Abdurrahman Dilipak : Deprem de Covid de Kaderdi! /Habervakti.com
Kur’an-ı kerim’de, “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye bir ayet var. İslam insanları Allah’tan başka birini ya da bir şeyi İlah ve Rab edinmeme konusunda uyarır. İnsanların Peygamberlerini Rab edinenleri de gördü, Tanrı kralları da. Sakın kimse din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmesin, sonra Allah’ın laneti ve gazabı onları yakar!
Kardeşim Yusuf İslam / Cat Stevens "Bir şeyler her zaman değişir. Her zaman yolunda ilerleyen şeyler ve nerede son bulurlar? Kim bilebilir."Kader veya irade meselesi bir sırlarla dolu bir konudur.. Olaylar bütünüyle bizim kontrolümüz değil (Külli ve Cüz-i irade ve Rıza konusu da var). hüküm Allahındır. (Onun eşi, benzeri, ortağı yoktur) Bu çerçevede (Kadere, rızka, ecele hükmeden) karar veren en üste “Hüküm veren” bir irade olmalıdır. Gelecek albümümdeki temalardan biri de bu olacak.” 28.2.2023 tarihli Twitter’inde. Biz Müslümanlar kardeşiz. Ona esenlikler dilerim.
Bu konu aynı zamanda Allah'ın ezeli ve ebedi bilgisi ile de ilgili. O Allah ki, zaten zaman ve mekandan münezzeh değil mi. Ezel ve Ebed zatının değil, yarattıkları ile ilgili bir konudur. Onun başlangıcı ve sonu yoktur. O yaratılmış türün, cinsin, yaratılış gayesine uygun olarak takdir edilen, başlangıç ve sonu ifade eder. Allahtan başka her şeyin takdir edilen bir başı bir sonu vardır. Ezel ve ebed bu takdir edilen süre dışında cins ve tür’ün fertleri ile ilgili değildir.
Bu tartışmalar aslında bazı gerçeklerin ortaya çıkması için iyi bir fırsat da oldu. Bazıları irtidat ederken, İslam'a karşı öfkelerini kusarken, bazıları da tövbe ediyor, ya da yanlış bilenler de yanlışlarını düzeltiyorlar. Evet Deprem de kader, CoVID’de. Bunları kim başlattı / tetiklediyse tetiklesin, bu değişmez. Olan her şey, hayır da şer de Allah’ın bilgisi ve iradesi içindedir. Biz Onun rızasına talibiz. Hatta bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Burada “Çıkış kapısı” Rıza kapısıdır! Ve bu süreç baştan sona imtihandır. Hayatın ta kendisidir. Sakın ola, kimse Allah’ın aletlerini, küçük menfaatler karşılığında, siyasi, şahsi menfaat, ya da grup, kabile menfaatleri için anlamını çarpıtmasın, sonra lanete ve gazaba uğradıkları gibi, onunla neyi murat ettilerse, mal, makam, o elde ettikleri şey kendine de, o konuda ona yardım edenler, o manen zehirli malı sahiplenen herkesi de mahveder.
Allah işi ehline verin dedi akrabanıza değil. Akrabanıza yardım edin dedi. Helalinden kazandıklarınızdan bir pay yoksullara, dullara, yetimlere, yolda kalanlara, yurtlarından çıkartılanlara, miskinlere, bir pay akrabalara, bir pay komşulara, bir pay kalpleri İslam’a ısındırılacaklara, bir pay zalimlere karşı direnenlere, ama bu Allah’ın dinine sadakat’ın nişanesi olan bu “sadaka”, karzı hasen, meşru, karşılık gözetmeden yapılan hediyeler ve ikramlar Allah’ın dinini tasdik anlamında safınızı seçtiğinizi, nerede durduğunuzu gösterir. Yoksa ihaleyi, resmi görevi akrabasına, komşusuna, tarikat arkadaşına, partisine verenlerin vay haline!
Bu arada acil bir konuda şu enkaz meselesi. Bakın bu “hafriyat” kontrollü yıkımın hafriyatı değil. Bir afet sonucu ortaya çıkan bir mecburiyet. Bu işin iki boyutu var. Bunlar, hava, su, toprak için vahşi bir yöntem ve tek başına kişisel menfaat meselesi yapılmamalı.
