"Gezi"ydi, "Suriye"ydi, "Mısır"dı derken, son zamanlarda "medya mahallesi" ile hiç ilgilenemedik... Gerçekten de, neler oluyor "Medya Mahallesi"nde?..
Önceki gün;
Mustafa Karahasanoğlu ağabeyle birlikte Kanal 7 ve Ülke TV"nin verdiği "iftar"a katılmasaydım, "medya mahallesi"ne girmeyi, belki yine de akıl edemezdim... Gazeteciler, televizyoncular ve internet sitelerinin temsilcilerinin katıldığı bir yemekte, elbette bol bol "medya dedikoduları" gündeme geldi...
Ben de, yazmaya karar verdim...
Efendim; "Medya Mahallesi" deyince, sizleri bilmem ama, benim aklıma Ayşenur Arslan geliyor... Ayşenur Arslan"ı herhalde tanırsınız... Cem Uzan"ın Star"ında iken; "Sizler temiz prenslersiniz de, ben mahallenin orospusu muyum?" sözüyle ünlü bir kadın!..
İşbu Ayşenur Arslan, bir yıl öncesine kadar, CNN Türk ekranlarında "tek kale maç" yapıyordu...
"Sunucu"da oydu,
"Yorumcu" da!..
Bir zamanlar "linç" etmeye çalıştığı "Aydın Doğan"ın çiftliği"ne kurulmuş, kafasına göre takılıyordu.
İstediğini övüyor,
İstediğini dövüyordu...
Ne hikmettir bilinmez;
Dövdükleri ve sövdükleri, hep "bizim mahalle"nin insanlarıydı... "Kendi mahallesine" ise toz kondurmuyodu.
Anlayacağınız;
"Soldan çarklı" bir programdı...
TEK KALE MAÇ BİTİNCE!
Uzatmayalım...
Aydın Doğan veya CNN Türk yönetimi, Ayşenur Arslan"ın "tek kale maç" yapmasından ya "rahatsız" oldular, ya da "reytinginin yerlerde süründüğünü" gördüler ki, bir "rakip" çıkardılar karşısına...
Evet, Akif Beki"yi çıkardılar.
Akif Beki programa katılınca, "reytingler yükseldi" ama Ayşenur Arslan"ın "idelolojik" yüzü "pörsümeye" ve gittikçe "haritalaşmaya" başladı!..
Oysa, ne güzeldi tek kale maç!..
Bu Akif Beki de nereden çıktı?..
Öyle ya;
O bir çakıyor, Akif Beki on çakıyordu... Açıkçası, Akif Beki"ye diş geçiremiyordu!.. Öfkeden çılgına dönüyor, agresifleşiyor, sinirden tırnaklarını yiyor, ama yine de "mağlup" ayrılıyordu ekrandan!..
Derken, "havlu atmak" zorunda kaldı, ayrıldı CNN Türk"ten!..
Hangi "Kanalizasyon"a gideceği merak edilirken, "okunmayan, uç bir gazete"ye attı kapağı!..
Evet;
"Sol" bir gazeteyi "Yurt" edindi.
Ne var ki;
"Okunmayan" bir gazete olan Yurt"ta, "Yurt"tan Sesler Korosu" içinde sesini pek duyuramadığından "tivitırdan saldırmaya" başladı.
Ne de olsa;
"Mahallenin orospusu" ya, elbette boş duracak değil, saldıracak.
Son hedefi, Yalçın Akdoğan oldu...
MİLLİYET"TEKİ YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİ
Yalçın Akdoğan, Star"daki yazısında; "Milliyet"teki yönetim değişikliği"nden dolayı "Hükümet"e taarruzlar" başlayınca, köşesinde demiş ki;
"Bir süredir Ayşenur Arslan isimli yazar benimle ilgili yalan ve iftiralarla dolu yazılar yazıyor.(...)
"Ne yapıyor bu Demirörenler? Bizi arkadan mı vurmak istiyorlar? Derhal gerekeni yapmazlarsa onları da sileriz..." şeklinde bir ifadeyi bana atfederek Can Dündar"ın işten atılması için uğraştığını mı söylüyor.
Derya Sazak ile en son İmralı tutanakları diye servis ettikleri haberden sonra kısa bir görüşmemiz olmuştu. Uzun zamandır ne bu gruptan bir yöneticiyle ne de gazetenin sahipleriyle en ufak bir görüşmem, selamlaşmam, mesajlaşmam söz konusu olmamıştır."
Olayı az-çok bilen, "tanık"larını dinleyen ve hatta bu olaydan çok önce "Demirören ile görüşen" biri olarak diyorum ki; Yalçın Akdoğan"ın yazdıkları doğrudur.
