgütler”i mi radarına almış.
İşte burada çoğumuzun şaşıracağı bir gerçekle karşılaşıyoruz:
NSA başta Netenyahu olmak üzere Siyonist rejimin yöneticilerini ve üst düzey askeri yetkililerini de ağına takmış. Netenyahu da buna karşı şöyle diyor:
“Amerika ile İsrail arasında yakın bağlar varken, yapılmaması gereken işler oluyor, bunlar olmamalı. Bunlar bizim açımızdan kabul edilebilir şeyler değil.”
Netenyahu’nun deyimiyle, “Amerika ile İsrail arasındaki yakın ilişkiler”in ne anlama geldiğini göz önüne aldığımızda, bu “yakınlık”a rağmen Amerika İsrail yöneticilerini dinlediğine göre, bizim dışişlerinin “eğer bu dinlemeler doğruysa” demesi çok “nazik” kaçıyor.
ABD’nin İsrail’e karşı sürdürdüğü casusluk faaliyetlerine karşı Siyonist rejim ulaştırma bakanı Yisrael Katz da şöyle tepki veriyor:
“Amerika sistematik bir şekilde İsrail’in diplomatik ve askeri liderliğine karşı casusluk yapıyor. Hangi dost birbirine karşı bunu yapabilir?”
Siyonist rejim işçi partisi milletvekili Nachman Shai’nin tepkisi de anlamlı:
“Bu haberler karşısında sessiz kalmak hayal kırıcı ve utanç verici.”
Şimdi bu NSA denilen küresel casusluk ağı, siyonist rejim başbakanını, savaş bakanını ve diğer üst düzey askeri ve siyasi yetkililerini casusluk radarına takmışsa, bizim siyasi ve askeri yetkililerimizi görev dışı tutması mümkün mü? Hangi akıl ve mantık bunu kabul edebilir?
Türkiye ulusal güvenlik konsepti içinde Amerika’nın bu casusluk faaliyetini masaya yatırıp ilişkileri bu gerçeklik üzerine yeniden gözden geçirmezse, ulusal güvenliğini Amerika’nın elinde rehin bırakmış olur.
Tabi ki bu konu “Türkiye’deki Amerikan üslerinde ne kadar NSA görevlisi çalışıyor?” sorusunu da gündeme taşıyacaktır. Diğer bir deyişle “Amerika’nın Türkiye içindeki casusluk ağları nasıl çalışıyor?”
İran’da İslam devrimi sonrasında Tahran’daki ABD Büyükelçiliği bir grup devrimci öğrenci tarafından ele geçirilmiş, elçilik görevlileri 444 gün rehin tutulmuştu.
Elçiliğin ele geçirilmesiyle birlikte, elçilikteki güvenlik personelinin binlerce gizli evrakı imha etmeye kalkmasına rağmen, bu dökümanların parçaları uzun süreli titiz bir çalışma ile bir araya getirilip ülke ülke kitaplaştırılmıştı.
Bu dökümanlara baktığımızda, ABD elçiliklerinin asli misyonunun “casusluk” olduğunu rahatlıkla anlıyoruz. Yani dünyanın hiçbir yerine ABD elçiliği yoktur ki, işi casusluk olmasın. Buradan şu tespiti hemen yapmamız gerekir: ABD elçilikleri bir numaralı casusluk yuvalarıdır.
Şimdi birileri kalkıp “soğuk savaş bitti” diyerek bu küresel casusluk şebekelerinin İslam dünyasında özelde de ülkemizde nasıl bir yıkım peşinde olduğunu hafife almaya kalkmasın.
Uzun soluklu bir mücadele de olsa, her onurlu ve özgür halkın en büyük hedefi, Amerika’nın bütün şebekeleri, kurumları ve üslerinin İslam topraklarından sökülüp atılması olmalıdır.
velfecr