"Afganistan Mes"elesi"ni ve Rabbanî"yi yakından anlamak için.. -V

Selâhaddin Çakırgil
Bu anlatılanlar, hepimizin de hikayesidir..-

Üstad Burhaneddin Rabbanî"nin öldürülmesi münasebetiyle kaleme alınan bu satırlardan güdülen bir hedef de, Afganistan Mes"elesi"nin daha yakından anlaşılmasına bir nebzecik de olsa katkıda bulunmaktır.. Bu anlatılanlardan genelde anlaşılacaktır ki, "Afganistan Mes"elesi"nin hele de 1975"lerden 95"lere varıncaya kadar olan 20 yıllık döneminde, asıl kördüğüm, "Rabbanî-Hikmetyar İhtilafı"dır.

Gerçi diğer teşkilat ve gruplarla da ihtilaflar vardır, ama, bu "ikili"nin ihtilafları sürekli ve derindir.. Ve bu ihtilaf ve mücadelelerde iki tip davranış şekli hâkimdir..

Birisi uzlaşmacı, olabildiğince mülayemeti esas alan, her durumda kendi anlayışına göre müslümanların karşılaşacağı problemlerin ve zararların azalmasına çalışan bir Rabbanî anlayışı; diğeri, mücadelede sertliği, katılığı ve hattâ acımasızlığı esas alan Hikmetyar anlayışı..  

Sadece bu ihtilaflarda değil, bütün davranışlarında, insanlar, takib ettikleri mücadele metodunu elbette ki, bedelini ödeyebilecekleri ölçüler içinde şekillendirmeye dikkat etmek zorundadırlar.. İnsan davranışlarında, "şöyle olmalıydı, böyle olmamalıydı.". gibi değerlendirmeler de bizim kendi anlayışımıza göredir, nisbîdir, görecelidir..

Bu gibi davranışların doğru olup olmadığını da,herkes kendi ölçü ve karakterine göre veya inandığı temel ölçülerin yorumlarına göre değerlendirir..

Bu bakımdan, burada Rabbanî"yi ve onu anlatırken de ister istemez Hikmetyar"ı bu kadar anlatmaya çalışışımız, şu haklı, bu haksız mânasında olmayıp, Afganistan"da müslüman halkın komünist darbesine ve Sovyet işgaline karşı yıllarca verdiği mücadelenin nasıl olup da, sonunda "cihad" teşkilatları arasında kanlı bir boğuşmaya müncer olduğunu anlamak isteyenlere bir takım ipuçlarını vermek içindir.

Bazıları zannediyor ki, Rabbanî"yi temize çıkarıyor ve Hikmetyar"ı kötülüyorum..

Hayır!..

Elbette çeşitli kavimlerden etnisitelerden olan ve ana hatlarıyla İslam inancı etrafında bir araya gelmiş bir müslüman halkın arasında, kavmiyetçilik bayrağını onbinlerin huzurunda ilk kez açması açısından, Hikmetyar"ı eleştirdim.. Ama, bunun dışında, yıllar boyu, komünistlere karşı mücadele verilirken birbirleriyle boğuşan  "cihad" teşkilatlarını da ayırım yapmadan bir bütün olarak suçladım.. Çünkü, bu teşkilatlar, "cihad" ederken, sadece kendilerini mücahid sanıyor ve kendileri dışındakileri ise, sapkın veya hain olarak bile niteleyebiliyorlardı..

Rabbanî"nin kan dökülmesinden olabildiğince kaçınmaya çalıştığı veya Hikmetyar"ın da uzlaşmaya yaklaşmayan katı, sert bir mücadele yöntemi izlediği şeklindeki tesbitler genelde çoğu kimselerce kabul olunan bir ortak görüştür..  

Böyleyken bazıları, sadece Rabbanî ve Ahmed Şah Mes"ud"u suçlamakta ve  Hikmetyar"ın ise, hâlâ dağlarda olduğunu söylüyorlar..

Ama, eğer aranmak veya sıkıntılar içinde olmak, bir mücadele için belirleyici bir temel kriter olacaksa, Ahmed Şah Mes"ud da, Rabbanî de parça parça olarak ayrıldılar bu dünyadan..

