Hadi 2023’e de girdik. Cumhuriyet'in 2. YY’ını da gördük. Halâ, Şeriat'ın, Laikliğin, Hilafet'in, Demokrasi'nin, Cumhuriyet'in ne olduğunu, ne anlama geldiğini bilmesek te, girdik işte. 2. YY gidiyoruz da, Global Reset sonrası, “Yeni Normal” dönemde, TransHumanizm’de, öyle Cumhuriyet mumhuriyet yok ama olsun, biz yaptık oldu. Paris’e gider iklim anlaşmasını imzalarız, döner fosil yakıt anlaşması imzalarız. Uluslararası sistemle uyumlu adımlar atacağız ve hem de Cumhuriyet'in 2. YY’nı kutlayacağız. Dünya değişecekce biz de değişiriz! MetaVerse de kutlarız yeni yüzyılı, Siborg Gender birey’lerle!? Zaten nüfus cüzdanımıza GENDER yazdık.
He! Zaten , “Yeni dünya düzeni”nde, 19. YY sonunda oluşan kavram ve kurumlara yer yok biliyoruz da, Nostaljik takılıyoruz işte! Biz Hamaset’e bayılırız. Onun için hala “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşma”yı tartışmaya devam ediyoruz. Hoş, artık bizim solcular “Çağdaşlaşma” diyorlar. Muasırlaşma yerine bir dönem “Asrilik” moda olmuştu, o tutmadı. “Asri” diyince sosyete ya da “Modernleşme” anlaşıldı. Batıcılıkta aslında “Garbi”lik. O da tutmadı. Mesela “Şarkiyat” tuttu. “Şarkı”da tuttu.
Yıl 1948. Osman Yüksel Serdengeçti'nin çıkarttığı “Serdengeçti” dergisinin 5. sayısında yayınlanan “Asri aile” diye bir şiiri var. O şiiri yazının sonuna alıyorum da, ilk yayınlandığı şekli ile görmek isteyenler “Serdengeçti” dergisinin 5. Sayısının PDF sine şu adresten ulaşabilirler: http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/serdengecti05_8112.pdf
Bakın bu şiir çok önemli. O günlerin tek parti “kodaman’lar”ını anlatır. Şimdi onlara “Oligark” diyorlar. O günlerden bu günlere nasıl geldik ya da o gün bunlara direnenlerin çocukları bugün onlara benzediler, bunu görmek için bu şiiri tekrar tekrar okumak gerek.
Hani şu “Medeniyet denilen maskara mahluk” var ya bunlar hep onun işi. Bu şiiri okuyunca İstanbul Sözleşmesi'ni, Lanzarotte'yi alkışlarla kabul edenlerin bu noktaya nasıl savrulduklarını daha iyi anlayacaksınız. Aile, gençlik ve toplum olarak “Nereden geldik, nereye gidiyoruz” merak ediyorsanız, bu şiiri mutlaka okumalısınız.
Osman Yüksel denen bu “Serdengeçti Adam”ı daha yakından tanımak isterseniz, Mehmet Niyazi Özdemir’in 24 Eylül 2017 tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan “Yüksek Vekâletin Alçak Vekili’ne” başlıklı yazısına bakmak gerek. “(…) Osman Yüksel serbest bırakılınca, Milli Eğitim Bakanlığı’na dilekçe vererek suçsuz olduğunu, mezuniyet sınavlarına girmesine izin verilmesini ister. Bakanlık bu dilekçeyi gerekçe belirtmeden reddeder. Bunun üzerine Bakan Hasan Ali’nin huzuruna çıkar; mazeretini kabul etmeyince, meşhur dilekçeyi önüne koyar: Yüksek Vekâletin Alçak Vekiline /ANKARA. 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil – Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan, ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir. Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı ...! Senden bahşiş istemiyorum ...! İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım... Beni, tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez..! Bu aşkı bu ateşi hiçbir şey söndüremez…!
Osman Yüksel, bu dilekçeye cevap alamaması üzerine Serdengeçti Dergisi'nin 2. sayısında Hasan Ali Yücel’i tekrar yerden yere vuran bir yazı yazar. Bu yazı şöyle başlamaktadır: '‘Ağzının sağ yanı ile Kur’an okuyan, sol yanı ile kızıl ıslıklar çalan Bakan!...’'
Bu yazıdan sonra Osman Yüksel’e ceza davası açılır; üç yüz lira para, 3.5 ay hapis cezası verilir.
Hasan Ali Yücel Bakanlıktan ayrılır. Bunun yerine Şemsettin Sirer gelir. Bu dönemde Osman Yüksel Danıştay’a başvurur. Davayı kazanır ve sınava girecektir. Ama hocalar zorluk çıkarırlar. Hastalanır, Akseki’ye gider, kışı orada geçirir, tekrar Ankara’ya döner. Kalan dersini vererek mezun olacaktır. Dersin hocası Behice Boran’dır. Osman Yüksel’i bir türlü sınava almaz. Ama onun için hayat memat meselesidir. Behice Boran’a şöyle söyler: '‘Beni nasıl imtihana almazsınız? Danıştay’dan kapı gibi ilam getirdim. Bunu kabule mecbursunuz!’'