Ne Hasan Cemal ve Can Dündar"ın gönderilmesinde, ne de Derya Sazak"ın gönderilip, Genel Yayın Yönetmenliği"ne Fikret Bila"nın getirilmesinde Hükümet"in hiçbir dahli yoktur!..
ERDOĞAN"IN İŞİ DEĞİL!
Açık ve net söyleyeyim;
Bu kararları alan "Demirören"in bizzat kendisi"dir... Demirören; "Gazetedeki bazı uç unsurların istedikleri gibi at oynatmasından rahatsız"dır!..
"Bunları kontrol etme" yönünde Derya Sazak"ı "yetersiz" bulmuş olabilir.
Yoksa; "muhalefet" noktasında Fikret Bila; Derya Sazak"tan geri kalmaz...
Kaldı ki;
Derya Sazak da, Fikret Bila da, "Başbakan"ın yurtdışı gezilerine katılan gazeteciler"dendir.
Bu, bir ölçü, çünkü;
Başbakan Tayyip Erdoğan, her iki gazeteciye de "mesafeli" davranmadı, "yakınlık" gösterdi...
Hatta, "Derya Sazak"ın ikili fotoğraf çektirme" talebini bile geri çevirmedi.
Anlayacağınız;
Başbakan Tayyip Erdoğan"ın, Hasan Cemal ve Can Dündar gibi, Derya Sazak ve Fikret Bila ile ilgili bir "önyargısı" yoktur, bunu da zaman zaman herkese söylemiştir.
Demek istiyorum ki;
Derya Sazak"ın niye görevden alındığını, yerine Fikret Bila"nın neden getirildiğini öğrenmek isteyenler, bunun cevabını Erdoğan"dan değil, Demirören"den almalıdır!..
Haa, şunu da söyleyeyim:
"Derya Sazak"ın ayrılmasında en büyük sebep, patronunu ikna edip de; Can Dündar"ı gazeteye geri döndürüp, tekrar yazı yazmasını sağlayamamaktır!"
Başka hiçbir sebep yok!
Peki, Fikre Bila"nın gelmesiyle Can Dündar Milliyet"e döner mi?..
Yazıya başlar mı?..
Elbette bilemem... Ama, "Can Dündar için kendini feda eden bir Derya Sazak"a rağmen Can Dündar da döner ve yazıya başlarsa, hiç kimse kusura bakmasın ama, bunun adı "kalleşlik" olur, "adam satma" olur.
Diyordum kiiii;
Can Dündar, Milliyet"in sayfalarından sonra kadrosundan da kovulmuş!..
TETİKÇİ, DOĞRU YAZMAZ!
Ayşenur Arslan ise, eski patronu Cem Uzan döneminde, hem de Aydın Doğan"a karşı "tetikçilik" yapan ve mesleğin bu dalında "uzmanlaşan" biri olarak, Yalçın Akdoğan"ın yazısına "twitter"dan verdiği cevapta demiş ki;
"Sayın Yalçın Akdoğan yazdıklarımın en az 7, 8 tanığı var. Döneminizde konuşmaktan korkacaklarına güveniyorsunuz. Buna güvenip doğruları gömebileceğinizi sanıyorsunuz. Ben o meslektaşlarımın adını veremem, vermem. Ama yazdıklarıma zaten medyanın yarısı tanık."
Bu satırların yazarı Ayşenur Arslan var ya, öyle sanıyorum ki, "yuvası bozulmuş kızıları" modunda...
Yuvası bozulmuş "kızıları"lar, etrafa saldırır, "saracak" birini arar ya, Ayşenur Arslan da Yalçın Akdoğan"a saldırıyor!..
Ama, yazdıkları yalan!
Yalan, çünkü;
Bir "tetikçi"den doğru beklenmez!..
O ALMAN"IN MASKESİ DÜŞTÜ!
Şimdilik "Medya Mahallesi"nden haberler bu kadar... Ama, "medyanın verdiği bir habere" değinmeden geçmek olmaz...
Efendim, önceki günkü "Solcu" gazetelerde ve özellikle "Yurt-Sever"(!) geçinen bir gazetenin 1. sayfasında 13.5 cm yüksekliğinde, 17.5 cm genişliğinde, bir başkasının 1. sayfasında ise 24.5 cm genişliğinde, 17.5 cm yüksekliğinde kocaman bir fotoğraf yayınlandı ve altına da denildi ki;
"İktidarın Gezi terörü sürüyor."
Peki, ne yapmış Hükümet?..
