Aşağıda okuyacağınız makalenin hemen hemen hiçbir cümlesi bana ait değil.. Bu ifadeler, internetten güvenilir internet haber sitelerinden kes-yapıştır şeklinde derlenmiştir..
Tam da Rabia ve Guta’nın 100. gün protestoları öncesinde, batılı ülkelerin bu olaylara bakışlarını özetlemesi açısından Ruanda katliamının ilginç bir tesbit olduğu düşünüyorum.
Bu yazıda adı geçen ülkeler ABD, Fransa, Almanya, Belçika gibi, modern dünyanın örnek ülkeleri..
Ruanda Soykırımı, Ruanda’da 1994 yılında yaklaşık yüz gün içinde 1.000.000 Tutsi ve ılımlı Hutu’nun, aşırı uç Hutular (Interahamwe) tarafından öldürülmesi olayıdır. Katliam, Tutsi destekli isyancı Ruanda Vatansever Cephesi lideri Paul Kegame’ye bağlı güçlerce, Hutu ağırlıklı hükümetin düşürülmesi ile son buldu. Ardından yönetimden güç alan Tutsilerin öç bahanesiyle saldırması sonucu yüzbinlerce Hutu, komşu Zaire’ye (Kongo Cumhuriyeti’ne) sığındı. Fransa, soykırımı gerçekleştiren Hutu hükümetinin o dönem içerisinde en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda Soykırımı’ndan en fazla sorumlu tutulan ülkedir.
1890 Brüksel Konferansı’nda, bölgede neredeyse hiç Alman olmamasına rağmen, egemen devletlerce Ruanda, Almanya idaresine verildi. Doğal kaynaklar açısından zengin diğer devletler varken, kendi payına bu fakir ve karasal devletin düşmesinde yarar görmeyen Almanya, 1907’ye kadar ülkeye bir idareci bile göndermedi. I. Dünya Savaşı’nın ardından Ruanda yönetimi Belçika’ya verildi. Belçikalılar Almanların aksine yönetimle daha fazla ilgilendiler. Doğal yaşam ihtiyaçlarını karşılamak dışında çalışmayan Ruandalılara kahve tarlalarında çalışma zorunluluğu ve çalışmayanlar için kırbaçla cezalandırma gibi yeni kurallar getirildi.
Ülkede o zaman yaşayanların %90’ı Hutu, %9’u Tutsi, %1’i ise Pigme’ydi. Ülke nüfusu 9 milyon kadardı ve yaklaşık 20 yıl önce, 1994’de 6 Nisan günü başlayan olaylarda üç ay içinde 1 milyon insanı, yani ülke nüfusunun %11’ini kurşunla ve bazan satırlarla boyunlarından vurarak öldürdüler..
Sahi bu olaylar olurken, batılıların o her şeyden haberdar olan istihbarat örgütleri, o anlı şanlı vakıfları, insan hakları ve çevre örgütleri ne yapıyordu dersiniz?
6 Nisan 1994’te tarihin gördüğü en kanlı katliamlardan birisi radyoda yapılan anonslarla başladı. O gün, bir Hutu olan devlet başkanının uçağı düşürüldü. Ülkede yaşanan kaostan faydalanan Interahamwe üyeleri ellerindeki listelere bakarak, eğitimli Tutsi ve ılımlı Hutular başta olmak üzere kıyıma başladılar.
Fransa ve ABD’nin özellikle bölgede katliamı başlatan Hutu’ların engellenebileceği zamanlarda Birleşmiş Milletler’i işlevsiz kılmaya yönelik diplomatik girişimleri bu iddialara temel teşkil eder. Ayrıca Fransa Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak1998)
1992 yılında Ruanda Cumhurbaşkanlığı Muhafızları’nı eğitmek için bölgede bulunan emekli Ulusal Jandarma Müdahale Grubu Komutan Yardımcısı Thierry Prungnaud, devlet radyosu France-Culture’e verdiği mülakatta, “1992 yılında Fransız askerlerinin Ruandalı sivil milislere atış eğitimi verdiğini gördüm” diyerek Fransa’nın henüz anlaşılamayan sorumluluğuna değinmiştir. Emekli komutan, mülakatı yapan gazetecinin, ‘Fransa’nın Ruandalı milisleri eğittiğini reddettiğini’ hatırlatması üzerine; “Fransa bunu her zaman inkâr etti, başka şeyler gibi. Ama önemli değil, ben doğruluyorum” şeklinde cevap vererek benzer iddialara destek vermiştir.
Orta Afrika’da küçük bir ülke olan Ruanda, 1994 yılında dünya tarihinin en acımasız soykırım vakalarından birine tanıklık etti. Ülkede yaşayan iki kabile (Hutular ve Tutsiler) arasında çıkan ve Avrupa ülkeleri ile ABD tarafından da dolaylı olarak desteklenen bu iç savaşta, evet, 9 milyonluk ülkede yaklaşık 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu can verdi. 2.000.000 Hutu, Tutsilerin ve RYB askerlerinin öç almasından çekindiği için komşu ülkelere mülteci olarak sığınmıştır. Tüm devlet kurumları çökmüş, ekili alan kalmamıştır. Ülke nüfusunun üçte biri ya öldürülmüş ya sakat kalmış ya da evinden yurdundan ayrılmak zorunda kalmıştır.. Bunların önemli bir kısmı da açlık ve hastalıklarla hayatını kaybetmiştir..
Orta Afrika’da küçük bir ülke olan Ruanda’da, 1994’te bunlar yaşandı.. Şimdi 20 yıl sonra ülke hâlâ aç, yoksul ve sefil..
Modern batı, dün Kızılderilileri katletti. Kara derilileri köleleştirdiler, sarı derilileri sömürgeleştirdiler. Ardından 1. ve 2. Dünya savaşları. Derken soğuk savaş ve hâlâ batı cephesinde değişen bir şey yok.
Dün Ruanda, bugün Guta ya da Rabia!
Batı, insan haklarına saygılı, katılımcı, demokratik bir dünya değil mi?
Sevsinler demokrasilerini.. O günlerde ben “Tutti Furutti” diye bir yazı yazmıştım.. Orta Afrika’da bunlar olurken, bize 28 Şubat günleri, faili meçhuller ve Tv’de seksi bir Tv programı olan Tutti Frutti dizileri. Her gece sağlıklı yaşam diye seksi aerobik dans gösterileri. Düşünsenize, hava durumu bile seksi bir sunucu tarafından sunuluyordu, irtica ile mücadele kapsamında! Bu durumu eleştirdiğim için, bu şekilde benzetme yaparak rejime yönelik eleştiride bulunduğum, iç savaş çıkarmak istiyorlar diye belli kurumları hedef gösterdiğim iddiası ile DGM’de hakkımda soruşturma açıldı.. Neyse mahkemeye Hutu-Tutsi savaşını anlatan belgeler sundum da beraat ettim.. Afrika’da Hutu-Tutsi, biz de Tutti Furutti’ye bir benzetme yapmak nerede ise başıma iş açacaktı..
Dünden bugüne evet, batı cephesinde yeni bir durum yok.. Batılılar, çıkarları sözkonusu olduğunda ilkelerini halının altına süpürüyorlar. Selâm ve dua ile..
yeniakit