Afganistan mücadelesinde, hemen hemen bütün tarafların kendilerini haklı görmenin rahatlığı ve sorumsuzluğu içinde birbirlerine karşı, her türlü entrikayı caiz gördüklerini ve birbirlerinin kadrolarını veya adamlarını çalmak için bile ne karmaşık düzenler tertiblediklerini burada uzun uzun anlatmaya gerek görmüyorum.. Bu hususta, sadece General A. Raşid Dûstum denilen bir zorba ve kanlı kaatilin, sırf belirli bir gücü olduğu için herkese mavi boncuk gösterip, herkes tarafından cezbedilmek için herkesle pazarlıklar içinde olduğunu, kimi kuvvetli görürse onun tarafına geçiverdiğini zikredişim yetmiyor mu?

*

Hâmid Karzaî"ye göstermelik bir seçim sonunda da olsa, cumhurbaşkanlığı belgesinin veriliş merasiminde..

*

En radikal olanların bile, şartlar gerektirdiğinde, en karşıtlarıyla bile nasıl ittifaklara girdikleri unutulmamalı..

Önceleri, yıllarca Hikmetyar"ın yardımcılarından olup, sonra ondan ayrılan ve ayrı bir teşkilat oluşturan Movlevî Nasrullah Mansur"un günler-geceler boyu anlattıklarını tekrarlamıyorum.. Çünkü, maksadım, burada hatıra anlatmak değil, hepimize ibret verip ders çıkarmamıza yardımcı olacağını düşündüğüm hususları aktarmaktır..

Ki, Movlevî Mansûr  daha sonra, Hikmetyar Grubu"nca rehin alındı ve uzunca bir müddet hapsedildikten sonra serbest bırakılmış ve serbest kalışını müteakib, gideceği yere dönmek üzere iken ise, kendisini hapseden teşkilatın kontrol alanından geçen güzergahına yerleştirilen bir bombanın patlamasıyla parça parça oldu..

Bunlar lider derecesinde olanlar arası bertaraf edilişler için.. Bunun dışındaki binlerce insanın katledilmesi ise, yaşamalarıyla yaşamamaları arasında bir fark görülmeyen ve "basit" sayılan insanların hayatladının söndürülüşünün sessiz feryadlarıyla, çığlıklarıyla doludur.. 

Yani, bunların dile getirilmesinden rahatsız olanlar bulunabilir elbette.. Ama, Allah"u Tealâ"nın ve İslam Milleti"nin gelecek nesilleri karşısındaki sorumluluğumu düşünerek ve şahsî zaaflardan çok, mücadelede takib olunan metod ayrılıklarına değinerek anlattıklarımda dersler olabileceğini düşünüyorum..

Sözgelimi, Hikmetyar"ı bile yeteri kadar sert bulmadığı için, ondan ayrılan ve son derece sâde yaşayışı yüzünden "zamâne Ebû Zerr"i.." diye nitelenen Movlevî Yûnus Khâlis"in Hizb-i İslamî"sine işaret etmemeli miyim?

Ki, Yûnus KhâlisHikmetyar"ın Hizb-i İslamî"sinden ayrıldıktan sonra, kendi teşkilatına da Hizb-i İslamî adını vermiş ve Hikmetyar Grubu buna itiraz ettiğinde ise, "Hizb-i İslamî" ismi sizin şahsî mülkünüz mü?" diye karşı çıktığından, bu iki ayrı teşkilat da aynı isimle ve sadece liderlerine göre isimlendirilmeye başlanmıştı; (Hikmetyar Hizb-i İslamî"si) ve (Yûnus Khâlis Hizb-i İslamîsi) diye..  

Movlevî Yûnus Khâlis, bir konuda ihtilaf çıkıp, kafasına yatmıyan görüş tercih edildiğinde hemen silaha sarılmasıyla şöhret bulmuştu.. Dahası, mücahid teşkilatları "Afganistan İslam Cumhuriyeti" adını verdikleri bir rejim kurduklarını ilan ettikten sonra, herkese bir kimlik cüzdanı vermek kararı alınınca.. Yûnus Khâlis, "kadınlara kimlik belgesi verilemez.." diye karşı çıkışıyla da meşhurdu..

Gerekçesi de ilginçti:

"Kimlik belgesi, kişilerin belirlenmesi için hazırlanır.. Bunun için de fotoğraf gerekir.. Kadınlara da kimlik belgesi verilirse, fotoğraflarının da olması gerekir.. O halde, kadınlara kimlik belgesi verilmemelidir.."

