Abdurrahman Dilipak: İsveç NATO'da!.../Habervakti.com
Avrupa Birliği 25 Mart 1957’de imzalanan “Roma Antlaşması”yla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adı altında kuruldu. Türkiye 1959 yılında bu topluluğun bir parçası olmak için başvuruda bulundu. Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında bir ortaklık sürecini başlatan Ankara Anlaşması) 12 Eylül 1963’de imzalandı. Yavrularını emziren anaç domuzun ağılına girmek için 65 yıldır bu domuz ağılının kapısında bekletiliyoruz.
57 Müslüman ülke yönetimi, Gazze'nin gıda yardımı talebine karşı sessizliğini koruyor, Refah Sınır Kapısı'nda bekleyen binlerce yardım kamyonu Gazze'ye giremiyorsa da, İsveç NATO’ya giriyor.
Sıtkı Yırcalı 1965’de “Batıya kalkan tren” isimli bir kitap yazdı. Yırcalı Demokrat Parti Balıkesir Milletvekili olarak TBMM’de bulundu. 1954-60 arası Gümrük ve Tekel, İşletmeler, İktisat ve Ticaret, Basın Yayın ve Turizm, Sanayi Bakanlığı yaptı. Ünlü İngiliz şirketi Borax Consolidated Limited’in Türkiye temsilcisi idi. NATO deyince aklıma geldi; NATO’nın COCOM isimli “Stratejik madenleri sınırlandırma komisyonu bizim Boraks’ımızı “Stratejik maden”ilan etti.
Ülke dışında satış yetkisini de işte bu BCL’ye vermişti. Bunun Türkiye temsilcisi de Yırcalı idi.
Düşünsenize tren kalkalı 65 yıl olmuş hala daha bir arpa boyu bile yol almamışız. Ama bu arada bacadan işçi olarak Avrupa’ya girdik. Hem de nasıl bir giriş bu: 30 Ekim 1961’de Almanya'nın başkenti Bonn'da imzalanan Almanya – Türkiye İşgücü Antlaşması ile işçi göçünün yolu açıldı..
“Ucuz işgücü'' olmadan önce de TBMM'nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumunda verilen karar çerçevesinde Kore'ye asker gönderdik. Soğuk savaş gerekçesi olan artan Sovyet tehdidine karşı NATO'ya üye olabilmek için bir fırsat olarak gösterildi ve bu şekilde NATO’nun “Ucuz askeri” olmayı kabul ettik. Bununla da kalmadık, zaman içinde savaş paratoneri, askeri üssü, sıçrama tahtası olduk. 1961 de Domuzlar Körfezi Çıkarması sırasında Küba’daki nükleer başlıklı Sovyet füzeleri ile Sinop’taki nükleer başlıklı Amerikan füzelerinin takas edildiğini öğrendiğimizde aynı zamanda Türkiye’deki Amerikan üslerinde atom bombası olduğunu da öğrendik. Ve tabi darbeci generaller, yani Amerikalıların deyişi ile “Bizim çocuklar” bunu sorun edinmediler.
Zaten dün DP döneminde nasıl bir “Küçük Amerika” olma hayalimiz varsa, darbeden sonra da bu konuda bir değişiklik olmamıştı. Batıdan gelen talepler konusunda bu gün de AK Parti-CHP, MHP-HDP arasında bir fark var mı? Bunun son örneğini İsveç’in NATO üyeliği ile ilgili olarak TBMM’de yapılan oylamada gördük:
346 oy kullanıldı. AK Parti, CHP, MHP, Gelecek ve DEVA 'EVET', İYİ Parti, DEM, TİP, Saadet ve Yeniden Refah 'HAYIR' dedi.. 287 'evet' 55 'ret', 4 çekimser oyu kullanıldı.
İYİ Parti ve DEM’in, bu oylamada takdik olarak farklı bir tercihte bulunduğu anlaşılıyor. 600 milletvekilinin 254’ü oy kullanmamış. Kabul kararı, katılanların oy çokluğu ile alınmış. Mart 2023’te Finlandiya’nın katılımı için yapılan oylamada hiçbir siyasi parti grubu ‘hayır’ oyu kullanmamıştı. AKP, CHP, İYİ Parti ve MHP üyeliğe onay verirken HDP, TİP, BBP, DEVA, DP ve ZP oylamaya katılmamıştı.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından, uzun süredir tarafsızlık politikası güden bu iki ülke NATO üyeliğine başvurmuş, Türkiye iki ülkenin PKK ve Gülen yapılanmasını desteklediği gerekçesiyle başvuruları onaylamamıştı. Hatta buna bir de İslamofobik anlamda, düşünce ve ifade hürriyeti gerekçe gösterilerek Kur’an-ı Kerim yakma girişimine karşı da bir tepki söz konusu idi. Aslında bu sorunları hiç biri çözülmedi. Sert açıklamalar ve verilen sözler unutuldu ama gelinen noktada böyle bir karar geldi.
Böylelikle 1 yılı aşkın süredir devam eden adaylık durumu TBMM adına sona erdi.
İsveç'in NATO üyeliğinin tamamlanması için önündeki tek süreç Macaristan'ın onayı kaldı. Macaristan'da parlamentonun Şubat ayında bu konuda bir oylama yapması bekleniyor.
Bu karar çok mu önemli? Bu sorunun cevabı olaya nereden baktığınıza göre ayrı bir anlam kazanacaktır.
