Abdurrahman Dilipak :Deprem Olduğu için mi Ölüyorsunuz?

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz.

Abdurrahman Dilipak /Deprem Olduğu için mi Ölüyorsunuz?

Derin Gerçekler

Birilerinin deprem olduğu için mi öldüğünü sanıyorsunuz? O sebepler aleminden bir sebep. O sebep-sonuç ilişkisi ilk insanla başlar. “Kabil Habil’i öldürmeseydi” diye başlarsanız ne suç kalır, ne de suçlu. Yani Determinizm sizi “Tarihi materyalizmin” çıkmaz sokaklarına sürükleyebilir.

Deprem olduğu için ölmüyorsunuz”, “öleceğiniz için deprem oluyor!” Bu iki beyanın her biri kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip. Biri akıl, iliş ve gerçeklik düzleminde anlam kazanıyor, ötekisi yine akıl, iman ve Hakikat bağlamında bir anlam derinliğine sahip. Biri zahiri, öteki batıni bir değerlendirme. Gerçekle Hakikat buluştuğunda, daha doğrusu sebep-gerçekler merdiveninden Hakikat’e doğru bir Hikmet yolculuğa çıktığınızda, eriştiğiniz makamdan alemleri seyreylediğinizde Hakikat’ın başka yüzlerini / Veçhelerin görüyorsunuz. Sebep ve sonuçların tarihi arka planı yanında geleceğe dönük eklerini keşif ve temaşa ediyorsunuz.

Şimdi düşünelim, deprem olmasaydı, ölenler yaşıyor olacak mı idi? Böyle bir sonuç gerçekleştikten sonra geriye dönük ihtimal hesabı yapılmaz. Bu Kaderin sorgulanması anlamına gelir. Böyle bir akıl yürütme fasid’dir. Gerçekleşen sonuç, Allah’ın ezeli ve ebedi bilgisi ile sabitleşmiştir. Ölenler yaşayacak olmasa da bu sonuçta kişinin ihmal ve sorumluluğu kendine aittir. O da Allah’ın yaratması ve bilgisi dahilinde olan bir şeydir. Zahiri ve batini değerlendirmeler bu anlamda birbirini dünya ve ahiret ölçüsünde tamamlayan değerlendirmelerdir. Bir paranın iki yüzü gibidir.

Sahi bu bağlamda baktığımızdan, olayı ölüm üzerinden sorgulamak, hele bugün çok trajik bir derinliğe sahip bir konu. Diğer aktüel bir konu üzerinden bir misal olarak soralım: Cumhurbaşkanlığı seçiminin muhtemel sonucu Allah’ın bilgisi, iradesi ve rızası dışında bir konu mudur? O zaman bu telaş, öfke, korku niye? Tedbir, takdire yön mü verecek. Yani Allah ezeli bilgisi ile değil de, süreç içinde hadiseler zinciri içinde mi karar veriyor haşa da, birilerinin “Tanrıyı kıyamete zorlaması” gibi, birileri de tanrıyı iktidara ya da birilerinin birilerini iktidara getirmesini engellemeye mi çalışıyor. Manzaraya bakınca bunu anlamıyorum.

Aslında bunlar “Müşkil” bir konu değil, ama insanlar bu konuda bir türlü “mutmain” olamıyorlar. Bu konu “dil ile ikrar” ettikleri konuyu “kalp ile tasdik” sorunu yaşıyor olabilirler. Sonuçta Allah sonucu tayin konusunda mutlak irade sahibidir. Bizleri malımız, canımız ve sevdiklerimizle, bizi kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Ayrıca her topluluğu layık olduğu şekilde imtihan edecektir. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe, O bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. İnsanlar yaptıklarının ve yapmaları gerekirken yapmadıklarının karşılığını eksiksiz görecektir. Ve bu süreçte sonuç ne olursa olsun Allah’ın ipine tutunanlar, rızasına uygun hareket edenler haksızlığa uymayacaklar.

Aslında bu açıdan bakınca, bir Müslümanın her türlü hadisat karşısında teenni ile hareket etmesi gerek. Her varlığı sevinmemesi, her yokluğa yerinmemesi gerek. Zira bize hayır gibi görünen şeylerde şer, şer gibi görünen şeylerde hayır olabilir. Bizim hayırlı olanı istememiz gerek, dua ediyor gibi görünerek, Allah’ı ikna etmeye çalışmaktan vazgeçmemiz gerek.(!?). Allah'a iş yüklemekten de!

Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek ister. Biz bunu Allah’ın yapmasını istiyoruz. Öyle ya, haşa imtihan olan, cennete girmenin yollarını arayan O! Hayır dua ile belanızı istemeyin. Allah’ın gizli hazineleri ya da gizli ordularının anahtarı ve komutası siz mallarınız, canlarınız, sevdiklerinizle Allah yolunda seferber olduğunuzda, size ulaşabilecektir ve tabi diğer şartlar da yerine gelmişse, değilse Allah cahiller ve zalimler topluluğuna yardım etmez. Aksine onların işlerini sarp dağlara sardırmasının ötesinde, içlerindeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden o halk gereken tepkiyi vermemiş, direnişi göstermemişse, onları yakacak ateş ötekilere de dokunabilir.

Evet, zahiri sebep olarak, imtihan ve sorumluluk açısından deprem öldüğü için ölüyoruz. Deruni, batıni sebep ise ecelimiz geldiği için, vademiz dolduğu için ölüyoruz. Bu ikisi aynı zamanda, aynı gerçeğin iki yüzüdür. Biri bu dünyaya, öteki yüzü Mavera’ya bakar. Hayat da memat da Allah’ın iradesi içindedir, İyilik de kötülük de öyle. “Ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi”. Bizim için asıl önemli olan şerden uzak durmak ve Allah’ın rızasına ulaşarak Allah’ın gazabından rahmetine sığınmak.