Bu gibi izahlar, şeklî mantık açısından doğru gibi değil mi?

Bu anlatılaanlardan, çıkarılması gereken, sadece filanın övülmesi veya yerilmesi midir; yoksa alınacak bazı dersler de yok mudur?

*

Bu anlatılanlardan sonra..

Hatırlayalım ki, Burhaneddin Rabbanî ile Hikmetyar arasındaki boğuşma, komünist dönemin kalıntısı olan Necib-i Gaw"ın iktidardan uzaklaştırılmasından sonra da çetinleşti.. Yıllarca sürdü bu boğuşma..

Hikmetyar gûya, babakandı, ama, 40 km. kadar uzağında karargâh kurduğu bu şehre girmeyip, oradan fırlattığı başkent Kabil"i, komünist dönemde bile görülmemiş şekilde füzelerle dövüyordu.. Sivil halktan onbinlerce insanı kana bulayan bu durum yıllarca devam etti.. Hemen hiç birimizin söyleyecek sözü kalmamıştı.. Afgan Cihadı üzerine nutuklarımız buharlaşmıştı, bu acı gerçek karşısında..

Halk da, caresiz ve yorgun düşmüştü..

*

Ulemâ Birliği, "Rabbanî"ye itaatin şer"an vâcib olduğunu" bildiriyordu, ama, o fetvâ Hikmetyar için de tekrarlanabilirdi..

Ulemâ Birliği denilebilecek bir teşekkül ise, Cumhurbaşkanı Rabbanî"ye itaatin farz olduğunu, ona itaat etmeyenlerin âsî ve bagî durumuna düşeceğini duyuruyordu, yayınladığı bir fetvâ ile..

O günlerden birgün, Rabbanî ile görüşürken, şunu sormuştum: "Üstad, diyelim ki, bu gece Hikmetyar Kabil"e girdi ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı"nı da ele geçirdi..

Aynı fetvâ ile, bu kez de, Hikmetyar"a itaatin şer"an vucûbiyeti öne sürülmeyecek midir?"

Rabbanî, "Maalesef, biz müslümanların, iktidarları elde geçirmek veya bırakmak konusundaki en zayıf noktası bu nokta.." demişti.. Çünkü, geçmiş asırlardan beri, gaalib gelen kılıçlar önünde eğilmek hususundaki cevazlar, bu mantıkla ve yeryüzünde fesad çıkarmamak konusundaki hassasiyete göre verilmişti..

Bu 4-5 yıl süren o acı dönemin üzerinde fazla durmak istemiyorum.. Çünkü, ortada hemen hemen hiçbir şey yoktu.. İki lider arasındaki kanlı boğuşma en trajik şekliyle devam ediyordu.. Hikmetyar bu arada Afganistan İslam Cumhuriyeti"nin başbakanı olarak İran"a da gelmiş ve Tahran"da yüzbinlerle birlikte kılınan Cuma namazında  40-45 dakikayı bulan bir hitabede bulanarak, "Afganistan cihadı"nın geldiği nokta hakkında izahlarda bulunmuş ve bu buhranın sona ermesi için canla başla çalıştıklarını söylemişti..

Ama, iki lider bir araya gelemiyorlardı..

Ayrıca, Amerikan emperyalizmi, Rabbanî"nin mülayim bir mücadele adamı olması hasebiyle, İran İslam Cumhûriyeti"yle kendi istedikleri tarzda düşmanca bir tavır içinde olamıyacağını biliyordu.. Halbuki, İran"ın doğusunda, 900 km."yı aşan bir sınırla, dev bir kitle olan Afganistan"ın İran"a düşman olması isteniyordu.. Hikmetyar ve Rabbanî"nin birbirine üstünlük sağlıyamıyacağı da genelde hemen bütün gözlemcilerce hissediliyordu..

Afgan cihad  teşkilatları arasında birlik sağlamak ve hele de bu iki güçlü teşkilatı birleştirmek ve tarafları birbirine duygu planında yaklaştırmak için  şer"an caiz olan  taktikleri devreye sokmaya çalışan Abdullah Azzâm, sonunda, dişliler arasında kalmıştı..

Yabancı işgalcilere karşı onca yoksulluklara rağmen yıllarca direnen Afganistan halkı da bu iç dalaşmada, bir uzlaşmanın artık kesinlikle olmayacağı gibi bir kanaatle iyice yorgun düşmüştü..

