Abdurrahman Dilipak: Algı Yönetimi Sihirdir/ Elips haber.com
Din “eğitimi” hakikat algısını, okul (L’ecole) gerçek algısını dönüştürdü. Tarih algımızla da oynadılar, dünya algımızla da... Artırılmış sanal gerçeklik medya, siyaset algı üretiyor. Strateji planlaması, toplum mühendisleri için gelecek tasavvurunu biçimlendiriyor. Politikacılar ve ideologların işi gücü algıları biçimlendirmek için hayal ticaretidir. Hayali korkular ve umutlar üretiyorlar, “zan ticareti” yapıyorlar.
Troller “itibar suikastçısı” ya da “zamane meddahları”dır. Aşk ve öfke sarmalı içinde kalabalıkları savururlar. Gayeye giden her yol meşrudur onlar için, din, ahlak, hukuk tanımazlar. Bunlarda şeytan tüyü var. Ya sirkeyi bal diye satarlar ya da “ağuyu altın tas içinde sunarlar, bal da onun suç ortağı” olur onların tezgahında.. Şifacı maskesi ile sizi karşılayanlar şeytani bir cinayet şebekesinin tetikçisi olabilir. Ve zehirlerini damarınıza zerk ederken sizden “onam” da alabilirler icabında. Bu aşağılanmaya razı olan yığınlar aşılanmak için kuyruğa giriyorlarsa, bu dayanılmaz cazibe birilerinin iştahını kabartabilir. Celladına aşık bir halkın kılavuzu karga ise, burnu pislikten kurtulmayacaktır.
Bin lira çalıp, 100 lirası ile hayır yapanı “hem yapıyor hem yiyor, yemeyeni mi var” diye bir de alkışlıyorsanız sizin için gelen gideni aratacaktır. Ve o zaman siz de onun suç ortağı olacaksınız aynı zamanda ve tabii malı çalınan siz olduğunuz halde. Böyle olunca, sorun çözme sanatı olması gereken siyaset, sorun üreten bir mekanizmaya dönüşüyor. Partiler birbirlerini yemeye çalışan canavar hücrelere dönüşüyor. Bu siyasetin kanserleşmesidir.
Bir kere haram malla sadaka olmaz. Çalıntı servetin zekâtı olmaz. Böylece kendini maskelemeye çalışan kişinin bu yaptığı “iyilik”le günahı azalmaz, bir o kadar artar. Şaraba su, ya da suya şarap katsanız hüküm değişmez.
Kimileri yer, yapmaz. Kimi hem yer, hem yapar. Kimi ne yapar, ne yer. Kimi de yemez, yapar.. İşte bu sonuncusu nadir olan bir şeydir. Siz bunu arayın ve dikkat edin, cahil biri olmasın. Cahil yemese de çevresindekilerin yediklerini de görmez. İşi bilmiyorsa, yiyen kadar zarar da verebilir, işi bilmediği için. Korkak da olmasın. Korkakları korkuturlar. Cesur olsun. Ve tabii dürüst olsun..
Bakın evinizin anahtarını emanet edemeyeceğiniz adama oy vermeyin. Şehrin anahtarını, şehrin emanetini ona vermeyin. Aday seçerken, ailenize biri giriyor gibi düşünün. Gelininiz olmasını istemediğiniz hanım adaya oy vermeyin. Damat almayacağınız erkeğe de oy vermeyin.
Çok övünenlerden ve rakibini sürekli aşağılayanlardan uzak durun. Hele de, kendi içlerinde benzer birileri varken, ötekilerin günahlarını, suçlarını sayıp dökenlerden uzak durun. Yalancı, dün dediğinin bugün aksini yapanlara itibar etmeyin.
Din ve devlet büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin. Aklınızı kiraya vermeyin.