Kimin iktidar olacağı ya da muhalefet olacağına gelince, Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir çevirir. Hiç düşündünüz mü, Allah niçin böyle yapıyor? Defalarca size Talut-Calud ve Genç Davud’un “sapan taşı”nı yazdım. Önce önlerinde deniz açılıp, Firavun denizde boğulduktan sonra, Bıldırcın kebapları, Kudret helvaları ikram edilen bir kavmin, 40 günde nasıl sapıttığı ve daha 40. gün puta tapmaya başladıklarını, ardından 10 günlük yolu nasıl 40 yılda geçtiklerini de yazdım. Oysa önlerinde 3 peygamber ve bir de melekler topluluğu vardı. Kırk yıl süren Tih çölündeki yolculuğun 20. yılında denizi geçenlerin büyük bir çoğunluğunun nasıl çöle gömüldüklerini de. Akletmez misiniz! Allahtan servet ve iktidar isteyip sonra söz verdikleri şeyleri unutup kibir için adaletten uzaklaştıklarında nasıl gazaba uğradıkları ile ilgili olarak kitapta birçok ayetler vardır.

Adaletten saptıkları için servetlerinin, iktidar ve güçlerinin ellerinden alınıp yapıp ettikleri yüzünden helak kapılarına gelip dayandığında dua etmeye başlayacaklar, tıpkı karanlık bir denizde fırtınaya yakalanan geminin yolcuları gibi pişman olduklarını söyleyecekler ama artık çok geç kalmış olabilirler.
Biz o güne karşı insanları peygamberlerin uyardığı gibi uyarmaya devam edelim. Biz, bize kendilerine kötülük edenlerin yerlerine yerleştikten sonra, Allah’ın onlara ne yaptığını biz gördükten sonra bizim yaptıklarımız gazab sebebi olursa şaşmayalım. Peygamberler bu konuda bizi uyarmadı mı? Önce nimet verilenlerin sözlerinde durmamaları, mahkemeyi kendilerine mülk zannedenlerin helaklerini anlatan misallerle doludur. Allah’ın bir sıfatı da “Muntakim”dir, intikam alır. Hele de önce Allah'a söz verip, insanları Allah’la aldatıp, sonra sözlerinden dönenlerden intikamı acele ve şedid olur. (Ey zalimler ve hainler, sizin de zulüm ve hıyanetlerinizin hesabını soracak, saltanatınızı yıkacaktır) denmedi mi onlara. Birileri “O dağları yerinden oynatacak güç ve planları bile olsa”, birileri de onların güç, servet ve iktidarından korkarak ya da onların desteğini almak için onlara yakın dursa, onlar bilsinler ki, Allah katında akamete uğrarlar, ağır bir cezaya müstehak olurlar. İşte Allah (iyi ve/veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür durur. (Allah bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösterir, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler/şehitler edinmek için böyle yapar ve Allah, zalimleri sevmez. Evet, evet, vallahi de billahi de; Allah o günleri insanlar arasında döndürüp duruyor ki gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor. (Amenna ve Saddakna)

Sahi, bizlerden gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlerimizin sahibi, onlara ışık veren kim? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? Peygamberlerin, alimlerin, zahidler’in, şehidler’in gazilerin de Rabbi ve İlahı Allah’tır, Amerika’nın, Avrupa’nın, İsrail’in, Şeytanın, tapınakçı’ların, darbecilerin, Mafia’nın, Vatikan’ın ve tüm kainatın, yaratılmış ne varsa onların Rabbi, İlahı, sahibi kim? «Allah»!.
Peki nasıl oluyor da, Allah’tan sakınmıyor, kuldan utanmıyoruz. Ondan sakınmıyoruz. Allah yaptıklarımızı, söylediklerimizi, akıllarımızdan ve gönüllerimizden geçenleri, şifreli telefonlarla ya da kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuştuklarımızı da biliyor. Ve bir gün gizli olan ne varsa ortaya çıkacak, gaybe ve ahiret gününü, hesaba, mizana inanmıyor musunuz?
Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir. Biz rızaya tabi olalım. Sonuç ne olursa olsun rıza yolunun yolcuları mahzun olmayacaklar. Belki de zalimlere fırsat verip, sonra Allah mazlumların eli onları cezalandırmak istemektedir. Bazen nimet verdikleri saptıkları gibi, bazen da daha önce sapanlar sonra rıza yolunun yolcusu olabiliyorlar.
Ya Rab bizim evvelimizi, ahirimizi ve neslimizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl.

Selam ve dua ile.

Not: Deprem, siyaset, dünya, bölge, fert ve toplulukların başına gelen iyi ve kötü olaylar ile ilgili olarak yazımdaki mananın aslı için lütfen İbrahim 44,45,46,47,ye Yunus 109, Ali İbrahim 140‘e bakınız.

Medya-Makale Haberleri

Mücahit Gültekin: Suriye Tartışmaları, "Kökü Dışarıda Olmak" Söylemi ve Politik Hafıza Üzerine
Abdurrahman Dilipak: Suriye İsrail’le karşı karşıya gelirse!
Abdurrahman Dilipak: Suriye’deki halk devrimine nasıl bakıyorum
Abdurrahman Dilipak: Allah’a ve ahiret gününe inanmak!
Abdurrahman Dilipak: Suriye bizim göz aydınlığımız olsun!