Afganistan"da 1978"de korkunç kanlı bir şekilde gerçekleşen komünist ihtilali ve Sovyet Rusya İşgali günlerinde dünyaya gelenler bile artık 14-15 yaşlarındaydılar ve o sırada 10 yaşında çocuk olanlar ise, artık 25 yaşına ulaşmışlardı.

Milyonlarca Afganlının İran"da, bir o kadarının da Pakistan"da mülteci olarak yaşadığı bir ortamda.. Özellikle de Pakistan"daki medreselerde okuyan Afgan mültecilerinin çocuklarının devreye sokulmasını kararlaştıran güç odaklarının da çabasıyla, bu medrese öğrencileri siyasî sahneye çıktılar, özellikle de Qandehar  şehrinde.. Ve kısa zamanda duruma da hâkim oldular..

Halk mescidlere bile gidemez hale gelmişken, artık, rahatlamıştı.. Bu gelişme, diğer şehirlerde de benzer teşebbüsleri güçlendirdi ve Rabbanî, Başkanlık Sarayı"nda; Hikmetyar ise Kabil"e 40-45 km. uzaklıkta Çehar Âsiyâb" mıntıkasındaki karargâhında iktidar savaşı verirken, ayaklarının altındaki halının çekildiğini hissedemediler bile.. Hissettiklerinde ise, iş işten geçmişti artık..

*

Tâlibân"ın ortaya çıkması kaçınılmazdı; çünkü, kitleler bir çaresiz bekleyiş içindeydi..

Çünkü, kısa sürede teşkilatlanan  Pakistan Ordusunun güçlü askerî istihbarat biriminin de desteğiyle, güçlü silahlarla ve hattâ savaş uçaklarıyla bile donatılan ve Suûd rejiminin açık para desteğine sahib olan "Tâlibân" hareketi, bir çok şehirlerin yönetimini de fiîlen ele geçirmişti.. Hattâ, Pakistan"la, Suudî ve Qatar rejimleri, bu hareketi yeni Afganistan Hükûmeti olarak bile tanımak yolunda harekete geçtiklerini açıklamışlardı..

 (Medrese talebeleri için kullanılan isimlendirmeyle) "Tâlibân" denilen bu gücün sahneye çıkmasıyla, Rabbanî"nin de, Hikmetyar"ın da kendilerini veya teşkilatlarını vazgeçilmez zannedişlerinin sonunu da getiriyor, şehirler birer birer "Tâlibân"ın eline düşüyordu..

Aradan 8 ay geçmemişti ki, Ahmed Şah Mes"ud"un elinde Pencşîr Vâdisi başta olmak üzere, ülkenin ancak yüzde 10 kadarının kontrolü kalmıştı.. Hikmetyar ise, tamanen bertaraf olmuştu.. Rabbanî de, Kabil"i terketmek zorunda kalmıştı, diğre bir deyimle, kaçmıştı... Önce Tacikistan"ın başşehri Duşenbe"de ve sonra da Ahmed Şah Mes"ud"un kontrol bölgesinde bir müddet kaldı..

Artık, Rabbanî ve Hikmetyar kesinlikle safdışı edilmişlerdi, yeni Afganistan tablosunda... Hikmetyar, daha çok "peştun" ekseriyetine dayanan "Tâlibân"a yaklaşmak istediyse de, yüz bulamamıştı.. Dahası, 1997"de İran"a geçti.. Geçmiştee, ağır şekilde eleştirdiği İİC, kendisine, yıllarca evsahibliği yaptı ve onu özel korumaya aldı.. (Ancak, 1 Eylûl 2011 Saldırıları sonrasında, Tâlibân"ı destekler mahiyette açıklamalar yapınca, İran rahatsız oldu ve o da İran"ı terketti..)

Bu arada 15 yıla yakın zamandır, Afganistan"da, Abdullah Azzam"ın yardımcısı görünümünde sessizce çalışan ve milyarlarca dolarlık servete sahib olduğu söylenen  ve Afganistan"ı "lidersiz bir ülke"  olarak gören Usâme bin Laden de,  "ülkesiz bir lider" olarak "Tâlibân"  hükûmetiyle istediği bir Afganistan portresine kavuşmuş sayılırdı..

*

"Tâlibân" sahneye çıkmıştı, ama, ilk yapılacak olanları belirlemekte o kadar tedbirsiz ve bilgisiz idi ki..

