ABD ile Pakistan arasında neler oluyor? Pakistan'dan gelen haberlere bakılırsa iki ülke savaşın eşiğinde. ABD karşıtı gösteriler yapılıyor, güçlü Pakistan ordusunun generalleri olağanüstü toplanıyor, siyasi partiler ülke tarihinde olmadığı kadar kapsamlı toplantılar organize ediyor, adeta bütün Pakistan ABD'ye direnmeye hazırlanıyor.
İki ülke, Soğuk Savaş'tan bu yana kesintisiz müttefikti. Afganistan'da Sovyetlere karşı verilen mücadelede, ardından Taliban'ın iktidara taşınmasında, 11 Eylül sonrası Taliban'ın devrilip Afganistan'ın işgalinde birlikte hareket etti. Ancak Afganistan işgalinden sonra kaderi değişmeye başladı ve Afganistan'daki savaş Pakistan'a yöneldi.
Birkaç yıldır tam anlamıyla iç savaş yaşayan bir ülke haline geldi. Zayıf siyasi iktidar, her an darbe olacakmış gibi olağanüstü durum, etnik ve mezhep çatışmalarının iyice tırmanması Pakistan'ı, günde ortalama yüz kişinin hayatını kaybettiği bir ülke haline getirdi.
Ancak asıl kriz, sıkıntı bunlar değildi. Aynı dönemde ABD'nin ve müttefiklerinin tam anlamıyla örtülü operasyon merkezi olan ülke, neredeyse egemenliğini kaybetti. Pakistan içlerinde bir çok askeri üsse yerleşen ABD, ülke içinde hem kara hem hava operasyonlarına başladı. Pakistan'daki bir üsten kalkan ABD uçağı ya da insansız hava aracı, yine Pakistan topraklarındaki köyleri, okulları, kasabaları bombalıyor, bazen her saldırıda yüzlerce insan hayatını kaybediyordu.
Dünyada böyle bir ülke yoktu. Kendi topraklarında üslenen bir yabancı gücün kendi insanlarını öldürmesine seyirci kalan bir ülke zaten olamazdı. İşte bu gelişmeye, buna seyirci kalanlara ve o yabancı güçlere karşı alttan alta şiddetli bir direnç güç kazanıyordu. Afganistan'daki yabancı güçlerin en büyük lojistik kaynağı olan ve Karaçi'den başlayan koridora yönelik saldırılar artıyor, her saldırıda onlarca askeri araç yakılıyordu. Pakistan devletinin yapamadığını örgütler ya da sistem içindeki güçler yapıyordu. Ülke hem iç savaş yaşıyor hem de ABD ile savaşıyordu ancak görünüşte bu ülkeler müttefikti!
Son dönemlerde ABD misyonlarına saldırılar arttı. Afganistan'da NATO ve ABD temsilciliklerine ağır saldırılar başladı. ABD, bu saldırıları yapanlarla Pakistan istihbaratı arasında irtibat olduğunu iddia etti. İşte o zaman ipler koptu. Bu ve benzeri krizler sonrasında Pakistan ile ABD arasında derin bir kriz oluştu. Biraz geriye gidelim ve ilişkilerdeki karanlık noktaları aydınlatalım.
Barack Obama, daha Beyaz Saray'a gelmeden ABD için en büyük tehdidin Afganistan ve Pakistan'dan geldiğini açıklamış, "Pakistan'ı füzelerle vurmak"tan söz etmişti. Bir önceki ABD Başkanı George Bush, dönemin Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'i Washington'a çağırıp; "Bizden yana olmazsanız sizi taş devrine döndürürüz" şeklinde tehdit etmiş, Müşerref diz çökmüştü.
Sonra ne oldu?
2007 yılı Kasım ayında The Washinton Post gazetesi ilginç bir haber yayınladı. "ABD'nin Pakistan için gizli bir planı var" başlıklı haberde, Pakistan'ın nükleer silahları sorgulanıyor, "bu silahların güvende olmadığı, ABD'nin bunları güven altına almayı planladığı" belirtiliyordu. Onlara göre Müşerref kontrolü kaybedecek ve bu silahlar ABD/İsrail karşıtı güçlerin eline geçecekti. Ya da ABD karşıtı generaller darbe yapacak, Pakistan büyük bir tehdit haline gelecekti. Pakistan dışişleri bu iddiaları yalanladı ama çok geçmeden iki ülke arasında özel birliklerin Pakistan'da konuşlandırılmasına ilişkin anlaşmalar imzalandı. Hedef terörle savaştı. Oysa gerçek nükleer silahlardı.
Özel birlikler, insansız hava araçları, operasyon birimleri Pakistan'daki askeri üslere yerleşti. İşte her şey ondan sonra başladı. Saldırılar, suikastler, sabotajlar, etnik ve mezhep eksenli çatışmaların tırmanması ve her gün ortalama yüz insanın hayatını kaybetmesi. Bu anlaşmadan sonra Başkent İslamabad tam anlamıyla savaş yerine döndü, ülke iç savaşa sürüklendi.
ABD'nin Yakındoğu ordularından oluşan Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın başındaki David H. Petreaus'un danışmanı David Kilcullen, 2009 yılında bakın ne söylemiş: "Gerekli adımlar atılmadığı takdirde Pakistan önümüzdeki altı ay içinde yıkılabilir. Pakistan'ın kaosa sürüklenmesi uluslararası toplum için korkunç sonuçlara yol açabilir. Pakistan'ın krize girmesi dünyadaki bütün diğer krizleri gölgede bırakacak bir etkisi olacaktır. Pakistan 173 milyonluk bir nüfusa, 100 adet nükleer silaha, El-Kaide'nin ana merkezine, Amerikan ordusundan daha büyük bir orduya ve ülkenin üçte ikisini kontrol edemeyen bir hükümete sahip. Pakistan ordusu, polisi ve istihbarat servisi sivil hükümetin kararlarını ciddiye almıyor. Bu güçler "devlet içinde haydut devlet" gibi hareket ediyor. Devletin önümüzdeki altı ay içinde yıkılabileceği bir noktaya doğru gidiyoruz, bu tehlike ekonomik krizle birlikte daha da artıyor. Hükümetin yıkılması ve nükleer silahların radikal güçlerin eline geçmesi ihtimali, dünyadaki diğer bütün krizleri cüceleştirebilir."
Sadece bu değil. Pakistan'daki iç savaş ve bugün gelinen durumla ilgili o kadar ürpertici gerçek var ki, bir ülkenin hem de nükleer güç olan bir ülkenin nasıl zavallı hale getirdiğine ibretlik örnekler bunlar. İnanın, Pakistan'ın bu hale getirilmesinin tek sebebi nükleer silahları. "Bu silahlar ABD ya da İsrail için tehdit olursa ne yaparız" sorusuna verilen cevaplar bu ülkeyi böyle acıklı bir duruma getirdi.
2007 yılında NATO karargahlarında yapılan gizli toplantıları ve "O korkunç senaryo: Ya gerçek olursa" başlığı altında birkaç kez burada aktardığım kabus senaryosuna dair korkuyu bir kez daha hatırlamak lazım.
Pakistan, ABD ile ilişkilerini kontrol etmeyi başaramazsa mahvolacak. İç savaş ve vesayetten derhal kurtulmalı yoksa gerçekten yazık olacak.
yenişafak