Mekke döneminde Müslümanların itibar görmezi, ahlak ve erdem üzerinedir. Medine döneminde, sayıca az, Ensar’a göre daha yoksul, Medineliler, Mekkelilerin dininden ve ırkından olmalarına rağmen Müslümanlar nasıl iktidar oldular? Müslümanların Medinelilerin nazarında iki özellikleri vardı. Hz. Muhammed’in (sav) şöhreti, Müslümanların ortak karakteri ve Alamet-i Farikaları olmuştu. Müslümanlar El Emindirler. Hükmettiklerinde adaletle hükmederler. Bir kavme, topluluğa olan düşmanlıkları bile onları adaletten saptırmaz. Haksız olan din kardeşi de olsa, haklı olan düşmanları da olsa, bu değişmez. İşi ehline verirler. Medine halkının Müslümanlar hakkındaki kanaatleri ise şöyle idi: Onlar bilirler ve yalan söylemezler. Söz verdiklerinde sözlerinde dururlar. Medine’de kurulan Şehir Devletinin üssül esası hukuktu! Çok hukuklu bir toplumsal sözleşme toplumun ortak iradesi olarak, herkesin malını, canını, namusunu, aklını, inancını ve neslini koruma altına alıyordu.
Müslüman toplumun uluslararası düzeni, Kudüs beyannamesi ifadesini bulur. Kudüs emannamesi / Beyannamesinin çerçevesini 10 Emir çizer.
Sihir en büyük günahlardan biridir. Bir başkasının iradesi üzerine ipotek koymak, şeytani bir tavırdır.
Asıl soru şu: Biz geleceğimizi nasıl inşa edeceğiz? Referansımız, kendi inanç, kavram kurumlarımız, tarihimiz, toplumsal talepler mi, yoksa sipariş, ithal, taklitle mi?
Şunu kabul edelim, artık bundan sonra 19.yy sonunda, savaş yıllarında, kapitalizm, komünizm, faşizmin gölgesinde oluşan kavramlarla ve kurumlarla 21.yy’lı anlayamayız, kuantum fiziği, mantığı ve matematiği, bilimi teknolojisi çok farklı olacak. Artık portakal ağacında karanfil kokulu sarımsaktan söz ediyoruz, Humanoid, Klonoid, yapay zeka, nesneler arası iletişim.. Eğitim ve emek sorunu insanımsı robotlarla çözülecekse, enerji de füzyon enerjisine dönüşecekse, geriye ne kalıyor? Sağlık sorununu NeuraLink’ler, BioRezonans ve gen manipülasyonu ya da implantı ile çözecekseniz, tek para, tek devlet olacaksa, TransHumanizm’le insan bile biyolojik olarak yeniden yapılandırılacaksa biz ne yapacağız? Bu konu İHA ve SİHA’larla çözülecek bir sorun değil. Adamlar biyolojik insanın sonundan söz ediyorlar.
Sanırım böylesine büyük bir global tehdide karşı global bir karşı duruş gerek. Bunun adalet ve barış içinde gerçekleşmesi gerek. Bir şey olmasın diyorsak yerine neyi koymamız gerektiğini de söylememiz gerek. “Eski hal muhal”, bunu görelim. Yeni hal için işin dini, ahlaki, hukuki yönünü, bunun felsefi temellerini, kavram ve kurumlarını, hedef ve hedefe giden yöntemi çalışmamız gerek. Bunun insanlara anlatılması için konunun estetize edilmesi, bunun sanatının, dilinin-edebiyatının, medyasının üzerinde çalışılması gerek.
Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir.
Görelim Mevla’m neyler. Bugün gerçekten çağ ağıp, çağ kapanması ile sonuçlanan yeni bir milat olabilir.
Ya kazanacağız, ya kaybedeceğiz, sürüncemede kalması en kötüsü olacak. Kazanabiliriz, yeter ki doğru, dürüst, bilgili ve cesur olalım. Sabırlı olalım, adaletten ayrılmayalım. Yeter ki, farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesini yüceltebilelim. Yeter ki merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olsun, adil şahitler olalım, adaletten ayrılmayalım, öfkemiz, kin ve intikam duyguları aklımızı zail etmesin.
Evet, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur.
Başarabiliriz, yeter ki, Allah’ın yardımı bize ulaşsın. Burada kritik konu şu: Allah cahillere ve zalimlere yardım etmeyecek. Cahillerden ve zalimlerden olmayalım.
Biz Allah’ın rızasının tecellisin vesilesi olalım ve kendi aramızda tearüf edelim / bilişelim diye yaratıldık. Biz ekmeli mahlukat, eşrefi mahlukatız, belhum adal değil. Biz insanız!
Selam ve dua ile…