"Tâlibân" güçlü, ama, halkın ilk taleblerini karşıladıktan sonra, toplumun nasıl yönlendirileceği konusunda tecrübe sahibi değildi, ve "evleviyet"leri / "öncelik"leri belirlemekte veya İslamî zannettikleri taleblerle devreye giren kitleleri kontrolde de zorlandıkları görülüyordu.

"Şia kâfir est!. / Şiîlik kafirliktir!" gibi yazıların kocaman harflerle yazıldığı tabelaların İran"ın sınırları boyunca, 50-100 metre içerlerde sergilenmesini, Kuzey Afganistan"da, eski adı Belkh olan  Mezar-ı Şerif" şehrindeki İran Konsolosluğu"nda bulunan 14 diplomatın, kalabalıkların baskını sırasında bıçak darbeleriyle öldürülmesi ve hemen orada gömülmeleri takib etti..

Bunlar  İİC"nin duruma müdahale etmesi için son derece kışkırtıcı eylemlerdi, ama, Amerikan emperyalizminin istediği de bu idi, zâten.. İran halkı, bu gaddarlığın karşılığının verilmesini ister ve beklerken, İran makamları konuyu sabırla geçiştirdiler..

Keza, 1929"larda Beççe-i Saka Habibullah"ın yaptığı gibi, hayallerindeki toplumu kurmak için, ilk yapılması gerekenleri belirlemekte, hattâ, erkeklerin mutlaka belli bir uzunlukta olmasını istedikleri şekilde sakal bırakmaya zorlanmaları; Afganistan"da bir yöredeki dağ yamaçlarında, kayalardan oyma vaziyette yüzlerce yıldır duran Budha kabartmalarının topa tutularak dünyayı emperyalist dünyayı ayağa kaldıracak hareketler; ve Afganistan"ın en dağlık yörelerine çekilmiş olan Hezarecat /Hezareler denilen ve halkın yüzde 10 kadarını oluşturan şiî halkı tekfir edip, onları açlığa mahkûm edecek ambargolara başvurmalar; vs. gibi konulara kadar, gelişigüzel bir sosyal tepkicilik örneği sergileniyordı..

*

Derken...

Usâme bin Laden"nin bazı hareket ve eylemlerinden ve de "Tâlibân" üzerindeki etkisinden korkuya kapılan Amerikan emperyalizminin Afganistan ve Irak gibi coğrafyalara musallat olmak için uydurduğu bahanelere bazı gerekçeler oluştu..

Bunların başında, New York"daki ünlü İkiz Kuleler"e ve Washington"da Pentagon"a yönelik 11 Eylûl 2001 tarihindeki ünlü saldırılar gelmekteydi..

(Bu konuları defalarca yazdığım için, burada tekrarlamıyorum..)

Ve nihayet, Amerikan emperyalizmi, Sovyet işgal ve istilası ve hiziblerarası iç savaşlarla zâten bütünüyle virânelere dönmüş olan Afganistan"ı, Usâme"yi cezalandırmak ve 11 Eylûl"ün intikamını almak adına en vahşî şekilde ve bir, İkinci Moğol İstilası"nı hatırlatacak yıkıcılıkla ezdi, geçti.. Dev bombardıman uçaklarının attıkları bombalar altında, toprak evlerin dayanması mümkün değildi.. Sadece yıkıntıların altında kalıp can veren sivil insanların sayısının 500 bin"den az olmadığı söylenmektedir ki, bu rakam bile azdır.. Ve bu saldırılar sonunda, "Tâlibân" rejimi, kelimenin tam mânasıyla buharlaştı..

Amerikan emperyalizmi, Afganistan"a yeni bir düzen vermek ve istediği şekilde hükmedecek bir hükûmet getirmek istiyordu.. Tıpkı, Osmanlı"nın çökertilişinden sonra, Osmanlı"nın bütün coğrafyalarında irili-ufaklı yığınla devletçiklerin oluşturulup, herbirisinin başına emperyalizmin kuklası ve hizmetçi olan kişi veya kadroların yerleştirilmesi örneğinde olduğu gibi; Amerikan petrol kumpanyalarında yıllarca çalışmaktan başka hiçbir özelliği olmayan bir Hâmid Karzaî"nin iktidara getirilmesi faciası yaşanıyordu..

