Abdurrahman Dilipak: Gazze Konusunda Nerede Duruyoruz? /Habervakti.com
Allah Siyonistlerin belasını versin ve en ağır şekilde cezalandırsın istiyorsunuz değil mi? Allah durduk yerde kimseyi cezalandırmaz. Herkes için iyilik ya da kötülük olsun, yaptığının tam karşılığı vardır. İyilikler için ayrıca Allah'ın lütfu ve ikramı sözkonusudur.
Tamam, onların cezası daha artsın istiyorsanız, Allah onlara daha fazla ömür ve imkan vermesi gerekir ki, onlar daha büyük bir cezayı haketsinler.
Onlar daha fazla ceza alsınlar diye siz/biz, bu olup bitenler, haksızlıklar ve zulüm karşısında sessiz kalırsak biz de cezalandırılacağız. Bizim onlara karşı direnmemiz, mücadele etmemiz gerekiyor.
Zira, Allah (cc) Tevbe 14-15’de şöyle buyuruyor: “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azablandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah Bilendir, Hakimdir.” Eğer Allah’ın onları cezalandırması talebinde samimi isek, Allah bu konuda bizim ellerimizle bunu yapmak istiyor. Ve bizim dua ile O'ndan istediğimiz konuda o bize emir veriyor: (Nisa 75) “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”
Şimdi geri başa döndük mü?
Allah bize zafer vadediyor.
Evet O “Bizim ellerimizle zalimlerşi cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor”
Gerçekten dilimizle söylediğimiz kalbimizi tasdik ediyor mu?
Bu din bize, ecelimizden önce veya sonra ölmeyeceğimiz, rızgımızdan az ya da çok yemeyeceğimiz, kaderimizden başka bir kaderimiz olmayacağını haber vermedi mi?
Gazze'li çocuklar öldü (!?) diye üzülüyorsunuz. Oysa Allah demedi mi; (Ali İmran 169-171)de ne deniyordu: “Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler.”
Sahi üzülecek olanlar biz mi, onlar mı? Siyonistler zafer kazandıklarını zannediyorlar, oysa onlar, kendi cehennemlerine kendi sırtlarında mühimmat taşıyorlar. Onların hayatta kalmaları günahlarını ve cazalarını artırıyor. Aslında her Gazze’li mücahid, her bir Siyonisti öldürdüğünde onun daha fazla günah işlemesine mani olmuş ve din günü alacağı cezayı sınırlandırmış oluyor. Biz direnirken ise günahlarımızdan arınıyoruz.
Gezze direnişinde hayatta kalanlar “yaşayan şehidler”e dönüşüyorlar. Ve Gazze’deki mazlumların kanı, vijdan, akıl ve merhamet sahibi Musevilerle birlikte tüm insanlık için bir ab-ı hayat iksirine dönüşüyor. Ve İslam dünyasının içine sürüklediği perişanlığı gözler önüne seriyor.
İİT (İslam Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı) adeta İttihat Terakki'nin yeni versiyonuna döndü. Hatta şu anki durumu itibarı ile “İsraille İşbirliği Teşkilatı”na döndü sanki!. Hükümetler böyle de halk ne durumda. Basını, akademisi, iş dünyası, STK’sı al birini vur ötekine.
Şeriatçısı Şeriatı, Laikçisi Laikliği bilmiyor. Cumhuriyeti bile TEK ADAM, TEK Parti ideolojisi ile MONARŞİK CUMHURİYET’e döndürmedik mi? Her ay birkaç “Şehid” töreni düzenliyoruz da, çoğu kişi Şehidliğin ölümsüzlük makamı olduğunun farkında değil. “Şehid haberi”ni vermeye giden birileri, bir “acı haber”den (!?) söz ediyorlar. Basın “Acı haberi”(!?) alan anne-babasının, kardeşlerinin nasıl yıkıldığını haber veriyor.
Şehid dediklerimiz Şehidliğin ne olduğunu biliyor mu ki? Elbette birileri biliyordur, ama bu okullarda okutulan bir şey değil. “Şehidlik” dini bir kavram, bir makam, bir rütbe, uygulamada ve teoride içini boşalttık bu kavramın. Bunun bir fıkhı var.
Şeriatta bir yeri, bir karşılığı var. Askerimiz, Polisimiz, istihbarat elemanlarımız bu fıkıhla ilgili bir eğitim alıyorlar mı? Ya da biliyorlar mı, böyle bir şey olduğunu..
Bakın, Resulullah buyuruyorlar ki: “Cennet’e giren, oradan çıkmak istemez, şehîd müstesnâ: şehîd, kendisine Cennet’te yapılan ikrâmı görünce, 10 sefer daha Dünyaya dönüp tekrar şehîd olmak ister.” Hal böyle iken, bir takım gazeteciler şehîd haberini, “ACI HABER!”, “Şehîdin baba ocağına ATEŞ DÜŞTÜ!” diye verir. Geçen gün Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu “Ağuyu Teneke Kupada Sunmazlar” diye bir makale yazdı. Şehid evine, Şehadet haberini vermek için heyette yer alan bir kişiye atfen bir gazete, o heyetteki kişilerin psikolojisini bu heyette yer alan birinin ağzından şöyle anlatıyor: “Şu ilçenin bu köyünden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür. “Allah’ım” dersin, “Dağa çıksam, üç gün aç susuz, uykusuz kalsam da şu haberi vermesem...”
Gazeteci de haberi biraz allayıp pullayacaktır: Birkaç Mehmetçikle birlikte, ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola. Vatandaş da öğrenmiştir artık; “Önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliniyorsa, bir eve ateşin düştüğünü... Haber devam eder: Oğlu daha toprak altına girmeden, o ana düşer toprağa... Kendini öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın. Konu komşu yığılır, bin feryat bin figana karışır. Dersin ki kıyamet budur.'' Maksudoğlu yazısını şöyle bir tesbitle bitiriyor: “Tanzîmât ve İslâhât hareketlerinin döşediği zemînde, o zihniyete göre hazırlanmış müfredat programlarıyla yetiştirilen aydınlarımızın genel anlayışı böyle olsa gerek.”
Şeriat düşmanlığının kol gezdiği bir diyarda Şehidlikten kim ne anlar.
“Ecel” ne biliyor mu ki insanlar?
Ölümlü dünyada ölümün ölümsüzlüğe açılan bir kapı olduğunu, dünya hayatının nefeslerinin sayılı olduğunu, aslında her nefes alışverişte insanın ölüme biraz daha yaklaştığını, “ölümün asude bir bahar ülkesi” olduğunu bir Rind’e, şehadetin ölümsüzlük anlamına geldiğini, kim kime nasıl anlatacak.
Gazze'li kardeşlerimizin şehadetlerini doğru anlıyormuyuz sanki.
Şehadetin Şehidliğin, Şahidliğin, ne anlama geldiğini biliyor mu insanlar.
Şehadet kelimesi, şehadet parmağı bize neyi anlatır.
“Şehid” adı aynı zamanda Esma-i Hüsna’dır (cc).
Selam ve dua ile.