Mesela Fehriye Erdal isimli, Özdemir Sabancı’nın öldürülmesinden sorumlu bir DHKP-C üyesi hala NATO’nun karargahının bulunduğu Belçika’da! Ya da PKK’nın Suriye kanadı olan PYD bir diğer NATO üyesi ülke olan ABD tarafından himaye görüyor,
İngiltere ve Fransa tarafından destekleniyor. Bunlar da Dost, müttefik ve stratejik ortağımız olan ülkeler değil mi? “One Minute”, “Dünya 5’den büyüktür” derken “Rabia” işareti “Bizim Rabiamız”a dönüştü. Derken “Uluslararası sistemle birlikte hareket etme” sözü vermeye başladık, her vesile ile. “Tek devlet, tek, vatan, tek bayrak, tek ulus” gitti yerine “Tek dünya, tek ulus, tek para, Tek Aile” gibi “Tek Dünya - Tek Aile - Tek Gelecek” sloganı geldi. “Yerli ve Milli”den “Globalizm”e hızlı bir geçiş yaptık, ardından o hızla Uzaya yükseldik, Cumhuriyetin 2. yüzyılında.
Evanjelik Presbiteryen Kilisesi üyesi Amerikalı papaz Brunson, 1990'ların ortasından beri yaşamış olduğu Türkiye’den ayrıldı. 28 Eylül 2017'de Erdoğan, Brunson'u ABD'de yaşayan ve 15 Temmuz darbe girişimini desteklemekle suçlanan Fethullah Gülen ile takas etme önerisinde bulundu, ancak bu öneri kabul edilmedi.26 Temmuz 2018'de ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Erdoğan'a Brunson'u serbest bırakması gerektiğini, yoksa önemli yaptırımlarla karşı karşıya getirileceğini söyledi. Oysa Erdoğan bu şart yerine gelmeden Brunson’u iade etmeyeceğini söylese de sonunda iade etti. Dün de İsveç’in NATO üyeliği konusunda bir takım şartlar ileri sürülmüş ve bunlardan taviz verilmeyeceği açıklanmıştı ama sonuç ortada.
Şimdi İsveç’in de NATO’ya dönmesi ile Rusya’nın sıcak denizlere ulaşması için 3 deniz bağlantısından biri kapatılmış oluyor. Rusya Finlandiya ve İsveç’in de NATO’ya dahil olması ile deniz hukuku açısından “Münhasır bölge” olarak Baltıklardan önü kesilmiş oluyor. Buradan sıcak denizlere geçişi NATO’nun kontrolüne tabi kılınıyor.
Bir diğer kapı Çin denizi Bering boğazı. Karşı taraf Alaska. Orada ABD var. ABD’nin Japon denizindeki deniz gücü de hesaba katılırsa, Rusya’nın burada işi zor. Zaten bu bölge büyük ölçüde ABD ve Çin’in kontrolünde.
Rusya için Karadeniz’in ve İstanbul boğazı ve Çanakkale boğazının önemi artıyor. Aynı şekilde Ege denizi, Akdeniz, Cebel-i Tarık ve Süveyş’in önemi de artıyor. Zaten Ukrayna’yı Rusya’dan kurtarabilirler de, Karadeniz’in yarısı Rusya’nın kontrolünden çıkmış olacak. Kırımdan başlayarak Kafkaslara kadar olan bölgede de HABAT’in gerçekleştirmeye çalıştığı bir Hazara projesi var. Öte yandan hem NATO ve hem de AB ve tabi eş zamanlı olan ABD ve İngiltere Gürcistan ve Ermenistan’a göz kırpıyor.
Bu gerçekler ışığında, ABD’nin Yunanistan’daki askeri varlığı ile Ukrayna konu, yeni, farklı bir anlam kazanıyor. Balkanlardaki askeri hareketliliği ve bu bölgede bundan sonra gelişecek askeri, siyasi, iktisadi, toplumsal olaylara bir de bu gözle bakmak gerek.
Burada en büyük risk, Türkiye’nin, daha doğrusu İstanbul ve İstanbul boğazının Rusya açısından taşıdığı önemle ilgili. Bugün Türkiye için İsveç kararı, bu anlamda geçmişte Küba ile yaşanan Domuzlar körfezi çıkartması kadar ve belki de daha fazla büyük bir risk taşıyor. Aynı şekilde Kanal projesi ve Montreux anlaşması da yeniden farklı ve önemli bir anlam kazanmış oluyor. Karadeniz’deki ABD, İngiltere ve AB ülkelerine ait donanmaların varlığı Rusya açısından ciddi bir risk olarak algılanacaktır. Gürcistan ve Ermenistan’ın batıya yaklaşması ile, Rusya kendini kuşatılmış hissedecektir. Bu durumda Türkiye üzerindeki çok yönlü baskıların artmasına sebep olacaktır.
Farkında mısınız, Türkiye Güneyde İsrail, Kuzeyde ise Karay Musevi Türk varlığı ile perdelenmeye çalışılan Hazara Yahudi devleti ile kıskaca alınmaya çalışılıyor sanki.
Tehlikenin farkında mısınız? Sahi, düne kadar verilen sözlerin bir anlamı yok mu idi v e şimdi ne oldu da böyle bir karar verildi. Eğer doğru bir karar ise, meclisteki oturuma katılmayanlar ve hayır oyu verenlerin sayısı genel toplamda daha fazla. Onlar bu karara neden katılmadılar?
Biliyorum, bu soruların cevabını yok!? 65 yıldır, domuz ağılının kapısında bekletilen “uysal koyun sendromundan” ancak henüz kurtulmadığımızın bir ifadesi bu. Nitekim, “oltayı yutan balık yem istemiyor”. Gazze’deki katliam karşısındaki sessizliğimiz, HABAT, EPSTEİN, AGARTHA karşısında sessizliğimiz de büyük ölçüde bunlardan kaynaklanıyor olamaz mı?
Sahi, uzaydan bakınca dünya nasıl gözüküyor. Buradan bakınca durum böyle.
Selam ve dua ile.