"Taksim"de fotoğraf çeken Alman turisti, ajan diyerek yaka-paça gözaltına almışlar... Alman turist Klaus Müller, polise çıkışıp, "Türkiye"de demokrasi nerede?" diye sormuş!.."
Bunları okuyan da diyecek ki;
"Zavallı turist!"
Bunlar böyle bir "Ulusalcı"dır, böyle bir "Yurtsever"dirler ki; Alman turist onların gözünde "masum"dur, Türk polisi ise "gaddar!" Ama, kazın ayağı hiç de öyle değil...
Bereket ki Akit var da; "Alman turist(!) Klaus Müller"in maskesi"ni anında düşürdü.
Dünkü Akit"te de okuduğunuz gibi;
"Müller"in; DHKP-C başta olmak üzere yasadışı sol örgütlerin Almanya"daki uzantılarıyla yakın irtibatlı olduğu ortaya çıktı.
İstihbarat birimleri, Türkiye"de terör eylemlerine karışıp Almanya"ya firar eden ve haklarında yakalama kararı bulunan birçok örgüt mensubunun Müller"in de üyesi olduğu Alman dernekleri tarafından korunduğunu belirledi.
Geçtiğimiz yıl Türkiye"ye giriş yaparken havalimanında yakalanıp "silahlı gasp ve cinayet" firarisi Doğan Akhanlı"yla da irtibatlı olduğu tesbit edilen Müller"in, Almanya"da terör örgütlerinin derneklerine sık sık gidip geldiği ifade edildi. Akhanlı"nın davasını takip edip destek vermek üzere Türkiye"ye geldiği belirlenen Müller"in sınırdışı edilmesi bekleniyor.
Peki, Doğan Akhanlı kim?..
Akhanlı, siyasi amaçla gasp ve cinayetten aranıyor... 20 Ekim 1989"da İstanbul Tahtakale"de bir döviz bürosunu gasp edip, sahibini öldüren 3 kişi arasında Doğan Akhanlı"nın da olduğu belirtiliyor... Yakalanan sanıklardan birinin itirafı üzerine sahte pasaportla yurtdışına kaçan Akhanlı, geçtiğimiz yıl Türkiye"ye giriş yaparken yakalanmıştı..."
Görüyor musunuz; "Ulusalcı"(!) ve dahi "Yurtsever"(!) medyanın "masum turist"(!)ini!..
Bu medya "Ulusalcı", bu medya "Yurtsever" ise, biz ne oluyoruz?.. Herhalde "vatan haini!" Ervahına "yuh" olsun!.. Bunların "Solculuk"larının da, "Yurtseverlilik"lerinin de içine tüküreyim!..
Olmaz olsun böyle "Yurtsever"ler!..
Mustafa Miyasoğlu için dualarınızı esirgemeyin
Ne ilginç değil mi?. Bugün, bir "vefat" yazısı değil de, "çağrı" yazısı yazacaktım...
Evet, "duaya çağrı" yazısı.
Önceki gün Yayın Kurulu üyelerimiz Yalçın Turgut ve Hasan Hüseyin Maden"le birlikte ziyaretine gittik... Medipol Hastanesi"nde "yoğun bakım"daydı...
Görevliler dediler ki; "Buyrun, Mustafa Miyasoğlu Bey"in odası burası."
Ne yalan söyleyeyim; "yanlış odaya geldik" düşüncesiyle, geriye bile döndüm... Sonra baktım, gerçekten o... Yüzü "hayli şişkin"di, kolları da "mosmor"... Morluğu anlıyorum, "iğne"lerden... Peki, şişlik?.. Doktor hanım dedi ki; "Ödem oluştu."
Gazeteye geldiğinde; oturur saatlerce sohbet ederdik... Sürekli bir şeyler anlatma ihtiyacı hissederdi... Ya şimdi?.. Bırakın konuşmayı, nefes alması bile makinaya bağlı...
Gözleri kapalı, şuuru kapalı, dünyadan habersiz... İşte bu durumu görünce üzüldüm, perişan oldum... Sanıyorum "en son ziyaretçileri" bizlerdik.
Dedim ya; şu an yazdığım bu yazının konusu; "Mustafa Miyasoğlu, şifaya kavuşmak için dualarınızı bekliyor" olacaktı... Ama dün öğleden sonra "vefat" ettiğini öğrendim... Yine "dua" edin...
"Günahlarının affı" için dua edin, "mekânının cennet olması" için dua edin... Mekânın cennet olsun Mustafa ağabey... Ailesine ve yakınlarına sabırlar diliyorum... "Taziye" için arayan dost, arkadaş ve okurlarımıza da teşekkür ediyorum.
yeniakit