Behice Boran: ‘Hayır Osman, infaz etmem. Çünkü o kararı tanımıyorum!’
Osman Yüksel: ‘'Nasıl oluyor da Cumhuriyet Hükümetinin en yüksek mahkemesinin kararını tanımıyorsunuz. Burası Moskova mı?’'
Osman Yüksel ne söyledi ise boştur. Onu sınava almazlar. Profesör Enver Z. Karal, Prof Cemal Alagöz, Prof. B.S. Baysal ve Doç İ. Şahin Baştan oluşan haysiyet ve disiplin kurulu, okuldan silinmesine karar verirler. Burası bir hukuk devleti değildir; iki dudak arasında çıkan söze bağlıdır. Dolayısıyla halkı şuurlandırmak lazımdır. Bu da demokrasi ile olur.
Osman Yüksel’in, onun gibi muzdariplerin, demokrasiye geçişimizin rolünü Agah Oktay Güner şöyle izah eder: '‘Serdengeçti kaç zulme ışık tutmuş, kaç kalbi, kaç beyni uyandırmış bilemem. Ama kesin bildiğim şudur: CHP’nin 1950’de halkın reyi ile yerle bir edilmesinde Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel’in büyük hizmetleri olmuştur. Orkun, Büyük Doğu, Serdengeçti adeta üç ağır top gibi CHP’yi fikir gülleleri ile viraneye çevirmiştir. Osman Yüksel, dergisinin adı ile tanınan ve sevilen çok sıkı bir batarya kumandanı idi. Onun fikir yanında mizah, nükte dolu satırları, 1946-1950 demokrasiye geçiş mücadelesinde çok hizmet vermiştir.'’
Osman Yüksel Serdengeçti; ‘'Yıkıldılar'’ adlı makalesinde CHP’yi şöyle tarif etmiştir: ‘'Tam 27 yıl Tanrı’lar gibi konuştular. Firavunlar gibi saltanat sürdüler. Yediler, içtiler, kustular. Bol harcırah, hususi vagonlar, yatlar… Sürgün ettikleri padişahların saraylarında şahane hayatlar… Zevk, eğlence âlemleri… Vur patlasın! Çal oynasın! Her gün bayram, her gün seyran! Altta kalanın canı çıksın. Altta kalan milletti! Halktı, köylü idi! Ama nutuklarda, afişlerde ‘Köylü Milletin Efendisidir’ yazılı idi. Ne uslandılar, ne utandılar, ne de doydular… Ey Türk Milleti! Vatan ve millet cellâtlarını unutma ve affetme!’ (…)”
Bakın cesaret böyle bir şey, “akrebin kıskacında yoğrulmak” böyle bir şey. Dik başlı değil, başı dik, “Özgür bir insan” böyle olunur.
Serdengeçti anlatıyor: ''1944’de, üniversitede öğrenciyken tutuklandıklarında kendilerini bir anda Vali Tandoğan’ın karşısında bulurlar. Tandoğan orada tutuklanan gençlere karşı şöyle der: kendilerine bu tutuklama sonrası meşhur “Öküz Anadolulu” nutkunu çekmişti: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek; ikincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”
CHP, sırtındaki bu kamburlardan kurtulmadan toplumun bilinçaltında, toplumsal hafızada aklanması çok kolay olmayacak.
Şimdi, “Asri Aile”yi okuyabilirsiniz. Ve bugün ailenin ve gençliğin içine düşürüldüğü durumu anlamak için bu mısralar, dünü ve bugünü yeniden düşünmenizi sağlayacaktır.
Bir yıl önce başlayan İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma yönündeki irade beyanı, bir yıl sonra ancak yargı aşamasını tamamladı. Sözleşmeden ayrılmak için, önümüzde daha uzun bir süreç var. Dahası, bu sözleşmelere dayalı olarak hazırlanan yasa, yasaya dayalı yönetmelikler, genelgeler, geri çekilmesi gereken tamimler var. İstanbul sözleşmesi için bir “irade beyanı” olsa da henüz Lanzarotte için bir adım bile atılmadı.
Neyse, bu şiiri okurken, biraz da, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lileri, AKP’nin Papatyaları, Nilüferleri, Lale devri çocuklarını, Yeşil Sermayeyi, Yeşil Feministleri, Yeşil Atatürkçüleri düşünün. Dönüştürelim derken, nasıl dönüştüğümüzü de düşünün.
Umarım keyfinizi fazla kaçırmadım.
Poetika ve Politika ikiz kardeştir aslında.
Şimdi lütfen aşağıdaki şiiri okuyun. Bunca sözden sonra iyi gider.
Selam ve dua ile.
ASRÎ AİLE
Osman Yüksek Serdengeçti
Nazik, komilfo, kibar, elegan, janti, ince / Hatıra bu gelmez mi asrilik denilince
Dil, din farkı gözetmez; genç, ihtiyar her yaşta. / Asrilik şartı gelir bunlar için en başta.