Abd, Mabed, Mabud, İbadet, Dergah!

Abdurrahman Dilipak

 

Abd, “Kul” demek. Mabed, Kulluk görevi olarak yapılan ibadetin yapıldığı yer. Mabud ise “Kendine kulak görevi yapılan ibadet edilen”, yani “Allah”, İbadet ise kulluk görevi.

İbadetin şeklini kul kendisi belirlemez. Kendinin belirlediği ritüel ya da ayindir. İbadetin şeklini, Allah, Resul ve Kitap belirler! Bu şeklin dışındaki uygulamaların alanı mabed değil dergahtır!
Ayin ibadet değildir aslında.. “Ayin” Farsça bir kelime ve ritüele karşılık gelir.. “Din” ile ilişkilendirilse de, tören anlamında kullanılır.. “Ayin-ı ruhani” derken, “ruhani tören” anlaşılır. Daha çok da geleneksel ve kültürel özellikler taşır.. Mevlevi ayini, Bektaşi ayini gibi! Yani, ibadetle ilgili, Mabedde yapılan bir kulluk görevidir..
Ritüel kelimesi Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiş. Dini ya da dindışı/seküler anlamda, belirli kurallara göre yapılan törenler için kullanılır.. Nikah, ya da bazı yüksek nişanların takdimi, kıralların tahta çıkışı ya da resmi kabul ve ziyaretlerde uygulanan törenler gibi..
Özellikle kiliselerde yapılan Âyinlerde dini, geleneksel, tarihi ve hatta mitolojik sembollerden ve kavramlardan faydalanılır. Batıda ve doğuda, hatta eski Aztek ve İnkalar, Çin-Japon, ve Hint ve Afrika halkları arasında genellikle tapınaklarda, özel giysilerle ve bâzı dinlerde özel makyajlarla yapılır.
Aslında kavramların suyunu çıkarttık. İdeolojik ve politik planlarla önemli bir takım kavramlar cahilce, demogoji yaparken heba ediliyor..
“Ümmetten Ulusa”, ya da “kulluktan yurttaşlığa yükselmekten” söz edenler, bir bakıyorsunuz, “Cemevleri ibadethanedir” diye ortaya çıkabiliyorlar. O zaman Cami ile Cemevini aynı mekanda inşa etmenin mantığı nedir? “Kulluk”tan söz ettiklerinin farkında değiller galiba.. “Cami” “Cem olunan yer” değil mi aslında.. Hani “Cemevi” diye bir dergah açabilirsiniz. Yanına “Cami” açamazsınız ama” “Mescid” açarsınız. “Mescid” de “Secde edilen, yani namaz kılınan yer” demektir.. Dergah ise zikir çekilen, sohbet edilen, Mevleviler için ney çalınıp sema yapılan mekan. Bektaşiler, ya da Cerrahiler de kendine göre ayinler yapabilirler.. Nakşiler sessizce rabıta yaparken, Kadiriler kalkıp, ayakta ve sesli bir şekilde zikir yapabilirler.. Herkesin dergahı ve mescidi olabilir ama, Aynı Allah’a, resulüne ve kitaba iman edenler, yüzlerini Mekkeye/Kıbleye dönenler sonunda “cami”de “CEM” olurlar. Zaten, demin söyledim CAMİ, “CEM OLUNAN YER” değil mi? Ortada bir bilgisizlik, ya da kasıtlı bir tutum var.
Cemevi tartışmalarında, mesela niye diğer Tarikatler için Dergah açılması gündeme alınmıyor? Biliyorsunuz İstiklal Marşı “Taceddin Dergahı”nda yazıldı. “Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli” derken ki ruh ve imanı, heyecanı hesaba katmadan yapılan bir düzenleme nakıs kalacaktır..
Aleviler bir çok kola ayrılır.. Nuseyrilerin Cemevi yoktur mesela. Ya da Caferilerin.. Kimileri için Alevilik tamamen kültürel bir olaydır. Sosyalistler “Alisiz alevilik”ten yanadır. Kimileri için Zerdüştlüğün ya da Şamanizmin devamıdır..
Mesela Zeydiler de Hüseyniye de yok, ama Caferiler cemevi yerine “Hüseyniye”ler açarlar.. Bizde de eskiden Bektaşi dergahları vardı.. “Hacı Bektaş-ı Veli” hazretleri, Sünniler için de “Hacı Bayramı Veli” gibi “Hacı” ve “Veli” olan bir zattır.
Cemevleri konuşulurken Dergahlar ve Hüseyniyeler konusu da gündeme alınmalıdır.. Caferiler de Hüseyniye açmalılar..
Mevlevi dergahları bir şekilde, hatta, biraz da “Turistik” (!?) maksatlarla kullanılıyor.. Özbekler tekkesi filan da konuşuluyor.. Bana sorarsanız Tekke ve Zaviyeler de aynı pakette değerlendirilmeli. Camilerin dört köşesinde her vakit arasında dört ders halkası oluşturulmalı. Yani her camide günde 20 ders/sohbet halkası oluşturulmalı.
Biliyorsunuz “Zaviye”, “Açı” demek! Cami içinde ders halkaları kurulmalı..
“Tekke”, Tarikat mensuplarının barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları, zikir halkaları oluşturulan, ders halkalarının oluşturulduğu, kütüphane, medrese, hamam, aşevi, şifahanelerin bulunduğu insani yardım faaliyetlerinin ve farzı kifaye sorumluluklarının paylaşıldığı, kimilerinin itikafa girdikleri, bazılarında çilehanelerin de olduğu yerlerdir. Avluda “hazire” adı veriler, o tarikata mensup din büyüklerinin mezarlarının bulunduğu küçük mezarlıklar bulunur.. Bunlar Dergâh’a benzer yapılardır. Osmanlı’da tekke anlamında dergâh, İstanbul için sıfat olarak kullanılan “Asitane” sözcükleri de kullanılmıştır. Bazı tarikatlarda hankâh ve “Asitane” yalnızca merkez tekkeye denir. İstanbul bu anlamda Tekkelerin merkezi olarak da adlandırılmıştır.. Bekir Bozdağ’ın bunları bilmesi gerek.. Açılım paketine bu hususlar da eklenmeli..
Bu işin kamil anlamda çözülebilmesi için 677 sayılı Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması ile ilgili kanunun kaldırılması gerekmektedir..
Türkiye’nin değişik bölgelerinde halen bir çok tekke bulunmaktadır. Bunlardan tarihi özellikte olanları, bir şekilde ziyaret yeri gibi kullanılsa da, Türkiye’nin hemen hemen her il ve ilçesinde, kasabasında binlerce dergah bulunmaktadır. Tarihi dergahlardan bazıları şöyledir: Aziz Mahmud Hüdai Tekkesi (Üsküdar), Hacı Bayramı Veli tekkesi (Ankara/Ulus), Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi. Üsküdar Paşalimanı’nda Abdurrahman Ağa Camii yanında idi., Hüsameddin Uşşaki Tekkesi (Kasımpaşa), Kadirhane (Tophane), Kaşgari Tekkesi (Eyüp), Cerrahi Tekkesi (Karagümrük), Mevlevihaneler (Galata, Yenikapı, Kasımpaşa, Beşiktaş ve Üsküdar)..Halen Türkiye’de onlarca tarikatın vakıf ve dernek çatısı altında ya da evlerde kayıt dışı onbinlerce dergahı olduğunu unutmayalım. Açılım ve çözüm, herkesi kapsamak durumundadır.
En iyi biz bu konuya yarın da devam edelim..

yeniakit