*

Rabbanî, her durumda, "müslüman halk lehine nasıl bir düzenleme yapılabilir.."  arayışını metod edinmişti.. 

İşte o noktada, Hâmid Karzaî"nin her ne kadar kukla olsa bile, yine de halak desteğine ihtiyacı vardı ve halkla köprü oluşturabilecek kişilere ihtiyacı vardı..

Mücadelede, daha çok Erbakanvarî  bir taktik ve metodla  her durumda, yapılabilecek her teşebbüsün içinde yer almaya çalışmak taktiğine meyilli olan Rabbanî, bu yeni durumun içinde de, inisiyatifi kısmen veya tamamen ele geçirebileceği ümidiyle yeni dönemde de devreye giriyor ve Hâmid Karzaî hükûmetinin yaptırdığı seçimlerde m.vekili seçiliyor ve Meclis Başkanlığı"na getirilmeyi kabullenmeyip, yeni düzendeki o makamı, kendisinin desteğine ihtiyaç içinde olan Yûnus Qaanûnî"ye bırakıyordu..

*Rabbanî, USA işgali altında bile, oluşturulan Afganistan Meclisi"nin İslamî usûl lere göre çalıştırılmasına, "Onlar gider, biz kalırız.." diye ayrı bir dikkat gösteriyordu..

Rabbanî, radikal bir mücadele adamı olarak değil, bir uzlaşmacı ve her durumda müslümanların lehine nasıl olumlu bir adım atılabileceğinin hesabı içinde olan birisi idi..Ve Tâlibân sonrasındaki ilk Meclis"in açılışının, Amerikan siyasetçilerinin de  huzûrunda, Kur"an okunarak, bir İslamî sembollerle açılmasında özel çabalar harcamıştı.. Ve bu tablo, Rabbanî"nin şahsî çabalarının ve dikkatinin semeresi olarak kabul edildi, halk arasında..

Bu durum onu, gerçi her iktidarla işbirliği yapan kişi durumuna düşürüyordu, ama, o, buna pek aldırmıyor ve elde mevcud imkanlar ve sosyal şartlar açısından yapılabilecek her ne varsa, o imkan ve şartları zorluyordu..

Hâmid Karzaî rejiminin zoraki payandalarla güç-belâ ayakta durduğu biliniyor..

Ve Amerik"nın, Karzaî"yi istediği anda kenara koyabileceği de biliniyor.. Nitekim, son 1,5 yıldır Karzaî, Amerika"nın Tâlibân"la müzakerelere oturduğundan yakınıp duruyor.. Ve bu durumu, "Tâlibân" da reddetmiyor.

Son 150 yıl boyunca, ingilizler ve ve ruslara karşı uzuuun ve çetin savunma savaşları vermiş olan ve "cihad" şuûrundan beslenen inadçı bir savaşçı ruha sahib olduğu kabul edilen Afgan halkının karşısında Amerikan emperyalizmi bir "çıkmaz"a ve bataklığa saplandığını görüyor..

Ve işte böyle bir dönemde, Burhaneddin Rabbanî, her iki tarafın da, hem Hâmid Karzaî ve hem de "Tâlibân"ın kabul edebileceği bir isim olarak, "Şûrâ"y-ı Âli-i Sulh-i Afganistan" /Afganistan Yüksek Barış Konseyi"nin başkanlığına getiriliyordu..

Ve nihayet, 21 Eylûl 2011 günü, Rabbanî, kendisiyle, "Tâlibân" adına, "özel ulak-kurye" olarak görüşmeye geldiğini bildiren, ve isimleri önceden bilinmeyen, molla kılıklı, sarıklı iki kişiyle görüşmeyi kabul ediyor ve o görüşme ânında, bu kişilerden birisinin sarığı arasında gizlenmiş olan bomba patlatılıyor..

Şunu da ekleyelim ki, Rabbanî, hele de Pakistan ve Afganistan"da son yıllarda bir çılgınlık salgını haline gelen ve daha çok da,  özel psikolojik şartlandırmalarla o ruhî pozisyona hazır hâle getirilen kişilerin gerçekleştirdikleri "intihar saldırıları"nın şer"an haram olduğunu; bir savaşçının, en tehlikeli ve çaresiz anda bile, düşmana saldırırken, kurtulabileceği muhtemel yolları düşünmesi gerektiğini belirten birisiydi..

Ve kendisi de sonunda öyle bir saldırıya kurban gitti..

