Bazıları, -kararları kesin bir yüksek mahkeme olan- Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararını kendi mantıklarına göre haksızlık olarak belirleyip, bu duruma karşı çıkmayanları, bazı âyet ve hadislerden de istifadeyle, dilsiz şeytan durumuna düşmekle itham ediyorlar.
Usûlsüzlük iddiasıyla, ‘kanûnî itiraz’ haklarını kullananlara karşı çıkmanın, hele de mahkemeden istedikleri bir karar çıkmayınca, mahkeme üyelerini ‘çete’ ve ‘sözde hâkimler’ olarak diye niteleyen KK ile aynı ağzı kullanmak şahsî kanaatleri, gerçek gibi göstermek midir, âdil olmak?
Bu konuda Alman, İngiliz, USA ve Fransız medyası başta olmak üzere emperial dünyanın kamuoyu oluşturma merkezlerinin de, ‘Türkiye’de demokrasi öldü.. Sosyal Demokrat adayın kazandığı seçim iptal edildi’ diye ve İstanbul’u kendileri idare etmek istercesine feryatlar koparmaları çok mu mâsum bir tavır? (Ki, 2 sene öncelerde Avusturya Cumhurbaşkanlığı Seçimi, usûlsüzlük yapıldığı gerekçesiyle, Seçim Kurulu’nca iptal edilip yenilendiğinde; ya da, 2004’deki Başkanlık Seçimleri’nde, G. W. Bush’un Başkanlığının, aylarca belirlenemeyip, 320 milyon nüfuslu B. Amerika’da, Yüksek Mahkeme’nin, Florida eyaletindeki 300 kadar oy’un Bush tarafına sayılmasıyla halledilmesinde böyle laflar edilmemişti.)
***
Bizde de, nice seçim iptalleri olmuştu ki, en ünlüsü, 1964’de İstanbul’da Belediye Başkanlığı’nı kazanan AP’li Nurî Eroğan’ın mazbatasının iptal edilip, CHP’li Hâşim İşcan’a verilmesiydi.
Seçimler basit bir karar alma işlemi değildir.
Hatırlayalım; İran’da, 9 sene önce Mahmûd Ahmedînejad ile eski başbakan Mîr Huseyn Mûsevî arasında geçen Cumhurbaşkanlığı seçiminde iki tarafın da ‘Biz kazandık!’iddiasıyla başlayan ve haftalarca süren büyük karışıklıklarda onlarca insan ölmüştü. Mûsevî ve eski Meclis Başkanı Mehdi Kerrubî hâlâ da hapisteler.
Cezayir’de 1992 başında, İslâmî Selâmet Cephesi’nin kesin seçim zaferinin askerî darbeyle ‘kanunsuz’ ilân edilmesiyle başlayan korkunç iç-savaşın da 100 binden fazla insanın hayatına mal olması; kezâ, Mısır’da serbest seçimle iktidara gelen ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursî’nin seçilmesinden 11 ay sonra Temmuz-2013’te, Gen. Sisî tarafından ‘demokrasiyi kurtarmak’ adına yapılan bir kanlı askerî darbeyle devrilmesi çok mu uzakta kaldı? Bizde, Erbakan liderliğindeki koalisyon hükûmetinin, 28 Şubat 1997 Askerî Müdahalesi’yle iktidardan uzaklaştırılması ve Nisan-1999 Seçimleri’nden sonra, ‘Meclis’e başörtülü girdi’ diye Merve Kavakçı hanıma Meclis’te ve kamuoyunda CHP liderliğinde sergilenen azgın saldırganlıklar bir masal mıydı? Ve bu 100 yıllık tepeden inmeci, dayatma odağı olan CHP’nin mahiyetini unutan içimizdeki bazılarının bile, bugün kuzu postuna bürünen sırtlanlarla aynı safta durması anlaşılır bir durum değil..
***
Böyle bir hassas durumda, en üst makamlarda bulunan ve seçimler öncesinde ilgisiz duran bazı isimlerin; seçim sonunda, kanunî bir itirazın sonucunu 'evrensel hukuk ve vicdan çiğnenmiştir' diye nitelemeleri ve 2007’deki ‘367’ entrikasıyla bir sayıp, 100 yıldır bir ‘gerilla’ mantığıyla hareket eden bir siyasî hareketin liderinin başını çektiği ve ülkede bir kaos çıkarmak isteyenlerin safına göz kırpmaları ibretliktir. Ki ‘evrensel hukuk ve vicdan’ı bugün Trump ve emperial - şeytanî güçler temsil ediyor! İçerdeki ve dışardaki şeytanî odaklar da pusudadırlar. Bunu anlamak için Ortadoğu’ya bakmak bile yeter..
***
Tabiî, ‘fakir’, görüşünü 11 Nisan tarihli yazısında, ‘seçimlerin yenilenmesi değil, bütün oyların yeniden sayılması’ şeklinde dile getirmişti. Ama oyların tamamının yeniden sayımına CHP’nin itirazı üzerine, YSK’nın daha tehlikeli ve yanlış olanı seçmesi de ayrı bir konu.. Ve mes’ele artık, bir Belediye Başkanı seçimi olmaktan çıkmıştır.
Herkesin safını belirleme zamanıdır; aynı safta olanların birbirinde kusur arama zamanı değil…