Bu enkazda ceset de var, altın da, silahta, parada, hisse senedi de, alacak senedi de, Beton, demir, asbest de var. Sanat eseri de, antikada, özel hatıralar, kasalar, resimler, bilgisayar kayıtları, belgeler de var. Günah, sevap, şantaj belgesi, kimlikler de var. Bunların hepsi kişisel mülkiyet hükmündedir. Bebeğini kaybetmiş bir anne için çocuğunun toz toprak içindeki ayakkabısı ve oyuncağı bile değerlidir.
Üzerinde iş makinaları ile çalıştığımız bu beton yığınını gibi görünen şey, bir beton yığınından çok daha fazlasını ifade ediyor, orada yaşayan birisi için. Onun için besmele ile, edeple yaklaşmak gerekir o “enkaz”a. Bu özel eşyalar, telefon bilgisayar, fotoğraf makinası, emanet ve ödün alınan şeyler ve enkazın bir mülkiyet olarak, hak sahibi kişiler ya da varisleri üzerinden bir protokole bağlanması gerekir. Enkaz numuneleri, sigorta, dava ile ilgili olarak kanıt olacak şekilde kayıt altına alınması ve her bina için bir klasör, her daire için bir dosya tutulması gerekir. Her kayda değer şey için, hurdaya ya da sağlam çıkan eşyalara kadar, bir emanet odası oluşturulması ve raporlanması gerek. Eğer hak sahipleri feragatname imzalıyorsa ne ala, değilse hesabın ona göre yapılması gerek.
Enkazdan sağlam ve tabir edilebilir şeklide kurtarılan halı ve benzeri, malzemelerin onarılarak ve izin alınarak deprem bölgelerinde kullanılması düşünülmelidir.
Demir hurda kabul ediliyor da, aslında Moloz’(!?)da, asbestin ayrıca kontrollü olarak alınması yanında, evlerde ve iş yerlerinde bulunan çamaşır ve bulaşık, yer temizlik kimyasallarının, Hırdavatçılarda bulunan inşaat kimyasallarının, sanayi tesislerindeki endüstriyel kimyasalların, ham, ya da yarın mamül malzemelerin dikkatli bir şekilde alınması, ayrıca depolanması ya da kontrollü bir şekilde imhası gerekir. Çimento ve alçı gibi malzemeler artık basit yöntemlerle enkaza yakın bir mahalde sür’atle yenisi ile eş değer çimento ve alçıya dönüştürülebiliyor. Bakın bu kaynakları doğru kullanmalıyız.
Buralarda tarımda kullanılacak ciddi anlamda kompoz üretilebilir. Tabi cam, tahta, selüloz, tekstil bazlı, hammadde olarak çıkacak bir çok ürün de söz konusu buralarda. Evlerdeki selülöz’ü hurda tasfiyesinde kullanabilirsiniz ama bir ambalaj sanayi, kitabevi, matbaa ve kağıt ticarethanesinin deposundaki hurda, sahibi için de bir ekonomik değerdir. Sanayi, ticarethane, ev, atölye, esnaf işyeri, vakıf, dernek, oda, sendika, kamu binası, kooperatif., mabed bunların ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekiyor. Bakın bunlara dikkat edilmeden hurdaları üst üste yığarsanız, Erciyes dağı kadar bir tepe oluşturursunuz, devlet de müteahhit’de, sigortacı da, enkazı taşıyan da, döken de, buna karar veren de hepsi sanık olur. Hepsi birbirine girer. Kayıp ceset sahipleri kapınıza dayanır.
Bu belli bölgelere yığılması gereken atıklar için uygun bir vadi buldunuz mu, zemin izolasyonunu yaptınız mı, bunun içine dev kozmik odalar, depo alanları, sığınaklar, tüneller, barınaklar inşa ettiniz mi? İleride buna çok ihtiyacınız olacak. Onun üzerine o elden geçirilmiş ekonomik değer ifade etmeyen moloz artıklarını döktüğünüzde, altta oluşacak mekana bu gün de yarın da hem askeri, hem sivil, hem süreçle ilgili, hem ekonomik anlamda ihtiyacınız olacak.
Selam ve dua ile.