Rabbanî"nin kaatilleri kimdi?

Bu henüz de anlaşılabilmiş değil..

İlginç olan bir nokta, o saldırı günü, BM. Genel Kurulu"nda bulunmak üzere New York"da bulunan Hâmid Karzaî"nin Rabbanî"ye telefon ederek, kendisiyle görüşmeye gelecek iki kişiyi mutlaka kabul etmesini rica ettiği, kesinleşmiş bir bilgiye dayanıyordu..

Rabbânî"nin öldürülmesi karşısında "Tâlibân" merkezî yönetimi görüş belirtmeyeceğini açıklamakla yetindi..

Ancak, bir de, bugün Afganistan"da emperyalist işgalcilere karşı direnen her eylem grubunun da kendilerini "Tâlibân" olarak isimlendirdiği ve işbu  "mahallî Talîbân grupları"nın, Tâlibân merkezi yönetiminin kontrolü dışında olduğu ve bu mahallî yapılanmanın Afganistan çapında oldukça etkili olduğu da hatırlatılıyor..

Hikmetyar"ın bu cinayet karşısında suskunluğunu bozmaması da ilginç bulunuyor..

Bu arada, Afganistan İstihbarat Teşkilatı"nın sözcüsü Lûtfullah Meş"al, Pakistan"ın Quetta şehrinde bulunan ve "Quetta Şûrâsı" diye bilinen Tâlibân Grubu tarafından planlandığı iddiası.. Meş"al, bu husustaki belge, bilgi ve fotoğrafları Pakistan İstihbaratına verdiklerini açıklamış bulunuyor..

*

Afgan kültüründe, yazık ki, her problemi sadece silahla halletmek alışkanlığı bir gelenek halinde yaşamaktadır.  

Merhûm Rabbanî, bir defasında, şöyle bir değerlendirme yapmıştı:

"Her ülkenin ve toplumun kendi kültürel ve sosyo-psikolojik yapısına göre, harekete geçirilebilecek dinamikleri farklıdır..

Mesela, sizin Türkiye"de tarihden, Osmanlı"nın güçlü dönemlerinden bahsedilince, toplum büyük çapta harekete geçebiliyor..

İran"da ise, milyonlar sokaklarda dev yürüyüşler yapabiliyor..

Pakistan"da, kitleler çok büyük kalabalıklar halinde tepkilerini fevrî gösterilerle dile getirebiliyor..

Bizde ise, tarihe o kadar atıfta bulunulmaz.. Ve halkı, "yürüyüşlere davet etseniz,  yürümekle n"olacak ki?" derler..

Ve amma, bizim toplumumuzda ise, en büyük problemimiz, cehalet,  taassub ve hemşehricilik, kabilecilik, kavmiyetçilik eğilimleridir ki,  kitlelerin bu duygularına hitab ederseniz, halkımız hemen silâha sarılmakta ve çözümü silahlı mücadeleden başka bir yolda aramamaktadır.."

Evet, bu tesbitleri büyük çapta doğruydu, Üstad Rabbanî"nin..

*

Üstad Rabbanî, yanlışlarının kendisine, doğrularının ise, inancına nisbet edileceğinin derin idrakinde olan bir ârif ve kan dökülmesinden olabildiğince kaçınmaya çalışan, mülayemeti ve uzlaşmayı esas alan bir müslüman idi..

Afganistan halkı, kitle üzerinde onun çapında itibar sahibi olan ve onun kadar da savaştan kaçınmaya çalışan bir diğer lideri az bulacaktır herhalde..

O, yanlışlığı söylense bile, kendi kalbine göre doğru olduğuna inandığı bir metodu takib ederek, çetin mücadelelerin içinden geçti ve sonunda, en uzlaşmacı olanların bile, en katı ve acımasız saldırılarla parça parça edilebileceğinin bir örneği olarak dünyamızdan ayrıldı..

Kullarının niyet ve amellerini en doğru şekilde Allah"u Tealâ"nın bileceğini ve kulları hakkındaki her tasarrufunun rahmet olacağı inancımı tekrarlayarak sözümü bağlıyorum:

Allah rahmet eylesin..

*

Merhûm Rabbanî, öldürülmesinden iki gün önce, İslamî Uyanış Hareketleri üzerine Tahran"da tertiblenen bir konferansda görülüyor..

 

haksöz