Acele etmeden ve geç kalmadan yapmak gerek bir işi yoksa, sonunu düşünmeden attığınız her adım yarın başınıza iş açabilir. Yaptığınızı yıkmak zorunda kalabilirsiniz. Ah üzerine ah alırsanız ahiriniz hayrolmaz. Hem merkezdeki, hem yereldeki karar vericiler, hem iş adamları, hem de bürokratlar buna dikkat etsinler.. Bakın enkazı kaldırırken, enkaz sahibini ya da velisini, hak sahibi kimse o ya da onun vekilini davet edin, sözleşme yapın, belediyeciyi, sigortacıyı yanınıza alın. Yoksa o iş yapana hayır getirmez. Acele etmeyin, geç de kalmayın. Yarın ne olacağı belli değil, işi “kitabına uydurup yürürüz” diye düşünmeyin. “Biz yaptık oldu” olmaz. Kitaba uyun! Hak ve Hukuk yolundan ayrılmayız. Yoksa dua ile belasını isteyenlere dönersiniz. Allah yapıp-ettiklerimizden haberdardır ve hüküm sahibidir.
Sahi, buralara niye Kenevir ekmiyorsunuz. İnşaat, iş, sağlık, gıda, ilaç her alanda size ekonomik ve güçlü bir fırsat sunan Keneviri neden boş alanlara ekmiyorsunuz. 4 ay sonra alın size hazır hammadde. Neden! Elinizi tutan ne? Hava, su, toprağı korur, ıslah eder, sağlık üretir. Demir, tahta, plastik, selülöz, petrol, gıda, mermer kullandığınız her yerde bu ürünü kullanabilirsiniz. İnşaatta kullanabilirsiniz, enerji için ya da yakıt olarak da kullanabilirsiniz. Ekmeğinize katabilirsiniz. Arasına ektiğiniz bitlerin verimini, kalitesini artırır. Zirai ilaç (!?) denilen zehir de istemez, gübre de istemez. O zehirleri çöpleri ıslah eder. Bal üretiminin kalite ve verimliliğini artırır kovanların arasına ekerseniz. Arı biti kovana gelmez. Domuz da gelmez, Köstebek de. Astımlar daha rahat nefes alır. Çöplerden yükselen toksik ve mikrobik buharları dönüştürür, kötü kokuları izole eder. Çöplükleri islah eder. Geçmişte bunu Sakarya’daki vahşi çöp döküm alanında denedik.
Neden, neden neden! O enkaz çöp değil. Bu yığın herhangi bir “Moloz” yığını değil, “enkaz-ı beşer”dir. “toprağı sıksan, ruhu geldiği yere uçmuş, toprak ananın ağlayan öz evladı bir çocuğun yuttuğu sesini duyarsınız belki de”. Onun için o dev iş makinalarının gürültüsü içinde bu ses kaybolmasın. Enkazdan iş çıkartmak isterken, o enkazın içindeki cesetlerin ruhlarını taciz etmemeye dikkat edin, varisleri ile mahkemelik olmayın derim. Ölümüze dirimize rahmet vesilesi olacak işler yapalım. Yoksa “mezarlık soygunsu”na dönüşür insan, bu “çöp”e hile karıştırırsa. Bu konuda nefsine güvenmeyenler bu işten ellerini çeksinler. Leş kargalarına benzerler yoksa, mezarlık soyguncuları arasında adı geçer onların. “Fışkırır ruh-u mücerret gibi yerden na'şı!” bu insanların da bu işe hile katanlardan alır intikamını. Allah (cc) birilerini bu işe memur eder, bakarsınız.
O beton ve hurda yığını yeni bir başlangıç için bir ibret dersine dönüşmeyecek, nefs muhasebesi yapıp tevbe etmeyeceksek, gelinen nokta bir dönemin bittiği yer olarak hafızalara kazınacaktır. Burası yüz binlerce insanın nabzının sükut bulduğu yerdir.
Şimdi, GAP’ı düşünün, Adıyaman ve Malatya’dan öte fay hattının üzerine inşa edilen GAP’ı düşünün! Depremin öteki fay hattını düşünün. Kavşak noktasındaki Gavur dağı’nı, gavur gölü’nü, Amik ovasını, Ahir dağını ve sonra Güneye doğru Lut gölü fay kırığını , Haleb’i, Şam’ı, Kudüs’ü düşünün, Tur-u Sina’yı düşünün.